GeriSeyahat Türkiyenin parlayan yıldızları
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Türkiyenin parlayan yıldızları

Türkiyenin parlayan yıldızları

Bu hafta da sizler için Türkiye’nin parlayan yıldızlarını seçmeye devam ediyorum. Ve diyorum ki: Hep yanlış zamanda doğru yerdeydim; kar altındaki Kapadokya, günbatımında Alahan manastırı, sisler arasında Athena Tapınağı, donmuş Çıldır Gölü, yağmurda gezilen ıssız bir antik kent... Şimdi, yolculuğumun sayfalarını çevirirken merak ediyorum. Yaşamlarında bir çıkış yapmak isteyen Vanlı üç genç kızın açtığı Asmin Lokantası hálá yadırganıyor mu? Bodrum’da gün, Cevat Şakir’in dediği gibi, ‘’avucunu göğe açacak ve elini yanaştırıp bakınca, avucunun mavileşmediğine şaşacak’’ kadar güzel mi?

1

GAZİANTEP

Tassız taraksız bir hamam macerası...

‘’Antep’e gelip de hamamında terlemeden olmaz’’ dediler. Eskiden Antep’te 50 hamam varmış. Sordum, 850 yıllık Şıh Hamamı dediler. Hamam yolunda, önce Tahmis Kahvehanesi’nde menengiçli kahve içmeli. Herkesin harcı değil; Türk kahvesiyle sıcak çikolata arası bir şey. Kahvehane de sahibi Bahattin Bey’den çaycıya, ‘’patlıcan mevsimi’’yle ortaya çıktığına inanılan delilerden kağıt oynayanlara, karakterlerle dolu bir yer. Hamam da pek farklı değil. Sakızla sigarayı birarada çiğneyebilen, sempatik keseci Leyla ve bana ‘’Tasın yok, tarağın yok, lüfün yok, şampuanın yok, neden hamama geldin kızım? Hamamı ödeyecek paran var mı bari?’’ diye çıkışan hamam sorumlusu, ilk tanıştıklarım. İçeri girer girmez karşılaştığım ve yoğurduğu son birkaç çiğ köfteyi etrafa dağıtan kadın, kalmadığı için bana üzülerek bakıyor. Kadınlar, 4- 5 saattir hamamdalar, etraflarında çocukları oynuyor. Kocası kasap olan, 25 yaşındaki, bebek yüzlü Necla, birazdan ‘’nefse em çalınacağını’’ haber veriyor. 40 gün önce doğuran arkadaşlarının vücuduna em diye bir karışım sürecekler, dilimin ucundan tattırıyorlar, çok acı... Sürdükten sonra, kadının kafasından aşağı 40 tas su atmaları da boşuna değil. Bebeğe de kokmasın diye tuz, tatlı olsun diye de şeker sürecekler. Ben hamam ücretini ödeyip çıkarken, diğer kadınlar hamam sorumlusuyla tartışmaya başlıyorlar. Konu; ‘’Antep’e gelen misafirden para alınır mı?’’

GAZİANTEP’TEYKEN...

Zeugma mozaiklerinin bulunduğu Arkeoloji Müzesi’ni, Türkiye’nin muhtemelen en güzel hayvanat bahçelerinden birini, eski bir Antep evi olan Hasan Süzer Etnoğrafya Müzesi’ni, kenti tepeden gören Gaziantep Kalesi’ni ve Kurtuluş Camii’ni gezmelisiniz. Sayısız hikaye ve karakterle dolu Antep çarşıları; Tuz Pazarı, Elmacı Pazarı ve Bakırcılar Çarşısı da unutulmamalı. Antep yemeklerini ve baklavasını tatmazsanız, pişman olabilirsiniz.

2

BÖRDÜBET

Çılgın kalabalıktan uzakta...

