Amma velakin, önce bir komisyon kurulacak, ardından da kadınların otomobil kullanma yasağı, Haziran 2018’den itibaren kaldırılacakmış.
Bir yıl daha bekleriz madem. İlahi kralım...
Kralın bir izni daha gündemdeydi geçenlerde... Kadınların ilk kez stadyuma alınmasına da izin vermiş. Berduhadar olsun, başındaki “igal”i güve görmesin.
Böylece ilk kez statta kurtuluş törenlerini -ayrı bir yere oturarak da olsa- izleyebilmişler.
Neden. nasıl kurtulmanın töreniydi, incelemeye hevesim olmadı.
Aslolan bir şeye izin vermesi...
* * *
İzin meselesi,
Bu kelimeler,12 Eylül darbesinden 2 ay sonra ağabeyi Muzaffer Erdost’la birlikte gözaltına alınıp, Mamak’ta dövülerek öldürülen İlhan Erdost’ın yaralı dudakları arasından çıkıyor.
İki kızından “büyük” olanı Türküler 2.5 yaşında, Alaz ise 6 aylık...
“Ben babamı en son uyurken gördüğümü hatırlıyorum” diyor Türküler.
“Alaz’sa babasının öldürülüşünü ilkokulda öğreniyor. Hayat Bilgisi dersinde...” (¹)
* * *
Hayat Bilgisi dersinde...
60’lı, 70’li, 80’li yılların darbelerle, idamlarla, infazlarla, işkencelerle, 90’ların faili meçhullerle geçtiği bir ülkenin, bir ömrün Hayat Bilgisi farklı oluyor tabi.
Babasını
Çocukluğumda okulda belletilen marşların yerini, gençliğimde farklı marşlar alsa da... Öyle.
Farklıydılar ama hepsi bir yerinden savaşa, bir şey için can almaya ve/veya bir şey için can vermeye değiyordu.
Her şey “marş”a, “slogan”a dönüşebiliyordu o koşullarda.
Türküler, şarkılar bile önce “sol”a ya da “sağ”a mal oluyor... Sonra hep bir ağızdan marş niyetine seslendiriliyordu.
* * *
1976 Mayıs’ıydı.
Hacettepe Üniversite Beytepe Kampusu’nun ilk öğrencileriydik.
Yeni taşınmadan kaynaklanan sorunlar vardı.
Ki “Aşk acısı”na, kahır mektuplarına hep başka bir şey(ler) eşlik eder. Tuzu biberidir, olmazsa olmaz.
Vefasızlıktır, kadir bilmezliktir, onca emeğe yazıktır... Eklenerek, katlanarak, gider. Tüy diker, manzaraya...
“Giden sevgilinin ‘yokluğu’ somut bir şahıs olarak, kalan sevgilinin karşısında oturur”. (¹)
Oturur da... Artık o konuşmaz, terk edilen sevgili onu -hayalinde kalan, ya da hayal ettiği kelimelerle- konuşturur.
* * *
Eğer aşkın raconu bu minvalde oluşursa, bu hüzzam ve yalnız ülkede ayrılmak da maalesef “ihanet”tir efendim.
Aşk kitabında “gitmek”, öyle ya da böyle vefasızlıktır zaten.
Bunca yılın cefasına, hatta
Belki bir çok şey öyle... Ama aşk varlığı hatta yokluğuyla bile öyle destanlara teşne ki, arada akan sular pek durulmuyor.
Misal, mitolojideki iki üç bin yıllık Yunan, Olympos efsaneleri.
* * *
Rivayet odur ki, tanrıların kralı Zeus ile Hera’nın oğlu Hephaistos, Olympos figürlerinin “mermerden yontulmuş” güzelliğinin tersine, çirkindir, topaldır. Tanrısal zanaatının etkisiyle kamburdur da hafiften.
Aslında Zeus ile Hera’nın “aşk mahsulü” çocuğu olduğu için muhtemelen güzel doğmuştur da... Mitolojiye göre ya babası ya da anası onu Olympos’tan aşağı attığı için öyle olmuştur.
Çirkindir ama bronz, demir ve değerli madenleri işlemeyi sadece o bildiği için, tanrılar katındaki yerini kısa sürede zirveye yükseltir.
Çirkinim ama bilezik bende
Biri Tomris Uyar; hayatından Ülkü Tamer, Cemal Süreya ve Turgut Uyar geçen yazar.
Hani ona hep sevdalı olan Edip Cansever’in, “Tomris rakıyı çok severdi, bense onu...” dizesindeki o ketum kadın.
Diğeri, ayrıldıklarında Ankara’ya da küsen şair Metin Altıok’un sevdası Füsun (Altıok) Akatlı:
“Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden /Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden”...
Ve yayıncı Nimet Tuna.
* * *
Kıkırtılı sohbetleri, “aşık olunabilecek erkeğin özellikleri”ne de geliyor.
Masaya uğrayan erkek şair-yazar takımının da görüşlerini alarak, başlıyorlar güle
Yaşından da yaşlıydı adam... Meyhaneye unutulmaz bir aks-i seda yerleştiren şarkıları, sesi dışında.
“Bir kırıklık var üzerimde” deyince, grip sandım. Yaşına, nesline hürmeten “Nevazil mi yoksa?” dedim.
Hani üşütürsün de, hasta olmazsın… İflah da olamazsın bir süre.
“Geçmiş olsun” diye ekledim, “Hep nevaziliz bu aralar...”
“Yok öyle değil” dedi. Demek anlatacağı varmış:
“Gençliğimde -önem sırasına göre- aşka, hayata, dünyaya meylettim hep. Ve bunların hepsine meyletmeyi, en azından hayallerimi öyle ayarlamayı mümkün kılan bir avuç hürriyete.
Ama önce aşkta kalbim kırıldı.
Bir kız sevdim,
Biyolojik farklılıklardan yola çıkan “ayırımcılık”, tarihsel, sosyal, kamusal, hatta hukuksal mecralarda da zeminini buluyor.
Orada durur mu... Anında cinsiyetçi esprilere, atasözlerine, deyimlere, bayat vecizelere sızıyor.
“Kadınla erkek -doğası gereği- farklıysa, bittabi eşit de olamaz” mantığı, en düz yol zira. Koştur dur.
“Erkek yaklaşımı”nın da en kolay lokmaları oluyor tabi. Türlü bahanesi de...
Küçük a ile başlayan aşk
Hele mevzu son yazımda az değindiğim