GeriSeyahat Bollywood: Bir Hint masalı
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Bollywood: Bir Hint masalı

Bollywood: Bir Hint masalı

Bir kış gecesiydi, yıllar önce. Annem ve babam, gençliklerinin

favori filmlerinden ‘‘Awara’’nın televizyonda gösteriliyor olmasından çok heyecan duyuyorlardı. Çocukluk işte, gereksiz bir iç kıpırtısıyla akşamı zor ettik... Seneler geçti, mevsimler

değişti. Zihnimin bir köşesine yer eden Hint filmlerini yerinde incelemeye karar verecek kadar delişmendim artık. Hiçbir yer uzak değil, hiç kimse ulaşılmaz değildi nasılsa. Gittim...

Fazlaca uzun olmayan bir uçak yolculuğu ile vardık Bombay'e. Yeni adıyla Mumbai, ama Bombay'deki egzotik tınlama yeni isminde olmadığı için üst düzey halk pek de tercih etmiyor Mumbai demeyi. Evet, benim için de her zaman Bombay, hem de İngilizce telaffuzuyla...

Hindistan'daki film endüstrisi o kadar ilgimi çekiyor ki, yerimde duramıyorum. Hollywood'un iki katı kadar film üretiliyor. Şaka değil, yılda 600'den fazla film. Elimdeki İnternet çıktılarından filmlerin ‘‘Film City’’ denen stüdyolarda çekildiğini öğrenmişim nasılsa. Şehri şimdilik gözüm görmüyor. Bombay'den iki saat uzakta.

Film sektörü, Hindistan'da 1920'lerde endüstri şeklini almış. 1952 yılında düzenlenen ilk uluslararası film festivalinde de ‘‘Bombay’’ filmi büyük başarı kazanmış. O devrin yapımcıları, öfke, aşk, seks ve nefretin en çok tutulan duygular olduğuna karar vermiş. Bir şeyden daha vazgeçilemezmiş: Şarkı. Hint filmleri, batıdakilerin aksine, bol şarkı, gözyaşını ve dansı birleştirmeliymiş. Jana Aranya, Ashani Sanket, Apur Sansar öyle büyük paralar kazanmışlar ki, 70'lere gelindiğinde bile Amar Akbar, Dharamveer, Kabhi Kabhi gibi yapımcılar abilerinin izleriyle kaplı yollardan dışarı adım atmayı hiç düşünmemişler. 1980'lerde, müzikal aşk filmleri, vurdulu kırdılı filmlerin yerine bir numaraya yükselmiş yeniden. Esas kızlar ve esas oğlanlar, uzun tuvaletler, ateş çemberinden atlamalar ve mutlaka mutlu son!

Film City, Hindistan'ın nabzını tutan sektörün kapısı. Görevlilerle biraz tartışarak, bir sürü paralar vererek ve gereksiz bir sürü korumaya dert anlatarak girmeyi başarıyoruz içeri.

FİLM İÇİNDE FİLM!

Bu büyüklük ürkütüyor insanı biraz. Kimse tam olarak ne kadarlık bir alana yayıldığını söylemese de büyük işte, çok büyük. Ağaçlıklı, tepelikli, kocaman bir şehir kadar büyük Film City.

Orada bulunduğumuz gün tam 15 ayrı çekim vardı. Bir kısım klipler, müzikal filmler, tarihi filmler ve televizyon dizileri. O anda, Hindistan'da kalacağımız bir haftanın neredeyse tamamını bu stüdyolarda geçireceğimizi anlıyoruz. İlk durağımız bir klip çekimi. Sarabjit Cheema, yeni şöhret yapılmaya çalışılan bir şarkıcı. ‘‘Chakata chakata’’ diye bir şarkısı var. Bir grup dansçı kızlar ve erkekler eşlik etmekte. Hiç de fena bir şarkı değil, bizim ‘‘Şıkıdım’’ın bir versiyonu. Esas kız rolü de Kashmira'nın. Kashmira, ya da dostlarının söylediği şekliyle Kash, tanınmış bir oyuncu ve manken. Elinde bir pervaneyle yüzünü ve tüm vücudunu serinletiyor. ‘‘Makyajımın akmaması lazım’’ diyor. Gözlerim düzgün bacaklarına kayıyor, muzipçe işaret parmağıyla bacaklarından bir tomar boya çıkartıp yüzüme sürüyor. ‘‘Beyaz tenli olmak kamerada iyi sonuç verir. Bütün çekimlerimde görünen her yerime makyaj yaptırtırım.’’

