Tan Sağtürk

Geleceğe Meşale Yak

10 Aralık 2017
“Ülkeler bilim adamlarının kıymetini bilmeyip onları ödüllendirmezlerse, gelişmeyi de beklemesinler.” Voltaire’in bu sözü ödüllendirmenin değerini bize anlatıyor.

Başarılara verilen ödüller adil olduğu sürece son derece değerlidir. Bir konuda emek veren insanı motive eder. Özellikle genç yeteneklere verilen ödülleri önemsiyorum.

Benim de 2006 yılında aldığım “TOYP Türkiye’nin On Başarılı Genci” ödülleri tam 23 yaşında.

 

Tüm süreci gönüllülük esası ve özveri ile yürüten JCI İstanbul Başkanı Funda Siller ve TOYP Direktörü Celal Onurhan Bayraktar ile ekibinin yaklaşık 11 aydır emek vererek ortaya çıkardığı TOYP 2017 programı ödül gecesinde, toplumsal gelişime katkısı bulunan ve daha iyi yarınların peşinde koşan ülkemizin gurur kaynağı olacak gençlerimiz ödüllerini aldılar.

 

Bu senenin konsepti “Geleceğe Meşale Yak”.

 

Yazının Devamını Oku

Ya bir yarışmada 2. olursam...

3 Aralık 2017
Ankara Devlet Konservatuvarında yıllar önce beraber okuduğum bir arkadaşım beni aradı.

Kızı Brüksel’de Uluslararası Grumiaux Genç Kemancılar Yarışmasında 2. olmuş. Bana sponsor desteği bulup bulamayacağımı sordu. Ona verdiğim cevap şöyle oldu; “Laçin önemli bir yarışmada 1. olursa sponsorlar daha kolay değerlendirmeye alırlar. Zaten kültür sanata verilen destekler çok azaldı maalesef.”

 

Bu konuşmanın ardından durup düşündüm. Özellikle genç sanatçı adayları için sponsor destekleri çok önemli. Kendini sürekli geliştirmek zorunda olan Laçin gibi örnekler çeşitli yarışma ve festivallere katılmak durumundalar. Aynı zamanda bu tür platformlarda ülkemizi temsil etme şansına da sahip oluyorlar.

 

Bu noktada can alıcı soru ise şu: Bir sanatçı adayının önemli bir yarışmada 2. olması onun sponsor desteği bulmasını gerçekten zora sokar mı?

 

Daha önce buna benzer birçok örnek ile karşılaştığımız için, 1. olunmadığı takdirde sponsor bulmanın maalesef neredeyse imkânsız olduğunu söylemeliyim.

 

Yazının Devamını Oku

İstanbul’da Dans

26 Kasım 2017
Sanatı yücelten başyapıtların ülkemizde sahnelenmesi adına büyük mutluluk duyuyorum.

İKSV yine böyle bir eseri ülkemize getirdi. 21. İstanbul Tiyatro festivali kapsamında Angelin Preljocaj 18 Kasım’da Zorlu PSM Ana Tiyatro sahnesinde izleyici ile buluştu.

 

Fresk masalsı, baş döndürücü ve meditatif bir hareket deneyiydi.

 

Aynı zamanda sert, cesur, çağdaş ve sorgulayıcı bir dans gösterisi olarak karşımıza çıktı.

 

Bir Çin masalı üzerine inşa edilen bu ezber bozan performansı izleyiciler ilgiyle karşıladı.

 

Yazının Devamını Oku

Akıl Oyunları

19 Kasım 2017
Tan Sağtürk Akademi’nin öğrencileri ile her yıl kültür-sanat başkentlerine yolculuklar yapıyoruz. Bu yıl seyahatimizin rotası St.Petersburg. Ekip arkadaşlarımızla beraber turne programını hazırladık. Ocak ayında bu turun olmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Dostlarımla beraber geçen yıl ziyaret ettiğim St.Petersburg kültür-sanat anlamında bizde çok etki yaratmıştı. Okulumuzun turne takvimine bu ziyaretten sonra almaya karar vermiştim bu güzel şehri. Bir yıl sonra yine aynı dostlarla gezimizi Moskova’ya yapmak için birbirimize söz vermiştik.

