Dağdaki çobanla tarladaki çiftçi

Çobanlar zorunlu olarak göçer, hayvanını yaşatmak zorundadır. Çiftçi zorunlu olarak yerleşiktir, toprağını bırakamaz. Ve bu iki grup bir araya geldiğinde zorunlu olarak çatışır, çıkarlar uymaz.

Haberin Devamı

Dağdaki çobanla tarladaki çiftçi

Bir Mısır mezar duvarı resminde keçi güden biri görünüyor. Üzerinde hiyeroglifle 'hyksos' yazılmış. Tarihsel ilk hyksos kaydı.

Çobanlarla çiftçiler sizce kavga halindeler mi? Elbette değiller bugün. Hatta kavramlar bu konuda da tuhaflaştı zira günümüzde hem toprağı ekene hem de hayvan yetiştirene çiftçi deniyor fakat doğru değil bu. Çiftçi sadece tarımla uğraşana denir. Bizim burada anlatmak istediğimiz, toprakla uğraşanlar (çiftçi) ile hayvan yetiştirenler (çoban). Bugün bu iki grup arasında hiçbir gerilim yok, neden olsun ki zaten? Ama durum “dün” çok farklıydı. Dün derken binlerce yıl öncesinden söz ediyorum. Kadim bir kavga bu. Hem yakından tanıdığımız hem de kökeni hakkında fazla bilgimiz olmayan. Eh, bilgimiz olsun o zaman.

Haberin Devamı

HABİL-KABİL ANLATISI

Dağdaki çobanla tarladaki çiftçi

Bir 15. yüzyıl Alman çiziminde Habil-Kabil öyküsü

Daha eskilerine uzanmadan önce, geleneğin bilinen en genç anlatısına bakalım. Yakından tanıdığımız kısmı da burası zaten. Ünlü Habil ile Kabil anlatısı bu. Kitaplı Semitik dinlerin en kapsamlı anlatısı, Tevrat’ın Tekvin (Yaratılış) kitabındadır. Âdem ile Havva’nın yasaklanmış iyiyi kötüyü bilme (bilgi) ağacından yiyerek kural ihlalinde bulunmaları üzerine yeryüzüne gönderilmelerinin ardından dünyaya gelen ilk oğulları Kain’dir. (Kur’an’daki Kabil.) İkinci oğlan Habil’dir. Tekvin’e göre Habil koyun çobanı olur, Kain ise çiftçi. (Bap 4) Kain, Tanrı’ya sunu (kurban) olarak topraktan elde ettiği ürünleri takdim eder. Habil ise sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından sunar. Tanrı, Habil’in takdimelerini beğenir. Bunun üzerine Kain çok sinirlenir, kıskanır ve nihayetinde kardeşini öldürür. (Daha sonra gidip başka bir diyarda kendisine yeni bir hayat kurar, evlenir. Oğlu olur. Oğlu da evlenir, onun da oğulları olur ve onlar da evlenir. Bu evlenilen kadınların hangi soydan olduklarını, Âdem ile Havva’nın oğullarının, onlardan uzak bir diyarda evlendikleri kızların kimin kızları olabileceklerini, eğer kardeşlerse başka bir diyara neden gitmiş olabileceklerini vb. konuları teologlar bugün hâlâ tartışıyor, bizim konumuz değil.)

Haberin Devamı

DAHA YENİ BAŞLIYORUZ

Dağdaki çobanla tarladaki çiftçi

Kıssas-ı Enbiyâ'dar bir çizim. Kabil, Habil'i gömüyor.