Yapımcı Ajay, çekimde dikkat çeken bir başka karakter. Elinde eski kahverengi bir para çantası, sürekli ödemeler ve faturalarla boğuşuyor. Pencap'tan Bombay'e gelip şansını deneyen milyonlarca insandan biri. Üç yılını sokaklarda yaşayarak geçirmiş. Şansı yaver gitmiş. Ayda 1500 dolar kazanıyor şimdi. Hindistan standartlarında çok yüksek bir maaş.

Yönetmen, ‘‘hey, dur bir dakika’’ diye ufak bir çığlık atıyor, ‘‘Bizim bu klipte oynayacak yabancı görünümlü birisine de ihtiyacımız var. Kesinlikle aradığım sensin. Hemen bir plan değişikliği yapıyorum ve bu sahneyi bugün çekiyoruz!’’

Şaryolar, büyük ışıklar, birkaç kamera falan, kendimi bir anda dünyanın en önemli adamı zannettim. Bir saat dedikleri çekim yarım gün sürdü. Film City'den ayrıldığımızda hava kararmıştı çoktan. Şöhret işte... Bir star olarak, tabii ki hemen partiye davet edildim. Kanada'da yaşayan Hintli finansörün Bombay'deki evine. Sonsuz fakirliğin içinde, duvarlarla ve güvenlik görevlileriyle korunan bir eski İngiliz yapısında, lüks ama eski eşyaların içindeydik.

Bombay böyle bir yer işte. İngiliz uşağın beyaz eldivenleriyle getirdiği yemekleri yiyip, sabaha karşı özel şoförlerle oteline götürülüyorsun. Apartman girişinde yerlerde yatan adamlara rastlıyorsun. Üstlerine basmamak için çabalarken, ev sahibi ‘‘Önemli değil, onlar bizim hizmetkârlarımız, sokakta yatmaktansa burada yatmayı tercih ediyorlar. Hepsine oda verecek değiliz ya’’ diyor. Yüreğin buğulanıyor, gözlerin adama bakıp yalan söylüyor.

SATILIK HAYAL

Ertesi gün, bir televizyon dizisinin seti. Yerli kıyafetli adamlar, upuzun repliklerini sıralıyorlar. Sonra bir iç mekânda çekilen, lüksü ve şaşaayı gözler önüne seren bir aşk filmi. Yönetmen ‘‘Biz hayal satarız’’ diyor. ‘‘Bu ülkede 1 milyardan fazla insan yaşıyor. Zaten fakirlik diz boyu, insanlar günlük hayatlarında göremedikleri şeyleri görmek istiyorlar filmlerde. Böyle lüks mekânlar, güzel yemekler, güzel arabalar, güzel kadınlar. Bizim filmlerde her şey parlak ve renklidir. Haa bir de, mutlaka mutlu sonla biter. İzleyiciye umut vermek lazım tabii.’’

Hollywood'un ‘‘H’’si, Bombay'in ‘‘B’’si ile yer değiştirmiş, al sana Bollywood! Hollywood'da yılda 350 film çekilirken, Bollywood'da bu sayı 600'ü geçiyor. Toplam 10 binden fazla insan çalışıyor. Çoğu doğru dürüst para kazanamıyor. Starlar inanılmaz şımarıklıklarla yardımcılarına kök söktürüyor. Havaalanına giderken, küçük teneke mahallelerden geçiyorduk. Aslında her yer sokakta yaşayanlarla doluydu, ama burası farklıydı sanki. Biraz vakit de vardı, durduk. Filmlerden farklıydı tabii. Burada yaşayanların zengin olmak gibi bir hayalleri bile yoktu artık. Bizi çadırına konuk eden kadın, bir kez film seyrettiğini ve çok sevdiğini söylüyordu biraz da utanarak.

Sonra yaşlıca bir adam beliriyordu yeni aydınlanmaya başlayan erken sabahta. Kucağındaki bebeği yalvaran gözleriyle uzatıyor ve ‘‘Al bu senin olsun, ülkene götür, sen daha iyi bakarsın, senin olsun’’ diyordu.

Avaremo...

False