Ve işte dimağıma kazınan anılarıyla Moskova’dayız.

Akıl Oyunları

 

Eşimin çocukluk arkadaşı Yuliana’nın düzenlediği bir yemekteyiz. Bu öyle sıradan bir yemek değil. Moskova nehri kıyısında şehre hâkim bir restoranda kentin ileri gelenleri beşerli gruplar halinde oturuyorlar. Ortam kalabalık. Yuliana onlara hazırladığı soruları soruyor. Kafa kafaya veren gruplar, ellerinde kalemler, bu sorulara ciddiyetle cevap veriyor. Oyunun amacı, dışarıda birbirleriyle iş yapacak insanların ‘akıl oyunlarında’ tanışmalarını sağlamak. O gün böylesine farklı bir geceye şahit olmaktan müthiş keyif aldık.

 

Yazının Devamını Oku

Konservatuvarlarımızın geçmişi ve geleceği üzerine

21 Haziran 2017
“Atatürk’ün emriyle kurulan, Cumhuriyet’in ilk konservatuvarı bugün seksen birinci yaşını kutlamaktadır.

Kuruluşundan bugüne hem ulusal hem de uluslararası arenada adını duyurmuş çok sayıda sanatçı ve bilim insanı yetiştiren Konservatuvar, yurdumuzdaki tüm sanat kurumlarının, ayrıca diğer resmi ve özel sanat topluluklarının da kaynağıdır. Adı, Çağdaş Türk Sanatının en önemli isimleriyle birlikte anılagelen Konservatuvar; gerek çatısı altında çalışan değerli eğitmenler, gerekse yetiştirdiği sanatçı ve bilim insanlarıyla, Türk sanat yaşamına en üst düzeyde katkı sağlamaya devam etmektedir. Cumhuriyet değerlerinin adeta bir anıtı olan Konservatuvarın geçmişi de bu konumuna yaraşır derecede zengindir.”

Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı hakkındaki bu bilgileri kurumun internet sitesinden aldım.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan Musiki Muallim Mektebi’nin nüvesini oluşturduğu kurum, Ankara Devlet Konservatuvarına dönüşme süreci ve sonrasında yetiştirdiği sayısız “müzik, tiyatro, opera ve bale sanatçıları” ile ülkemizin medar-ı iftiharı.

İlk olarak müzik ve tiyatro alanlarında öğrenci ve öğretmen yetiştiren konservatuvar, bale sanatının ülkede tanınıp yaygınlaşması için de ilk adımı atan kurumlardan oldu.

1947’de “Yeşilköy Bale Okulu” adıyla İstanbul’da kurulan Türkiye’nin ilk bale okulu, 3 sene sonra Ankara’ya taşınarak Devlet Konservatuarı’na Bale Bölümü olarak dâhil edildi. Bu okul, Türk Hükümeti ve İngiliz Kültür Heyeti iş birliğinde, İngiliz Kraliyet Bale Okulu ve Topluluğu kurucusu Dame Ninette de Valois’in danışmanlığıyla kurulmuştu. Bu işe atılışını herkesin Binbir Gece Masalları’na benzettiğini söyleyen Valois’in Ankara ve İstanbul'daki ilkokulları gezerek bulduğu yetenekli öğrenciler, konservatuvarın bale bölümünün de temeli oldu.

Ben, Sayın Cüneyt Gökçer’in müdürlüğümüzü yaptığı, Sayın İnci Kurşunlu’nun Bale Ana Sanat Dalı Başkanımız olduğu bir dönemde bu değerli okuldan mezun oldum.

Birçok arkadaşımla beraber değişik şehirlerden geldiğimiz için yatılı olarak okuyorduk. Sanatçı yetiştiren bu ortamlarda yatılı bölümler sanatçı adayları için çalışmaların daha çok pekişmesini sağlar.