Bu anlatı, çoban-çiftçi kavgası hikâyesinin başı değil, sonu. Çünkü öykümüzün çok daha derinlere uzanan kökleri var. İşte pek bilmediğimiz yerleri de bunlar. Aslında tek bir yere, tek bir kültüre atfedecek kadar dar bir konu değil bu. Büyük olasılıkla her yerde var olmuş, her yerde yaşanmış bir şey. Çünkü öykü, insanın, avcı-toplayıcılıktan tarımla birlikte gelişen şehirleşme sürecinin sancılarına dayanıyor. Avcı-toplayıcı iken yiyecek nerede var ise oraya gider, karnımızı doyurur, avlanırdık. Gezgindik yani. Fakat tarım başlayınca toprağa bağlandık ve toprağın yeri de değişmediğinden, çevresinde yerleşikleştik. Şehirleşme böyle başladı. Tabii küt diye dünyanın her yerinde aynı anda ve sessiz sedasız olmadı bu. Özgür gezginleri bir anda kimse şehirlere tıkmadı. Zaten şehir dediğimiz de başlarda köylerden ibaretti, öyle İstanbul, New York, Londra falan yoktu ortada. Bugün anladığımız tipte şehirlerin ortaya çıkışına daha binlerce yıl vardı.

Haberin Devamı

BİTMEYEN GERİLİM

Koyun, MÖ yaklaşık 8500’lerde bizim buralarda, Güneydoğu Asya’da (Anadolu, Suriye, Mezopotamya) evcilleştirildi. Sığır, keçi ve domuz da öyle. (Avcılıktan Gurmeliğe Yemeğin Kültürel Tarihi, Priscilla Mary ışın, YKY, 2020) Fakat hayvan yetiştiriciliğinin, insanlar her ne kadar yerleşik düzene geçmek isteseler de, farklı özellikleri vardı. Hayvanların sağlıklı yetişebilmesi için taze ot, uygun iklim gerekiyordu ve bu da, tıpkı bugün olduğu gibi hayvan yetiştiricilerinin, yani çobanların gezgin hayatı sürmelerini dayattı. Çobanlar, tüm zamanlarda gezgin olarak kaldılar. Yerleşik düzene geçip şehirleşen, toprakla uğraşan çiftçiler de, toprağın verimi, bereketi üzerine inanç sistemleri oluşturdular. Hayvanların ekinlerini yemelerinden, tarlalarını bozduğundan hep şikayetçilerdi. Öyle ya da böyle yaşanan pek çok sorun nedeniyle yerleşiklerle gezginler, yani çiftçilerle çobanlar arasına her zaman gerilim oldu. Söz konusu çatışma da buradan kaynaklanıyor zaten.

Haberin Devamı

KÜLTÜR GETİRENLER

Bütün uygarlıkların başı olarak tanıdığımız Sümerlerin inanç sisteminde (ki bugün biz ona mitoloji diyoruz) Çoban Tanrı Dumuzzi (Tammuz. Bizim bildiğimiz temmuz yani.) ile Çiftçi Tanrı Enkimdu arasındaki çatışma tam olarak bu anlattığımızdan kaynaklanır. Çünkü Sümerler, MÖ 3500 öncesinde Mezopotamya’ya geldiklerinde, bölgede zaten Samiler vardı. Samiler hayvancılık yapıyorlardı ama Sümerler, kanal açmayı, toprağı sulayıp işlemeyi, tohum yetiştirmeyi, toprağı sürmeyi vs. biliyorlardı ve bütün bildiklerini bölgede uygulayarak uygarlığı geliştirdiler. Aslında Samiler Sümerlere hayranlardı, onlara Sümer ismini de onlar vermişti. Sümer, geç Akkad dilinde “kültür toprağı”, Sümerler de “kültür getirenler” demekti. (Sümerler, Helmut Uhlig, Totem Yay.) Fakat gerilim ve çatışma kaçınılmazdı elbette.
Bu gerilim, inanç sistemlerindeki anlatılara da girince, yazı öncesi sözlü edebiyatla kulaktan kulağa anlatılınca ve yazıyla birlikte hep kopyalanarak aktarılınca binlerce yıl devam etti, yayıldı, konuşuldu. Çok sayıda örnekle bildiğimiz gibi var olmayan bir şey hakkında çok uzun süre gerçekmiş gibi konuşulunca varlığı insan algısında kesinleşir, gerçek olarak etiketlenir; fakat çoban-çiftçi gerilimi zaten gerçekten vardı. Hatta katlanarak yükseldi.