Mavi yolculukların vazgeçilmezi, Gökova Körfezi’ni karadan yapmak, maceracılar için denemeye değer. Muğla asfaltında sona eren 52 kilometrelik rotanın tamamı toprak. Cip, minibüs ya da altı yüksek bir araçla, durup fotoğraf çekerek ya da koylara saparak, bu yolu 2.5- 3 saatte tamamlamak mümkün. Biraz hoplaya zıplaya ama muhteşem manzaralardan geçerek... Marmaris- Datça yönünde, Datça’ya 50 kilometre kala, sağa doğru bir sapak ayrılır. Sapakta Amazon Camping, Löngöz, Yedi Adalar, İngiliz Limanı ve Sedir Adası yazar. Yol hemen toprağa döner. Tek bir yapı ve hatta insan görmeden, 5 kilometre boyunca, dalgaların vurduğu vahşi kayalıkların yanından geçerek, Golden Key Bördübet Oteli’ne varılır. Buradan Club Amazon, 4 kilometre. Fazla uzağa gitmek istemiyorsanız, bu noktada bile bölgenin bakirliğinin tadını çıkarabilirsiniz. Bir zamanlar, burada saklanan İngiliz askerleri buraya ‘bird the bed’ (kuş yatağı) derlermiş. Denizin, bir kanal gibi, çam ormanlarının içine girdiği, 2 kilometrelik sahili olan Bördübet koyunun adı, buradan geliyor. Gökova Körfezi, Meksiko Körfezi’nden sonra, yıldızların çıplak gözle en iyi izlenebildiği yer. Buradan sonra, pek tabela yok ve doğru yön, kuzey. Rota üzerinde, Yedi Adalar, Martı Koyu, Löngöz, bazı küçük salaş lokantalar, Karacasöğüt ve I. Dünya Savaşı’nda, İngiliz gemilerinin sığındığı İngiliz Limanı var. Burayı çok seven, ünlü denizci Sadun Bora, bu limana bir denizkızı heykeli armağan etmiş ve üzerine yazdırmış: ‘’Bu denizkızı, düşlerini süsleyen cennete erişebilmek için, nice engin denizler, ufuklar aştı, kıtalar, adalar, koylar dolaştı; ta ki Gökova’ya ulaşana kadar.’’

BÖRDÜBET’TEYKEN...

Eski Datça’nın dar sokaklarında gezebilir, Datça’nın sakin koylarında denize girebilirsiniz.


3

FRİG VADİSİ/ Eskişehir- Afyon- Kütahya

Uygarlıkları kadar keşfedilmemiş...

Yazıları okunamadı, uygarlıkları gizli kaldı... Eskişehir- Afyon ve Kütahya’nın paylaştığı, muhteşem Frig Vadisi ve geniş bir alana yayılan anıtları, Frig uygarlığı kadar, zamanın içinde terk edilmiş duruyor. Eskişehir’de, 17 metre yüksekliğindeki Yazılıkaya Midas Anıtı, en çarpıcı olanı. Frig Vadisi’nin en bakir bölgeleri, Afyon sınırları içinde. Adeta asfaltlanmamış bir Kapadokya. Yer yer tamamıyla ıssız, yer yer bu doğaya yaslanarak, derme çatma köyler kurulmuş. Çay yataklarında yürüyerek, antik yolların yanından geçerek, mezarlara, kiliselere ve tünellere girerek, gerçek anlamda bir keşif yolculuğu. Seydiler’deki peri bacaları, Kırkinler Mağarası, Antik Yol ve Ayazin Metropolisi, görmeye değer. Yol alabilmek için, sağlam bir araca ve sık sık köylülerin yön tarifine ihtiyacınız olacak. Kütahya’nın doğusundaki Türkmen Dağı’nın tüflerinin kolaylıkla işlenebilmesinden dolayı, Frig yaylaları, eski çağlardan beri yoğun bir yerleşime sahne olmuş. Söğüt, İnli, Fındık, Ahmetoluğu Çiftliği, İncik köyleri ile Sabuncupınar ve Ovacık- İnlice’de, kayalara elle oyarak, sığınma ve barınma amaçlı mağaralar, kaya mezarları, sunaklar, kilise ve şapeller var.

FRİG VADİSİ’NDEYKEN...

Her biri, kendine özgü özellikleri ve gezilecek yerleri olan bu üç kent, Eskişehir, Kütahya ve Afyon, görmeye değer.