Derslerin bittiği saatten sonra ise okulda yeni bir yaşam başlar. Yatılı bölümler farklı branşlardan gelen öğrencilerin çalışmalarını ortaya koydukları bir “laboratuvar” gibidir. Örneğin tiyatro bölümündeki arkadaşlarım sayesinde hâlâ Shakespeare’in birçok oyununun sözleri hafızamda… Müzisyen arkadaşlarımın tüm detay çalışmalarına şahit olmak da bale mesleğimdeki yolculuğumda bana birçok katkı sağlamıştır.

Yazının Devamını Oku

Kendimiz ve İnsani Değerler Adına Bunları En Son Ne Zaman Yaptık?

14 Haziran 2017
“Bir müze ya da sergiye en son ne zaman gittim? Sahi ne zamandı? Galiba bir defa sınıf öğretmenimiz götürmüştü okuldayken. Birkaç kere de lise arkadaşlarımla resim sergisine gitmiştik. Liseden bu yana kaç yıl geçti? Artık kitap da okuyamıyorum…” diye düşünüyordu, iki küçük çocuk sahibi genç kadın.

Kitaplardan, sergilerden, müzelerden, hemen her türlü kültür ve sanat kaynağından kopuk, kendini çocuklarına ve ev işlerine vakfetmiş olarak sürdürüyordu yaşamını. Ta ki bu sorular kafasını kurcalayana dek…

Ne çok şeyden mahrumdu halbuki…

Bir müzeyi gezerken onun kültür birikiminin içinde yoğrulmak...

Bir sanat eserini seyrederken onun yaratım sürecini oluşturan duygu ve biçim değerlerinde kendini yeniden keşfetmek…

Peki ya kitaplar?

Şöyle, okurken hissiyat ve fikir ırmağında akarak başka dünyaları yaşamak…

Sıradan bir hayatı, başkalarının birikimleri ile zenginleştirip özelleştirmek…

O zenginliği çocuklarına ve topluma yansıtabilmek…

Yazının Devamını Oku

Yaratıcılık ve Yorumlama Üzerine

7 Haziran 2017
Bir bebeğin doğumunu düşünün. Hayata ilk geliş anını. Anne ve doğumhanedeki herkes için çocuğun ağlamasıyla 'ritim' başlamıştır artık. Geçen her gün, o canlının yaşını oluşturur.

O ilk ağlamadan, ilk nefesten önceki 9 aylık süreçte, bir pıhtının ilk hareketi bu yaşa dahil olmalı belki de.

Her insanın 'kalp atış ritmini' nasıl hissettiğinin; onun yaşam biçimini, duygularını, refleks ve tepkilerini biçimlendirdiğine inanırım.

İşi yaratıcılık ve yoruma dayanan sanatçılarda, bu fiziksel ve ruhsal ritmin hayata yansımasını gözlemlemek oldukça kolay.

Özellikle sahne sanatlarıyla uğraşan bir sanatçının, -aynı eseri defalarca yorumlasa da- performansının günden güne farklılıklar göstermesi; duyguların farklı yoğurulması ve hissedilen ritmin değişkenliği ile doğru orantılı. Çünkü içsel süreçlerle şekillenen ritim ve tempo, eseri yönlendirir.

Ritim eseri yorumlamada farklılık yaratır

Elbette eserlerin kendine has değişmez ritimleri vardır. Metronomların bize söylediği vuruşların önünden gitmek, arkasından koşmak ya da tam üstünde seyretmek profesyonel dansın en önemli anahtarları arasında.

Her ne kadar konservatuvar aşamasında sanatçı adayına bu disiplin yüklense de, profesyonel yaşamın ustalık bölümlerine doğru bu değeri kullanabilmek ve sahnede onunla daha fazla yaşayabilmek yeteneği öne çıkıyor.

