GeriSeyahat Bu dağlar, çektiğiniz her zorlukta sizi doyumsuz bir manzarayla ödüllendirir
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Bu dağlar, çektiğiniz her zorlukta sizi doyumsuz bir manzarayla ödüllendirir

Bu dağlar, çektiğiniz her zorlukta sizi doyumsuz bir manzarayla ödüllendirir

Büyük kentlerin bunaltıcı sıcakları bu yıl Karadeniz yaylalarına ilgiyi artırdı. Yıllardır yaylaların fotoğrafını gören, merak eden birçok tatilci rotasını sıcaktan kavrulan güney sahilleri yerine Karadeniz’e çevirdi. Okurlarımızdan Türkan Turgut ve Mücevher Kenar da geçen ay Doğu Karadeniz turuna çıktı ve izlenimlerini Hürriyet Seyahat okurlarıyla paylaştı. Karadeniz yaylaları, yeşili, bulutları, yağmuru özleyenler için eylül sonuna kadar cazibesini koruyor.

Hey gidi Karadeniz... İstanbul«da yaşayan bizler bu lafı çok duyar ve "efkarla bu sözün söylenmesi nedendir" diye meraklanırız içten içe. Kimimiz meraktan, kimimiz yayla yaşantısını görmek, kimimiz bunaltıcı kent sıcağından kaçmak, kimimiz ise zirve tutkusundan çıkmıştık yola. Trabzon«a giden uçakta buluştuk.

Trabzon Havaalanı’na iner inmez rehberimiz Okan’la tanıştık. Doğuya doğru Karadeniz sahilini geçip, sınır yakınlarındaki Maçahel’e ulaştık. Bitki örtüsünün göğe ulaştığı bu yaylada her yer yemyeşil. Akşam yerleştiğimiz pansiyonun sahibinden Maçahel’in anlamını öğrendik. Gürcüce "geç yetişen meyve" demekmiş. Ben bu ismi yıllar önce duyduğumda yurtdışında bir şehir sanmıştım. Karadeniz’in en doğusunda bir bölge olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım.

Neredeyse 14 saat yoldaydık ve kirli, nemli, sıcak İstanbul havasından sonra tertemiz, bol oksijenli bir yerdeydik. Odamızdan balkona adım attığımızda kendimizi yeşil ve bulutların ortasında buluyorduk. Akıp giden su sesi, kuraklığın yaşandığı bir ülkede olduğumuza inandırmakta zorluyordu bizi.

Sabahki yürüyüş için erken kalkmak gerekiyordu. Zaten bol oksijenli yerde dinlenmek için fazla uykuya gerek yok. Kahvaltıdan sonra 1700 metre yükseklikteki Gorgit Yaylası’na doğru harekete geçtik. Patikadan başlayan yürüyüşümüz, ormanda sürdü. 4 saat sonra bir dere kenarına vardık. Buz gibi dereye atladık. Öğle yemeğinin ardından bir saat daha yürüyüp Gorgit’e vardık. Yemyeşil bir göl hayal edin; yaylada bu göle daldığımızı hissettik. Terk edilmiş birkaç yayla evinin gerilerinde, vadi içine gizlenmiş Maral şelalesi vardı. Ardından inişe geçtik.

TIRMANMAYA DEĞERDİ

Ertesi gün zirveden manzara seyredecektik. Erken kalkıp yola çıktık. Karadeniz«in en doğusundan batıya doğru ilerledikçe bitki örtüsü değişmeye başlamıştı. Denizdeki gel-gitler gibi göğe ulaşan ağaçların, yeşilliklerin boyu kısalıyordu.

Yol boyunca değişmeyen tek şey derelerdi. Borçka üzerinden karayolundan Yusufeli’ne oradan Barhal’ı geçip Dilberdüzü«ne yöneldik. Yürüyerek sürdürdük yolculuğu. Vadi içindeki bir saatlik yürüyüş sonunda 2400 metre yükseklikteki Nastaf Yaylası’ndaydık. Çeşmeden su içip soluklandık. Ağustos sıcağına rağmen, kuytu bölgelerdeki karlar erimemişti. Geceyi 2900 metre yükseklikte, Dilberdüzü’ndeki kampta geçirdik.

Sabah 05.00'te grupla zirveye doğru yola çıktık. Yürüyüş kimilerimizi bezdirse de sabah 07.00«de güneşin doğuşunu seyretmek ve 3400 metredeki Deniz Gölü’nün çevresinde kahvaltı etmek "iyi ki buradayız" dedirtti. Dünyada bu yükseklikteki ikinci gölün kıyısındaydık, daha ne olsun. Yürüyüşü sürdürüp, saat 10.00«da 3937 metredeki zirveye ulaştığımızda müthiş bir manzarayla karşılaştık. Kimileri mistik duygularla zirvelere tırmanıldığını sanır, oysa ben sadece çaba harcayarak bu güzelliğe ulaşmayı seviyorum.

