Yerleşik düzene başkaldıran bir müzik ve dans TARANTELLA

Taranto: Güney İtalya’da bir şehir.

Tarantula: Isırığı ölümcül olabilecek iri bir örümcek türü.
Tarantizim: Örümceğin soktuğu kişilerde görülen ve kişiden kişiye değiştiğine inanılan hastalığa verilen ad.
Tarantella: Güney İtalya’ya özgü, kökü çok tanrılı eski Roma İmparatorluğu’na dayanan halk müziği ve o müzik eşliğinde çıplak ayak edilen dans.
Taranto Power: Yazar, besteci, gitarist, müzikolog, şarkıcı Eugenio Bennato’nun 1998‘de kurduğu grubun adı.
Ki göreceksiniz hepsi birbiriyle bağlantılı..

1 Ağustos gecesi, Bodrum Kalesi’nde konserin başlamasını bekliyoruz. Daha doğrusu erken gittiğimiz için sahnede son provasını yapan Eugenio Bennato’yu ilk sıraya kurulup çıt çıkarmadan izliyoruz. Altmış bir yaşındaki bu genç Napolili, Telli Telli’yi koyu bir İtalyan şivesiyle söylemeye çalışıyor. Repertuvarında bir tane daha Türkçe şarkı olduğunu biliyorum. Engin’in anlattığına bakılırsa o öğleden sonra tam da konsere ramak kala 2007’de piyasaya çıkan son CD’si Grande Sud’dan seçtiği bir parçayı Türkçe söylemeye karar vermiş ve yığınla işinin arasında Napoli’de bir konserlerine rast gelip hayran olduğu grubun Türkiye’ye gelmesi için canla başla çalışan, bu arada buradaki konserin sanat yönetmenliğini de yapan Engin Akın’dan güftesiyle bestesi kendine ait şarkının sözlerini çevirmesini rica etmiş.

Engin her zamanki alçak gönüllülüğü ile bir şeyler çiziktirdim işte, diyor.

Eugenio Bennato’yu tanımıyorum. Engin’le karşılaşmasam, onun aklına beni konsere çağırmak gelmese, arada Eugenio’nun kim olduğunu anlatmasa tanıyacağım da yok belli ki. Ne iyi bir müzik dinleyicisiyim, ne de ne yalan etnik müzik izleyicisi...
Konser başlıyor: Sahneye gitar, bas gitar ve her türlü telli aleti alıp çalan Eugenio başta olmak üzere üç kişi çıkıyor önce. Onları bele uzanan kıvırcık saçları ve kıvrımlı vücut hatlarıyla yüzde yüz Akdenizli olduğu aşikâr bir âfet, onun da arkasında üstümüzü örten gece gibi siyah ve nereli olduğu meçhul iri kıyım biri, son olarak da kâh tef çalıp kâh ritim tutan, eti kemiğine yapışık solgun yüzlü bir genç izliyor. Herkes yerini alıyor ve altı kişilik küçük orkestra çalmaya başlıyor. Fıkır fıkır, kıvır kıvır, adamı durduğu yerde durdurmayan bir müzik bu.

Eugenio tok ve yanık sesiyle bir şarkıya başlar başlamaz dalıp gidiyor, siyahi vokalistin bizim toprakların büyüsünü katmerleyen lailaheillallah nakaratını duymanızla ürperiyorsunuz.

Kıvırcık saçlı genç kadın, arada şakıyıp arada çıplak ayak döne döne, sonradan Tarantella olduğunu öğreneceğim öyle bir dansa başlıyor ki, insan sesine mi raksına mı hayran kalsın şaşırıyor.

Bütün ritim ustaları gibi eti kemiğine yapışık gencin işi de kolay değil. Bir coşturup bir hüzünlendiren bütün şarkıların ritmi ona emanet ne de olsa.

Şarkılar, şarkılar...
Buralı, oralı, şuralı ama hep bildiğimiz...
Buradan, oradan, şuradan ama hepsi Akdeniz...
Grande Sud, Büyük Güney demek.
Büyük Güney de Eugenio’nun diliyle söylersek bizim havza.
İçinde kim yok ki? İtalya var, Yunanistan elbet, elbet İspanya’yla Fransa...
Mağribi atlama ey gafil. Oradan da uzan Afrika’ya. Cesaria Evora ile niye düet yaptığını da bir zahmet anla.
Konserin yarısı, tam yarısı bile değil, bir telefon beni alıp hayatın gerçeğine döndürüyor. Gitmem lazım.
Kapıda satılan iki Eugenio CD’sini alıp artık evde dinlerim avuntusuyla çantama yerleştiriyor ve sıra provada dinlediğim Telli Telli’ye bile gelmeden kös kös dışarı çıkıyorum. Ne de olsa biz de Akdenizliyiz, önce aile gelir, biliriz.