Ritim anlayışındaki farklılıkları Tchaikovsky'nin en bilinen ve sevilen eserleri üzerinden örneklendirebiliriz. 'Kuğu Gölü'nün özellikle 3. ve 4. perdelerinde, eseri yorumlayan dansçılar ritmin hemen arkasından gelirken, 'Uyuyan Güzel'de temponun yoğunluğu dansçıları tam üzerinde taşır. 'Fındıkkıran'da ise dansçılar ritmin bir adım önünden koşup eseri sürükler.

Yazının Devamını Oku

Mardin’de Bir Öğleden Sonra Ne Yapacağını Bilememek…

31 Mayıs 2017
Bir şehirden söz edesim geldi bugün ve neresi hakkında yazmak istediğimi düşündüm. Sevdiğim ve herkese anlatmak istediğim bir kenti düşlediğimde içimden yine İzmir geçti. Benim kentim, doğduğum, sevdiğim, hayran olduğum şehir.

Yüzlerce yaşındaki zeytin ağaçlarının turkuaz denize dallarını sarkıttığı yer. Kaybolup giden nice büyük uygarlıkların bugüne taşınan izlerini, bize bıraktıkları tarih ve kültür mirasını anlatmak istedim. 

Ama başka bir ışıltı geçti içimden birden. İzmir hasretimin üstüne usulca sokuldu. Her yerde olmak isteyen bir çocuk misali, bambaşka bir şehre kaydı düşüncelerim. Zihnim Mardin’e doğru bir yolculuğa çıkıverdi.

Zamanın durduğu birkaç yer vardır yeryüzünde. İşte öyle bir yer Mardin. Uzaktan bakın bu kente. Havada asılı kalmış gibi durur. Samanyoluna karışmış gece ışıltılarıyla yer çekimini tanımaz. Onu öylece bırakıp ilgisizce yanından geçip gitmek mümkün değil. Sizi kendi çekim alanına sokar.

Tepedeki bir taşın üstünde oturur, basamak basamak birbirine yaslanmış evlerin bezediği şehre bakarsınız. Sanki bir çamur gölünde, dev bir kabarcık üzerinde zümrütler, elmaslar, yakutlar kaynamış. O kabarcık donmuş, evler, yollar olmuş. Çamur gölü sarıya, yeşile boyanmış, uçsuz bucaksız Mezopotamya ovasına dönüşmüş.

Zamanın durduğunu hissettiğim bu yerde bizden önce kimler, nasıl yaşadı... 6500 yıldır birbiri üstüne çeşitli uygarlıklar yerleşmiş Mardin’e. Sümer, Hitit, Asur, Babil, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve daha onlarcası. Medeniyetler üstüne kurulan medeniyetler, bir açık hava müzesi haline getirmiş kenti. Tam da bu yüzden, avuç büyüklüğündeki kentte var olmuş uygarlıkların gölgeler arasında gizlendiklerini ve niçin Mardin’in binlerce yıl yaşadığını hissedersiniz.

Şehri gezerken algılarımız en yüksek seviyede açık. Her görüntü bilinçaltımıza yerleşir. Ala gözlü bir çocuk bize bakar; sarışın. Gözleri mavzer. Cami-i Kebir’den ezan sesi yükselir. Güvercinler uçar, ufka uzayan Mezopotamya ovasına doğru. Geceleri uçsuz bucaksız denizi hatırlatan bir ova. Işık adacıkları oluşturan birkaç traktör, denizi yaran pancar motorlu balıkçı teknelerini andırır lacivert gecede.

Ve Mardin evleri. İri taşlardan yapılı… Ev üstüne yükselen bir diğer ev, insanın ağırlığını ayakları dibinden alır, başının üstünden aşırır, bir sonraki evin ayakları dibine bırakır.  Basamak gibi yükselen bu evlerle, Babil’in asma bahçeleri üstünde uçtuğunuzu hissedersiniz. Ortalarında bir yol, kristal yıldızlara uzanır.

Bir öğleden sonra Mardin’de n’apacağını bilememek demek, insanoğlunun bu kente niçin sığındığını, niçin burayı terk etmediğini anlamak ama bir türlü anlatamamak demektir.

Yazının Devamını Oku