4

ŞANLIURFA

Peygamberler Kenti’nde güvercin

Urfa, Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanlar’ın birlikte sahip çıktıkları, kutsal bir kent. Urfa’nın en tedavi edilemez hastalığı, kuşçuluk. ‘Kuşçu olmayan, adamdan sayılmaz’ derler. Kuşçu Pazarı’ndaki dükkanlar bu işin ticaretini yapar. Güvercin alır ve satarlar. Evinin çatısında güvercin yetiştiren, uçuran ve bunu tutkuyla yapan ile tüccar aynı kefeye konmaz. Kuşçuların çoğu, gökyüzüne bakarak yürürler. Sayısı 50, 100, 200 hatta 400’e varan güvercinleri olabilir. Akşamüstü hava serinleyince, gruplar halinde, Urfa semalarında kısa uçuşlar yapar ve tekrar evlerine dönerler. Bir de ‘’karışma’’ vardır. Bir kuşçuya göre bu ‘’havada kumar’’dır ya da ‘’benim kuşum, geri döner’’ iddialaşması. Karışmada, kentin bütün kuşçuları, her gün belirlenen saatte, güvercinlerini gökyüzüne salar. Havalar iyice serinlemiş olduğundan, kuşlar kısa uçuşlar yapmak yerine, bulutlarda kaybolacak ve evlerine yolunu şaşırmış başka güvercinlerle birlikte döneceklerdir. Kaybolan kuş, Kuşçu Kahvesi’ne getirilir, dostluk bağı varsa jest olarak iade edilir ya da sahibine parayla satılır. Tabakhane Çarşısı’ndaki Kuşçular Kahvesi, açık artırmanın yapıldığı akşamlar, tıklım tıklım olur.

ŞANLIURFA’DAYKEN...

Balıklı Göl, Şanlıurfa Kalesi, Hazreti İbrahim’in kapatıldığı mağara, Gümrük Hanı, Kürkçü Hanı, Aşağı Çarşı, İsotçu Pazarı, Tütüncü Pazarı, 58 Meydanı, Reci Kilisesi’nin olduğu Karpuz Meydanı ve Harran... Meraklıysanız, Urfa’nın ünlü sıra gecelerine katılabilirsiniz.

5

LİKYA YOLU & ST.PAUL PARKURU

Türkiye’nin de artık yürüyüş parkurları var

Fethiye’den başlayıp Antalya yakınlarında sona eren, Türkiye’nin ilk uluslararası işaretlerle belirlenmiş yürüyüş yolu Likya Yolu, aynı zamanda dünyanın en uzun 10 yürüyüş parkurundan biri ve tam 500 kilometre. Nisan- mayıs, eylül- kasım ve ocak ayları, en iyi zaman. Bütün yolu tek seferde yürümek, 30 gün sürüyor. Manzaralar, deniz kenarından 2366 metredeki Tahtalı zirvesine kadar farklılaşıyor ve 52 Likya kentinin 19’undan geçiliyor. Demre- Finike arasında, iki gün boyunca insana rastlanmıyor. Yeni ve ikinci yol, St. Paul Parkuru, M.S. 44’te, Aziz Paul’ün, Anadolu’da ilk yolculuğunu yaparken yürüdüğü Roma yollarını takip ediyor. Ancak bu yolların bazıları, bugün su altında olduğundan (örneğin Kızılören Barajı) ve birçoğuna da asfalt döküldüğünden (Eğirdir Gölü’nün doğusu gibi), yol, dağlardan, milli parklardan ve tarihi yerlerden geçirilmiş. Daha ıssız ve dik çıkışlarla inişleri olan bu parkur, Likya Yolu’ndan daha zor. Parkurun üzerinde, muhteşem ormanlar, görkemli kanyonlar ve küçük tenha köyler var. İki yolun da yaratıcısı, Kate Clow. Likya Yolu’nu rehberle yürümek için, Ersin Demirel’i arayabilirsiniz. 0242 836 37 14- 0535 219 93 26, www.lycianway.com, www.stpaultrail.com