Haberin Devamı

MISIR’A BÜYÜK GÖÇ

Bugün Suriye dediğimiz bölge, antik metinlerde Kenan diyarı diye geçer. (Daha önce bu konuda konuşmuştuk. Suriye, Lübnan, Filistin, İsrail… tamamı) Kenan diyarında yaşayanlar, çok büyük oranda çobanlık yapıyorlardı. Kendilerine Mezopotamya’dan daha yakın olan Mısır’la da yakın ilişki içindeydiler. Ayrıca Mısır, Nil sayesinde verimli topraklara sahipti ve koyun ve keçi sürülerini orada otlatmak, nispeten çorak olan Kenan’dan çok daha kolaydı. MÖ 1700’lerde binlerce Kenanlı, hayvanlarıyla birlikte Mısır’a akın etti. Bütün hayatları Nil ve onun sayesine gelişen tarıma bağlı olan Mısırlılar ise elbette bundan hiç hoşnut olmadılar. Alın size yeni bir çatışma alanı.

ÇOBAN KRALLAR DİYARI GOŞEN

Mısırlılar, Aamu, yani “Asya’dan gelen” bu yabancılara sonradan Hyksoslar adını verdi. Hyksos, Mısır dilinde “çoban krallar” demekti. Hyksoslar kesinlikle Sami dili konuşuyorlardı. Bir süre sonra kendilerine güvenleri o kadar arttı ki, göçmenliklerini unutup, Mısır’ın hâkimiyetini ele geçirmeye kalktılar. Geçirdiler de. MÖ 1630-1520 arasında Mısır’da Sami krallar (zaten Hyksos ismi oradan geldi) hüküm sürdü. Bir asır kadar egemenlik kurdular, hanedanlar oluşturdular, saraylar, kentler inşa ettiler. Ama kral da olsalar, çoban nitelemesini unutturamadılar Mısırlılara. Delta’da “Avaris” isimli bir başkent kurdular. Bu arada Mısır’ın yerlileri de kendi içlerinde mücadeleye girişmişlerdi, iç savaşlar patlak verdi, güçleri iyice zayıfladı ama toparlandılar. Nihayetinde 18. Mısır hanedanından 1. Ahmose (egemenliği MÖ 1539-1514), büyük bir güçle Hyksosları Kenan diyarına kadar kovdu. Diyelim, Lübnan’a kadar. Ülkeden çıkartıldı Samiler. Elbette kalanlar da olmuştu. Mısır’dan bu şekilde çıkartılış, geleneğe “Mısır’dan çıkış” olarak yansıdı elbette. Biz bugün Musa önderliğinde bir Mısır’dan çıkış hareketine epey aşinayız. (Hyksoslar Mısır’dan ayrılırken, beraberlerinde, Afrika kökenli kadim Mısır geleneği olan sünneti de götürdüler kendi diyarlarına.) Hyksosların başkenti Avaris, Tevrat’ta firavun tarafından Yusuf’un ailesine verildiği söylenen “Goşen diyarı”nın orta yerindedir. Daha önce de başka vesileyle üzerinde durmuştuk. Musa (orijinal haliyle Moses) bir Mısır ismidir ve kral Ahmose’nin ismindeki (Ahmoses) ile aynıdır. Ahmose’nin torunu Tutmose vardır mesela (Tuthmoses), onda da durum budur. Mose, eski Mısır dilinde “çocuk” anlamına gelir. Ramses’te de görürüz bunu. Ra+mosses, “Ra’nın çocuğu/oğlu” anlamına sahiptir.