Dönüşte dolu eşliğinde, beş saatte aşağı indik. Kampın yanındaki derede yıkandık. Maşrapayla vücuduma soğuk suyu döktüğümde tüm yorgunluğum akıp gidiyordu. Deliksiz bir uykudan sonra ertesi gün saat 07.00’de inişe geçtik. İki saat sonra Olgunlar’da çay içiyorduk. Dinlenip, uzun yürüyüşe başladık. Bir saat sonra Dobe Yaylası’ndaydık. Kısa bir mola verip 3100 metredeki Lanetleme Geçidi’ne doğru hareket ettik. Güneşle yola çıkmıştık, yolda yağmur serpiştirmeye başladı. Geçidi aşıp 2850 metredeki Karadeniz Gölü’yle karşılaştığımızda şunu fark ettim: Doğu Karadeniz’de zorlukla ulaşılan her yerde muhteşem bir manzarayla ödüllendiriliyorsunuz. Mayo getirmediğimiz için, ne yazık ki göle giremedik. Yukarı Çaymakçur’a doğru inişe devam ettik. Buradaki bir evde, gönül yaşı 25 olan yaşlı teyzemizin güzel ayranını içtik. Minibüse bindiğimizde 11 saatlik yürüyüş tamamlanmıştı. Sessizliği geride bırakıp, Ayder’in cümbüşüne vardık.

KAYAYI KİM YUVARLADI?

Ayder’e gelip de tulum eşliğinde horon çekmemek olmazdı. Arkadaşlar bize enerji veren danslarını gösterip bir kez daha "iyi ki buradayız" dedirtti. Ertesi gün Unimog’lara binip Pokut Yaylası’na gittik. Şenyuva’yı geçince yol gittikçe yükselmeye başladı. Araçtan kafanızı çıkardığınızda, kendinizi boşlukta bulutlar arasında asılı gibi hissediyorsunuz. Sal Yaylası’nda manzara o kadar güzeldi ki, inip yürümeye karar verdik. İsviçre Alpleri gibi bir manzaralar vardı ülkemizde, biz bunu yeni öğreniyorduk. Orman patikalarından Pokut’a ulaştığımızda bir kez daha gözlerimiz kamaştı. Pansiyondaki odamız sanki bulutların üstündeydi. Camı açtık, mis gibi havayı soluduk. Bulutlar yanımızdan geçiyordu. Sanki Araf’taydık...

Pansiyoncu aile, yol açılmadan, yüklerini atla taşır, 9 saatte yaylaya ulaşırmış. Bu güzellik için saatlerce yürümeye değer. Ertesi gün Fırtına Vadisi’ne indik. 15 metre yükseklikteki Palovit Şelalesi tüm hırçınlığıyla akıyordu. Dönüşte arkamızdan büyük bir kaya düştü. Sanki doğayı rahatsız etmiştik...

YOK YOK BAKKALİYESİ

Yola devam edip Çat’a vardık, odamıza yerleştik. Çat’ın meşhur muhlamasını yedikten sonra Elevit Yaylası’na doğru hareket ettik. Yok Yok bakkaliyesini gördüğümüzde Elevit Yaylası’ndaydık. Diğer Karadeniz yaylalarına göre bozulmuş olsa da yine de şahsına münhasır haliyle bizi dinlendirdi. Akşam tulum eşliğinde dans eden arkadaşlarımız enerjilerini boşalttı.

Ertesi gün Karadeniz«de göreceğimiz son yayladaydık. Verçenik 3710 metre yükseklikte. Bu yaylada bizi dağ eteğine sığınmış gibi duran göller karşıladı. Burada da göl kenarında oturarak öğle yemeğimizi yedik ve aşağıya indiğimizde son günümüzün ödülünü Halil Abimiz bizlere çiğ köfte yaparak verdi. Karadeniz’de çiğ köfte! İşte kültürlerin geçişi ya da kültür dalgalanması diye ben buna derim...

Ertesi gün uçak saatimiz geç vakitteydi. Günü değerlendirmek amacıyla bir başka atraksiyon düşündük: Fırtına deresinde rafting. Muhteşem tatilin bitmesine gönlü razı gelmeyen arkadaşlar ile "durdurun zamanı" demek istercesine rafting yapmaya karar verdik. Suda kayıp giderken tüm yorgunluklarımızı da derede bıraktık ve uçağa bindik. Yine gökyüzündeydik ama bu sefer bedenlerimizin gücü ile değil de insan beyninin gücü ile...
False