6

EFES YAMAÇ EVLERİ/ Selçuk

Her gün yeni bir fresk ve mozaik

Efes’in mermer caddelerinden yürürken, aklınızdan, bu Roma kentindeki yaşamın, bir zamanlar ne kadar görkemli olduğunu geçireceksiniz, kuşkusuz. Hele bir de Yamaç Evleri görün! 1960’lardan beri kazılan ve her geçen gün, yeni fresk ve mozaiklerin çıkarıldığı bu evler, Efes halkının yalnız nasıl bir zenginlik içinde yaşamış olduklarının değil, aynı zamanda müzik, tiyatro ve sanata ne denli tutkun olduklarının da ipuçlarını veriyor. Şehir planlanırken, bütün binalar ve bu beş katlı evler, manzaralı olsun ve denizden gelen esintiden yararlanabilsin diye, teraslanan yamaçlara yerleştirilmiş. Sadece kütüphane, halkın sabah ışığından yararlanarak, rahat okuyabilmesi için, doğuya bakarmış. En üst katta, evin en önemli odalarından biri, Sanat ya da Müzik Odası var. Duvarların alt kısmında, İlham Perileri ve Lesboslu kadın şair Sappho, üst bölümündeyse, bir mitolojik sahne... Diğer bir odada ise yerde, bir halıyı andıran, olağanüstü bir mozaik dikkatinizi çekecek. Eğer yaz aylarında burayı gezecek olursanız, restorasyon yapan Avusturya- Türk ekibinin, adeta bir yap-bozu biraraya getirircesine küçük parçalardan harikalar yarattıklarına tanık olabilirsiniz. Selçuk Müzesi’ne (0232 892 60 10) telefon edip, izin prosedürünü öğrenmekte yarar var.

EFES’TEYKEN...

Meryem Ana, Selçuk Müzesi, Yedi Uyurlar, Kuşadası, Çamlık Buharlı Lokomotifler Müzesi, Çetin Kültür Köyü ve Şirince’yi görebilir, Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda yüzebilirsiniz.

7

KAŞ

Rüzgara havale ettim...

Kaş’ın tepelerine çıkan toprak yol, yaylalardan geçerek, başdöndürücü bir manzaraya varıyor. Yükseklik, 1200 metre. Kimisi yukarıda kar yağar diye yanına kazak almış, kimisi espri yaparak, ‘’son’’ sigarasını içtiğini söylüyor. Aramızdan birinin tek istediği, yükseklik korkusunu yenmek. Hava durumundan telefon direklerine, 0.9 saniyede açılan yedek paraşütten inişe, dağlardan denize, tüm soruların cevabı hazır. Huzurlarınızda, Tandem yamaç paraşütü. Tulum, kask, harness dedikleri halatlar ve yedi yıllık pilot Uğur... ‘’Koş’’ diyor. Sonsuzluğa doğru atıyoruz kendimizi... O andan itibaren, Uğur’un deyişiyle, ‘’her şey dünyada kalıyor.’’ Kuşlarla uçuyor, yeşil tepelerin yanından geçip, masmavi bir denizin üzerinden süzülüyoruz. Bir F16 pilotunu uçurmuş, ‘’ne kadar da sessiz’’ demiş. Sekiz kez uçan bir yabancı turisti hatırlıyor. Havada, cep telefonlarından arkadaşlarını arayıp, müjdeyi verenler oluyormuş. Kimileri de, cep telefonu ve araba anatarlarını düşürmekle kalmayıp, geri dönüp aramak istiyorlarmış. Bir de, korkup erken inmek isteyenler için, ‘’inmek istiyorum pisti’’ varmış. Ben, son durakta ineyim lütfen!

KAŞ’TAYKEN...

Nautilus ile (0242 836 20 85) uçabilir, Kekova Diving (0542 811 82 07) ile Kekova’da dalabilir, Kaputaş Plajı’ndan denize girebilir, Kalkan’ı ve Bezirgan Yaylası’nı gezebilir, Kaş’ın çarşısında Sumanu’nun şaraplarından tadabilir ve Büyükçakıl Plajı’nda günbatarken Memed’in Yeri’nde kendinize bir ziyafet çekebilirsiniz.

