Ahiret şehri

BİR ahiret sorusuyla başlayalım: Dünyanın hangi şehrinde yaşamak "en" iyidir?

Hadi biraz daha süsleyeyim, hangi kent "en tercihe şayan"dır?

"Şampiyon"dan (!) itibaren sayarsam, "ilk beş" şöyle sıralanıyormuş:

Zürih, Cenevre, Vancouver, Viyana ve Auckland!

*

SONSUZ öznel cevaplar içeren ve içermesi gereken yukarıdaki abes sorunun yanıt listesi "Mercer Human Resource Consulting" adlı İngiliz şirketi tarafından belirlenmiş.

Tabii, Londra’daki araştırma firması bu kişisel öznellikten değil çevre, eğitim, sağlık, ulaşım, güvenlik gibi "nesnel" kıstaslardan yola çıktığını söylüyor.

Tamam da, tüm bunlar bir kentin "tercih ediliş" nedenlerini belirleyebilir mi?

Suyun musluktan basınçlı akıyor; hastanelerin nöbetçi cerrah bulunduruyor; çocuğun tenha sınıfa gidiyor olması, yerleşim mekánlarını "iyi yaşanabilir" kılmaya yeter mi?

*

AMA tabii ki kabul, çok muhtemelen, bazıları, gün battı, tavuk yattı türü şehirlerin ruhsuz ve ıssız sokaklarında gece yarısı emniyetle dolaşabilmeyi büyük avantaj addediyordur.

Fakat diğer bazıları da, tam tersine, daha metro girişinde ve güpegündüz bıçaklanmak rizikosuna rağmen, o metro kalabalığının yakamozunda pırıldamayı hiçbir şeye değişmezler.

Yahut, insanların bir bölümü, sabah pencereyi açtıklarında, ezelden beri karşılarında kös kös kendilerine bakan dağın estirdiği "temiz havayı" solumaktan mutluluk duyabilirler.

Oysa diğer bir bölümü de, sektei kalpten sedyesine uzandıkları ambülans, trafiği yarabilmek için canhıraş öterken, oksijen maskesi takmaya çalışan hemşireye, "Şunu çek de, son defa daha egzoz kokusu teneffüs ederek öteki tarafa gideyim" demek mecáli ararlar.

Şehir tercihleri böyledir ve yukarıdaki listenin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur!

*

ÜSTELİK, Allah lilláh aşkına, şu sıralamanın iler tutar yanı var mı? Olabilir mi?

Çünkü, zaten Rabb’ım göstermesin, o "öte yaka" Yeni Zelanda’nın Auckland’i dışında bunların hepsini tanıyorum ki, Viyana hariç, hiçbirinin adını dahi duymak istemem!

Hele hele, Zürih ve Cenevre!

El insaf, ufuksuzluk dağlarında kendimi hastane koğuşunda; riyakárlık şehirlerinde ise eczane rafında hissettiğim için daha ilk an ölüm korkuları duyduğum bir İsviçre’nin Zürih ve Cenevre’si dünyanın "en tercihe şayan" kentleri arasında başı çekiyorlarmış!

*

ZÜRİH mi?

Bal dök yala istasyonundan çık, in, tekrar çık; sanki kovalayan varmış gibi, ahalisi bir "ari ırk" müzesini andıran yine pirüpak caddesinden göle koş; karşı dağlara beddua okurken, hıncını almak için, kuğuları yakalayıp onların boynuna gemici düğümü attığını tasavvur et!

Sonra bankalar, bankalar, bankalar ve sonra kasalar, kasalar, kasalar; biraz kurtulmak için kafe terasında soluklanmaya çalış; sonra, ey kadın, ey "fraulein", ey hatun, korkma, tabii onlara bilhassa heláli hak olsun ama tramvaya biletsiz bindikleri için demin aynasızlara ispiyonladığın Balkan çingenelerinden değilim ve hesabı ödemeden kaçmayacağım, şu benim ikinci kadehi artık sallanmadan getir!

Zürih mi, işte hepsi hepsi bu ve de bitti!

O kahve terasında, her ne hikmetse bu prangalar şehrine demir atmak mazoşizmine düşmüş Thomas Mann veya Elias Canetti’yi okumaya kalkışmak ise kusur kalsın!

Taksiyse taksi, trense tren, uçaksa uçak, hadi efendi, hemen cehennem ol!

*

HEMEN cehennem ol da, sakın, "Helvetya" memleketinin diğer "tercihe şayan" (!) kenti Cenevre’ye dümen kırmaya kalkışma! Orası da paklamaz. Orada da hafakanlar basar.

Tamam, belki bura suyu kıyısının güneşli bir kır lokantasında kendini Albert Cohen romanlarıyla bütünleştirip, "Cemiyeti Akvam" nostaljiyalarından söz eden iyi ve derin bir sevgilinin yüzü suyu hürmetine, tatsız tuzsuz göl balıklarını istavrit tava niyetine yiyebilirsin.

Ama bu kadarı yeter ve asla tatlıya, kahveye, liköre kalma!

Çünkü, Calvin protestanı sofuların sahte mütevazılığı ve de tabii ki onların kasten kendi zıtlarında yarattığı Karun zengini servetlerin hayasız teşhirciliği yettiği gibi, siga siga konuşan insanlar; mani mani sayan bankerler; yavaş yavaş giden "Rolls Royce"lar yetti!

Aman istemez, refahı, kolayı, güveni, sıhhati ve tıkırıyla Zürih gibi Cenevre’nin de "dünyanın en iyi yaşanan kent" şampiyonluğu başkasının olsun, yolcudur Abbas, sen kaç!

Zaten, bırakın asi ve fukara varoşu, her iki kentin de gerçek banliyöleri dahi yoktur ki, kasabadan biraz hallice bu şehir numuneleri ya başka kantonda, ya başka memlekette hemen bitiverirler.

*

BEN mi?

Zevkler, renkler ve de işte burada şehirler tartışılmıyor ki, benim "en tercihe şayan" ve "en yaşanabilir" bulduklarım, yukarıdakilerinin tam tersine, onların hiç bitmeyenleridir!

Onların kaos metrosu ufuksuz dağın böğrünü İsviçre çakısından daha keskin deler ve onların yamyam ahalisi, durağan gölün kuğusunu Leman Gölü balığından daha afiyetle yutar.

Şehirlerin "yaşanılabilirlik" ölçüsünü tek bir şey belirler: "Hissedilebilirlik"!
Yazarın Tüm Yazıları