KIRIN ŞEHRE ÖFKESİ

Yazının bu aşamasında Hyksoslara (tamamı olmasa da) İbraniler diyebiliriz. Daha tanıdık gelecektir hepimize zira. İbraniler hep çoban idiler. Bu nedenle şehir-kır çatışmasında hep aynı tarafta yer aldılar: Kır! Zira binlerce koyun ve keçi ile şehirde yaşamak çok zordu. Geçen hafta hatırlarsanız “Günah Keçisi”ni incelemiştik. İbranilerin, günahlarını bir keçiye yükleyip çorak arazilere bırakmasıydı konu. “Neden keçi?” diye soran olursa diye söylüyorum, eh, yanlarında hep keçi vardı da ondan. Olsaydı belki günah zürafası da bilirdik ama yoktu. İbranilerin, şehir hayatına uzak kalışları (belki bir tercih, belki bir zorunluluk, üzerinde yorum yapmanın anlamı yok şu an) Türkçede pek olmasa da Batı dillerinde bugün de varlığını koruyan “Günahkâr Babilli” lafının ortaya çıkmasını sağladı mesela. (Uhlig) Çünkü kır hayatı onlara göre masumdu, saftı, temizdi, şehirler günah yüklüydü. Babil’in, Sodom’un, Gomorra’nın lanetlenip durması, en fazla mezra ölçeğinde yaşayan “kır”cıların, şehirlere duyduğu öfkenin bir göstergesiydi.

İNANNA’NIN SEÇİMİ

Yine en eskiye, yani Sümer’e dönelim. Çoban tanrı Dumuzzi ile çiftçi tanrı Enkimdu neden çekiştiler? Hangisi tanrıça İnanna (sonradan İştar, Afrodit ve Venüs isimlerini alan) ile evlenecek diye çekişiyorlardı. Güneş tanrısı Utu (diğer adı Şamaş. Hatırlayınız “şamdan”ın kökeni), kardeşi İnanna’ya çobanla evlenmesi için dil döker. Tanrıça İnanna şöyle yanıt verir:
“Çobanla evlenmeyeceğim
Yeni giysisine beni saramaz,
İnce yününü bana giydiremez,
Ben, bakire, çiftçiyle evleneceğim,
Bitkileri bol yetiştiren çiftçiyle,
Tahılı bol yetiştiren çiftçiyle.” (Kramer: Sümer Mitolojisi; Uhlig: Sümerler)
Böyle der ama sonunda çoban Dumuzzi ile evlenir. Bütün mitler gibi bu da, toplumsal yapının bir aynasıdır elbette. Bugün dünya genelinde kalabalık gruplar halinde gezginlerin/göçmenlerin/göçerlerin sıkıntı yaşaması, görüldüğü üzere pek de yeni bir şey değil. Dünden bugüne uzayan bir sosyal durum bu ve hiçbir keçinin bu konuda hiçbir günahı yok.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

KEYİFLİ BİR BAYRAM GÜNÜ
Bugün (1 Temmuz Cuma) Denizcilik ve Kabotaj Bayramı, kendi denizlerimizde esaretimizin sona erişinin yıldönümü. Kutlu olsun. Bu çok anlamlı ve ulusal önemi yüksek güzel günde denize açılmak isteyenler, Marmara’da pek de kuvvetli olmayan bir poyrazla ve aşırı olmayan sıcakça bir havayla keyifli bir gün geçirebilirler. Fakat poyraz, cumartesi ve pazar günleri giderek güçlenecek, kabak da her meltem döneminde olduğu gibi Kapıdağı Yarımadası, Marmara adaları, Erdek, Bandırma dolaylarının başına patlayacak. Sıcaklıklarda önemli bir değişiklik yok ama cumartesi günü, diğerlerinden daha sıcak diyebiliriz. Yağış beklenmiyor. Sağlığınız yerinde, neşeniz daim olsun.

Yazarın Tüm Yazıları