8

MÜZELER

Anılarda yer ederler

Türkiye’de öyle müzeler var ki seyahat anılarınızda yer ediyor. Bodrum Kalesi’nde yerin tam 3.5 metre altında, ayakları prangalı 14 forsa iskeleti mi görmek istersiniz yoksa İngiliz Kulesi’nde şarap içmek mi? İskeleti, Bodrum girişinde, bir kazıda bulunan, Karya’yı yöneten Prenses Ada, kafatası etlendirilmiş, gözleri, saçları ve derisi renklendirilmiş olarak bu müzede. Kaş’ın güneydoğusunda bulunan, dünyanın bilinen en eski batığı Uluburun’dan çıkanlar, bu batıkta bulunan Nefertiti’ye ait tek altın mühür ve yeryüzünün bilinen en eski kitabı da burada. Zeugma kazılarında kurtarılan mozaikler ve ünlü, çingene kızı mozaiği Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde. 600 yıl boyunca, antik dünyanın önemli bir heykeltıraşlık okulu olan Afrodisias da kaçırılmaz. Afrodisias Müzesi’nde, heykellerin saç modellerine ve heykeltıraşların imzalarına dikkat edin. Müzenin ayrıca olağanüstü bir kazıevi deposu var. İzin alabilirseniz, bir deniz kabuğunda, ayak ayak üzerine atarak oturan ve saçlarını kurutan Afrodit heykelini görmelisiniz. Karun’un ne kadar zengin olduğunu mu bilmek istiyorsunuz? Uşak Müzesi’ne uğrayın. Meşe palamutu gerdanlık ve denizatı broş gibi birçok parça burada. Eskişehir Havacılık Parkı’nda hiç ilgilenmediğiniz uçakların ilginç hikayelerini dinleyin. Amasya Müzesi’nde, döküm tekniğiyle yapılmış, arkeoloji dünyasının ilk ve tek Hitit Fırtına Tanrısı Teşup’un, bronz heykelciğini ve Mumyalar bölümünü, Antalya Müzesi’nde Perge Tiyatrosu’ndan getirilen Şarap Tanrısı Dionysos’un hayatıyla ilgili mavi mermer kabartmaları, Türkiye’nin en büyük müzesi İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde İskender Lahti’ni, İstanbul İslam Eserleri Müzesi’nde dünyanın en önemli Uşak halıları koleksiyonunu, Edirne II. Bayezid Külliyesi’ndeki Sağlık Müzesi’nde çağının çok ilerisinde bir tedavi metodunun nasıl yapıldığını, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ise Anadolu’da yaşamış uygarlıkların çarpıcı bir özetini görebilirsiniz.

9

DİYARBAKIR’IN SURLARI

7500 yıllık tarihin koruyucusu

Mezopotamya’nın kuzeyinde, Dicle Nehri’nin yukarı havzasında, siyah bazalt surların içinde, 7 bin 500 yıllık bir tarih... Surlar, kentten geçen uygarlıkların izlerini taşıyor. Kente güneyden yaklaşırken, Diyarbakır kalesi ve surları, bir bütün olarak karşınıza çıktığında, oldukça etkileyici. Kalenin dört yöne açılan, dört ana kapısı (Dağ Kapı, Urfa Kapı, Mardin Kapı ve Yeni Kapı) var. Volkanik Karacadağ’dan çıkan bazalt taşlarıyla yapılan surlar, bugün suriçi denilen eski Diyarbakır’ı, bir kalkan balığı şeklinde kuşatıyor. MÖ 3 bin yılına tarihlendirilen surlar, 5 kilometre uzunluğunda, 10-12 metre yüksekliğinde ve 3-5 metre genişliğinde. Dış surlar üzerinde, tam 82 burç var. En önemlileri Keçi Burcu, Yedi Kardeş Burcu, Ben-u Sen Burcu ve Nur Burcu... Mardin Kapı’nın doğusundaki Keçi Burcu, inşa edilenlerin en büyük ve en eskisi. Buradan, göz alabildiğine Hevsel Bahçeleri, Dicle ve On Gözlü Köprü görünüyor. Yedi Kardeş Burcu’nda, Selçuklular’ın sembolü çift başlı kartal ve aslan kabartmaları var.

10

ÇOMAKDAĞ’IN KADINLARI/ Milas

Bir sıra altın ve bir dal fesleğen

‘’Mezara kadar gider, bu altınlar’’ dedi... Hatice’nin alnına dizilmiş sarı liraların ışığı, beyaz tenini biraz daha aydınlatmıştı. Yemenisine iliştirdiği fesleğenin kokusu geldi burnuma. ‘’Gün olur, sıkıntıya düşen, satar altınlarını, yoksa ölünceye dek taşırız... Düğünlerde, bütçesi müsait olan, 10 tane beşi bir yerde yapar. Durumu iyi olmayan da, beş tane... Gelin, kaç altın takarsa taksın, bizim düğünlerimiz dört gün sürer...’’ Kızlar, ancak evlendikten sonra, altınların dizildiği ve ‘’sakındırak’’ dedikleri, gerdandan geçme, boncuklu bir bağla sağlamlaştırılan, özel başlıkları giyiyorlar. Çomakdağ’ın, düğünleri, Milas pazarına gittiklerinde bile altınlarını takan ve yemenilerine rengarenk çiçekler iliştiren kadınları kadar ünlü bir başka özelliği de evleri. 70’lere kadar, her yeni evlenen çifte, sıfırdan bir taş ev yapılırmış. Bugün artık o evler mumla aranıyor, zaten taş ustaları da yaşlanmış.