Ertesi sabah Grande Sud’u dinlemeye başlıyorum. Bulutlardan söz ediyor sanki Eugenio. Yok hayır korsanlardan. Şarkılardan birinde giden gemiler var sanki. Kalıbımı basarım bir yerde mavi diyor. Eskilerden söz ediyor sanki birinde. Sesinde öyle bir nostalji. Bir başka şarkısında belli kafa tutuyor, sesi öyle inatçı sesi öyle öfkeli. Şimdi âşık oldu yeminle. Şimdi belli terk edildi.
Şanson hastası biri olarak neler anlattığını anlamayışıma sinir oluyor, belki çözerim umuduyla kulak kesiliyorum ama olacak gibi değil.
Üstüne üstlük bir de güney şivesi. Çeviri işi Nurçin’e kalacak belli.

yemek-mutfak
ağırlama-sofra
adres-mekan
içki-sigar
mey-meyhane
lokanta-bar
çay-kahve
ev-dekorasyon
tasarım
dans *
çiçek-bahçe
televizyon
haber-dizi
tatil-gezi-şehir
otel-spa-sağlık
müzik-konser kişisel gelişim *
güzellik-makyaj
moda-alışveriş
sinema-tiyatro
edebiyat
insan-portre *



Bilgisayarın başına oturup Eugenio Bennato yazıyorum.

Taranto Power diye ekleyerek.
Oooo! Meğer ki meğer...
Bloglar, benim de gittiğim konser hakkında görüşler, Debussy’den Rahmaninov’a, Mendhelson’dan Chopin’e yığınla usta, Baba filminden İbsen’in Bebekler Evi’ne binlerce bilgi.

Elemeye başlıyorum.

Taranto Power beni önce tarantella’ya, oradan da tarantulaya bağlıyor.
Bir zamanlar, çok çok önce, bizim evin duvarlarında çerçeve içinde iğnelerle tutturulmuş koca bir tarantula dururdu. Yanında da gene çerçeve içinde koca bir akrep. Hey gidi günler...

Tarantula ısırığı üzerine okudukça aklıma eski evin duvarına asılı kıllı tarantula geliyor. Fonda Eugenio çalıyor.
Tarantula ve Tarantizm.
Tarantula adlı örümceğin iki türü varmış.
Birinin Latince adı uzun diğerininki kısa. Uzun adlı olan erkek kısa olan dişi.
Ölümcül dişlere sahip olan dişinin bizdeki adı karadul. Tarantula zehrinin niteliğinin gün be gün hatta saat be saat değiştiğine inanılıyor, çünkü ısırılan kişilerin hareketleri gün be gün saat be saat değişiklik gösterebiliyor: Örneğin kimi kasıklarını tuta tuta gülerken kimi aralıksız hıçkırıyor, kimi durmamacasına ağlarken kimi top atsan uyanmayacak bir uykuya dalıyor.
Kimi kusuyor, kimi terliyor, kimi titriyor.

Kuduran, öfke ve şiddetle yanıp tutuşan olduğu gibi yerinden kıpırdamaktan aciz, külçe gibi kalan ya da bülbül gibi şakıyanlar da var.
Bunun dışında renklerin de önemi yadsınır gibi değil. Kimi kırmızıya hassas, kimi maviye, kimi sarıya. Kırmızıyla kuduran maviyle sakinleşebiliyor, yeşille dağılan sarıyla düzeliyor.

Bazı vakalarda hastalık 40 -50 yıl sürebiliyor.
Eski çağlardan beri söylenegelense, hastalığın tek tedavisinin müzik olduğu.
İnanış o ki, müzik tarantula ısırığına maruz kalan kişinin ruhunu uyandırıyor ve onu sarsarak kendine getiriyor. Yeter ki dans etsin. Durmamacasına, günlerce, haftalarca, aylarca, ölesiye dans etsin.
Onu sokan örümcek ölüp de ruhu azat olana dek dans etsin.
Çağımızda bu hastalığın adına histeri diyor çoğu ruhbilimciler.
Çoktanrılı eski Roma’da bir dönem çılgılık boyutuna varan, ortaçağda Hıristiyanlığın yayılmasıyla kilise tarafından yasaklanan ama bütün eski inanışlar gibi süren, sürdürülen, giderek de yerleşik düzene başkaldırı niteliği alan bir müzik ve o müzik eşliğinde yapılan dansa verilen ad Tarantella.

Eugenio Bennato’nun izini sürdüğü de işte bu: Şiir, masal ve düşlerle beslenen, unutuluşun kör, kuyusuna itilse de dudaklarda yeşeren, davranışlara sinen iki bin yıllık bu müziği unutulmaktan kurtarmak ve gençler aracılığıyla dünyaya yaymak.
İlk nota ilk ısırık olsun diyor bir anlamda.

Isırılan herkes kendince coşsun, başkaldırsın, tamam desin, hayatı iliklerinde hissetsin.
Yeter ki boyun eğmesin, yeter ki kabullenmesin, yeter ki yeter desin.

BAKINIZ

Pietra Montecorvino... Onun için besteledikleri ve boğuk sesli Napolilinin söylediği tangolar...
Nuova Campagne di Canto Populare...
Brigante se more... La citta di Mare.. Mille e una notta fa... Festa festa... Dulcinea...
Arada neden olmasın Debussy’den Dame Tarantella.
Tunus’tan Fildişi Sahili’ne uzanan müzik yolculuğu?
San Remo’da onur konukluğu...
Vesaire vesaire vesaire...

Yazarın Tüm Yazıları