11

HALFETİ & HASANKEYF

Git, daha fazla gözden kaybolmadan...

Birecik Barajı’nın suları altında kalan Halfeti’ye Mehmet Kaptan’ın teknesinden bakıyoruz. Kimbilir evleri, bahçeleri ve sevdiklerinin mezarları an be an suya gömülenler için, her şey nasıl gerçekdışıydı. ‘’Su sizi götürecek diye anons ettiler, inanmadık, bize yetişene kadar sabah olur, derelerden tepelerden taşar sandık. Öyle olmadı. Misafirimiz gelince babamın bahçesinde balık pişirir, meyveyi ağaçtan toplardık. 25 yıllık balıkçıydım, sular geldikten sonra, baktım ki, masraf yapmam ve daha büyük bir ağ almam lazım, vazgeçtim.’’ Fırat Vadisi’nde ilerlerken, görkemli Rumkale’yi geçince, Savaşan Köyü’nün suyun içinden yükselen minaresi beliriyor. Birkaç hane hálá büyük mücadelelerle yaşıyor burada. Bir başka hikaye Hasankeyf’inki. Eğer 40 yıldır Hasankeyf’in üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan Ilısu Barajı yapılırsa, 12 bin yıllık bir geçmişin izlerini taşıyan bu topraklarda sular altında kalacak büyük bir tarihi miras var. Dicle Nehri kenarında, 100 metrelik bir kaya kütlesi üzerinde yükselen, heybetli kale, eski çağlardan beri yerleşim olarak kullanılan, kaledekiler dahil, yaklaşık 5 bin mağara, iki ayağı da Dicle Nehri içindeki muhteşem taş, Hasankeyf Köprüsü, Küçük Saray, El- Rızk Camii ve Zeynel Bey Türbesi...

12

ÇILDIR GÖLÜ/ Kars

Aklınızdan çıkmayacak

Gölün üzerini kaplayan buzda balık avlayanları, at arabasıyla yol alanları, yöre insanının dostu ve koruyucusu çoban köpeklerini gördüğümde, Çıldır Gölü’nün bir daha aklımdan hiç çıkmayacağını anlamıştım. Yazın, etrafında koyunlar otlatılan, buğday ve arpa yetiştirilen göl, at süren erkekler, balıkçılar ve toprağı işleyen köylülerle, kıştan çok farklı bir renge bürünüyor. Yazın, gölün civarı, şahinler, atmacalar, martılar ve pelikanlarla, kuş meraklılarının dikkatini çeken bir yer oluyor. Kışın her yer bembeyaz olduğunda ise nerenin kıyı nerenin göl olduğunu anlamak zorlaşıyor. Çevresindeki, 3 bin metreye ulaşan dağlarla birlikte ortaya çıkan çarpıcı manzaraları seyrederek, gölün etrafında tam 70 kilometre boyunca dolaşmak mümkün. Kars’tan Karadeniz’e gitmek isteyenler için, en manzaralı yollardan biri de Çıldır Gölü’nden geçiyor. Taşbaşı Köyü’nün ardından, Akçakale adlı bir ada köyü var.

KARS’TAYKEN...

Kars Kalesi, çay kıyısı ve Taş Köprü’nün bulunduğu Kalealtı Mahallesi ve birbirini dik kesen, ızgara planlı, geniş sokaklardaki, Rus işgali döneminden kalma, kentin karakterine damgasını vuran, görkemli bir soyluluk içindeki taş evler... Bundan bin yıl önce, günümüz Ermenistan ve Türkiye’sinin kuzeydoğusunun büyük bir bölümüne yayılmış, Bagrat Krallığı’nın başkenti ve bugün sonsuz bir boşlukta uzanan Ani Harabeleri... 89 yıl önce, Sarıkamış’ta donarak şehit olan on binlerce Türk askeriyle özdeşleşen, hüzünlü Sarıkamış ve kışın kaymak için, Türkiye’nin en kaliteli karı...

13

LAZLAR

Fıkralarını gerçekten yaşıyorlar...

Lazlar, biraz dik başlı, kendileriyle dalga geçebilen, atmaca avcılığına ve silaha tutkun bir halk. Yaşamları yeterince mizah dolu. Laz fıkraları anlatmayı da dinlemeyi de sevmiyorlar. Zaten, Lazca anlatılan fıkralar, Türkçe’ye çevrilince pek bir şey ifade etmiyor. Pazar’daki çayocağında konu, başkalarının Lazları nasıl gördüğü. Lazların kafasının 12’den sonra çalışmadığı tezine karşı çıkıp şöyle diyorlar: ‘’Lazlar’ın kafası 12’ye kadar süper çalışır da 12’den sonra rölantiye geçip normal insanlar seviyesine düşer.’’ Hiç hoşlanmadıkları bir şey var; Karadeniz şivesini taklit etmeye çalışıp beceremeyenler. Özellikle televizyon dizilerindeki kötü Karadenizli tiplemeleri... Ardeşen’de dar bir çıkmaz sokakta, bir tabela: Guda Saz Evi. Şişirilmiş oğlak derilerinin asılı olduğu, avuçiçi kadar bir atölye. Tulum, kemençe ve saz yapılıyor. Süleyman usta ile Atma Türkücü Ali Şişmanoğlu, belli ki koyu bir sohbetin ortasında. İçerideki genç, tulumunu çalmaya başlıyor. Hemen türküler atılıyor ortaya: ‘’Eskiden sevdalıklar yürektendi yürekten, şimdiki sevdalıklar hemen döner direkten.’’ Ayaküstü... Hiç teklemeden... Kapı açılıyor, dükkanın önünden geçenler, esnaf, alışverişe çıkmış kadınlar içeri doluşuyorlar, alkışla ritim tutup, kahkahalarıyla eşlik ediyorlar. ‘’Derenin kenarında yakaladum yılanı, gazeteci yazacak bizde olan ilhamı’’...

14

KORUYARAK YAŞATMAK

Bir kenti yaşatmak kolay da en zoru koruyarak yaşatmak olmalı. Türkiye’de öyle kentler var ki beton yığınlarına, süpermarketlere ve alüminyum doğramalara teslim olmadı ve kendini bu kısırdöngüden kurtarmayı başardı. Korumacılığın başkenti Safranbolu, bu alanda Türkiye’deki en başarılı örnek. Sadece evler değil, sokaklar, çarşılar, dükkanlar ve tabelalar, geleneksel dokusunu kaybetmeden yaşatılıyor. Zanaatlar can çekişiyor ama eski kent dimdik ayakta. Amasya’nın güzelliğini borçlu olduğu, Yeşilırmak kıyısındaki yarı ahşap, Yalıboyu Evleri de öyle. Roma dönemi sur duvarları üzerine inşa edilen ve nehre doğru sarkan cumbalarıyla, gece ışıkları altında, kentin en güzel görüntüsünü veriyorlar. Bursa yakınlarındaki Cumalıkızık ise, hálá bir Osmanlı köyü dokusuna sahip. Son birkaç yıl içinde açılan pansiyonların ve gözleme evlerinin tabelalarının dışında, ki bunlar da ahşap, köy 700 yıl önce neyse, öyle duruyor. Yassı taş döşemeli, iki kişinin yanyana yürüyemeyeceği darlıkta, kaldırımsız sokaklarını, birbirine yaslanan sarı, mavi, mor evlerini, Cin Aralığı’nı fark edeceksiniz. Kula’da, son 10 yıl içinde büyük bir değişim var. Türk- Rum mimarisinin bir sentezi olan ve yurtdışından araştırmacıların gelip inceledikleri evler korunuyor, belediye Kula’yı gezmek isteyen herkese rehber veriyor. Mudurnu, Göynük ve Beypazarı da farklı değil. Evler korunuyor, tarihin içinde uyanmak isteyenler için konaklar keyifli pansiyonlara dönüştürülüyor.

15

ZİLKALE/ Çamlıhemşin- Karadeniz

Burası, bugüne dek gördüğüm kalelerin en gizemlisi. Kale, bulutların arasında kaybolunca ve etrafta başka kimseler yoksa, fazlasıyla ürperiyor insan. Yolu sapa ancak muhteşem manzaralardan geçilerek varılıyor. Yaklaştıkça, kale daha fazla merak uyandırıyor. Asıl adı Aşağı Kale anlamında Zir Kale. Tam olarak kimin tarafından ve ne amaçla yapıldığı belli değil. Zilkale’den Fırtına Deresi Vadisi’ni seyredin. Başdöndürücü...
False