Tan Sağtürk

Çocuk Sanata Dokununca 2

11 Şubat 2018
Geçen hafta, öğrencilerimle birlikte çıktığımız St.Petersburg yolculuğumuzdan bahsettiğim bir yazı yazmış; dopdolu geçen bu gezinin ikinci bölümünden bu haftaki yazımda bahsedeceğimi duyurmuştum. Kültür ve sanat ile tepeden tırnağa yıkandığımız büyüleyici St. Petersburg turumuzda, aylardır merakla beklediğimiz Mariinsky sanatçılarının bale eserlerine de yer verdik.

Rudolf Nureyev, Natalia Makarova, Mikhail Baryshnikov gibi efsane bale dansçılarının yetiştiği Mariinsky Tiyatrosunun tarihi ve yeni olmak üzere iki sahnesi var. Eş zamanlı gösteriler yapıyorlar. Akşam Mariinsky Tiyatrosunun yeni binasında bir başyapıt olan “Le Corsaire” balesini seyrettik. Şık giyinmiş seyircilerin arasında alkışlarımızla yerlerimizi aldık. Dünyanın en iyi grup dans çalışmasını (corps de ballet) sağlayan topluluk, yetenekli solist dansçıları ile çağımıza uygun hızı ve kaliteyi yakalamış bir gösteri çıkardı. Eserin çocuklar üzerindeki etkisini gösteri sonrası yemek yerken “soru bombardımanından” anlamak hiç de zor değildi.

Bir sonraki gün 1832’de kurulup 1838’de halka açılmış Ulusal Zooloji Müzesini gezdik. Son derece etkileyici müzenin 17 milyon tür barındırdığı ancak sadece 500 bin türü sergilediği belirtiliyor. Mamutlar, balinalar, tarihe gömülmüş ve halen var olan yaban hayvanları göz alıcı bir biçimde sergileniyor.

Sonrasında ise Upsala Sirk Okulu’nda workshop’taydık. Trambolinler, denge ipleri, üzerinde yürümemiz gereken toplar müthiş eğlenceli bir eğitmen grubu tarafından çocuklarımızın yaşam alanına dönüşmüştü.… Eğlence, cesaret, bir de bolca kahkahanın kareleri hafızamıza yazıldı.

Bu kadar hareketli bir turdan sonra ne yapmak lazım. Daha çok harekete, daha çok eğlenceye gitmek lazım. Buz gibi bir şehirde hep beraber havuza, Piterland Aqua Park’a… Hepimiz mayolarla, dev bir cam kürenin içinde, donmuş Neva Nehri’ne nazire yaparcasına su kaydıraklarından kaydık... Dalga havuzlarında eğlendik. Altını çizmek lazım, güvenliği asla elden bırakmadık. Ama her birimiz gerçekten çok eğlendik…

“BEN BURADAYIM”

Ertesi sabah kahvaltıda öğrencilerime sordum. Uykularını çok iyi almışlar; yorgun ve mutlu bir günün ardından nasıl uykuya dalınırsa öyle uyumuşlardı.

Yazının Devamını Oku

Çocuk sanata dokununca

4 Şubat 2018
Çocuklarımız yaşamımızın heyecanı. Geleceğimiz.

Onların gelişimine gururla tanıklık etmek istiyoruz. Başarıları kanıtlanmış okullarda, üstün imkânlarla eğitilmelerini arzuluyoruz. Sosyal yaşamın içinde olmalarını, gelişmelerini ve mutlu olmalarını sağlamaya çalışıyoruz.

Çocuklarımıza sunduğumuz tüm bu imkânlar içinde, onların gelişim ve değişimlerinin farkına varmak, bazen uzun zaman alıyor, bazen de hemen kendini gösteriyor.

İşte görülmeye değer bir örnek…

Bu yıl da her yıl olduğu gibi 80 küsur bale ve dans öğrencimizle unutulmaz bir kültür-sanat turuna çıktık. Geçen hafta sanatın en önemli merkezlerinden St. Petersburg’daydık.

Birkaç ay öncesinden başlayarak öğrencilerimize yoğun bir program hazırlamıştık. Şehrin rehber eşliğinde gezilmesi tur programımızın ilk ayağı oldu. İki otobüsü dolduran kafilemiz Anichkov Sarayından Kazan Katedraline, Stroganov Sarayından Aurora Zırhlısına kadar şehrin birçok tarihi güzelliği karşısında büyülendiler.

Rusya’nın ikinci, Avrupa’nın dördüncü büyük şehri olan St. Petersburg 1703’te Rus Çarı Petro tarafından Baltık Denizi kıyısında bataklık bir alanda, Neva Nehri ve 42 ada üzerinde kurulmuş. Adalar köprülerle birleştirilmiş. 500’e yakın köprü ve 55 kanal ile Kuzey’in Venedik’i olarak adlandırılıyor. “UNESCO Dünya Miras Alanı” tarihi yapılarıyla bir masal kenti görünümünde. 200 yıl Çarlık Rusyası’nın başkenti olmuş. Yazın hiç batmayan güneşi ile beyaz geceleri yaşayan kent, kışın karlar altında loş gündüzlerle dost kılıyor sizi.

Yazının Devamını Oku

Bir Simge Yaratmak

28 Ocak 2018
Sanat öğrencilerimin eğitimi sırasında çocuklarını destekleyen ailelerle tanışıyorum. Birçoğu bilinçli, ne istediğini bilen ve çocuklarının sanat eğitimi almaları konusunda arkasında duran insanlar. Her biri farklı meslek gruplarıyla uğraşıyor. İçlerinden birisinin mesleği ilgimi çekti.

Türkiye’de sıra dışı diyebileceğimiz bir iş ile uğraşıyor. O bir kültür-sanat mimarı: George Andreou. Yunan asıllı olan bu başarılı isim, bir Türk ile evlenerek Türkiye’de yaşamaya başlamış. Buna çok seviniyorum zira kültür-sanat mimarisi açısından ülkemizde imza attığı projeler bir sanatçı olarak dikkatimi çekti.

Çevre dostu, estetik olarak ayrışan ve kimliğiyle öne çıkan mekânlar tasarlıyor. Örneğin Zorlu PSM’nin yapım aşamasında proje tasarım ve operasyon liderliğinden, Cumhurbaşkanlığı Millet Kongre ve Kültür Merkezi yapımında danışmanlığa kadar birçok proje için çalışmış. Kültür ve sanat odaklı mekânlara iç mimari tasarımından akustik ve ses yalıtımına kadar birçok çözüm üretiyor.

Geçenlerde beni ofisine davet etti. Gittiğimde kendisi ve ekibi heyecanlıydı. Bu coşku çalışmalarını ne kadar önemsediklerini algılamak için ipucu veriyordu. Halihazırda yürüttükleri son derece önemli kültür-sanat mekânı çalışmaları için bir sanatçı bakışıyla fikrimi almak istediler.

George Andreou ve ekibini daha yakından tanıma fırsatı elde etmenin yanı sıra önemli bir konu üzerinde tekrar düşünmeme vesile oldu bu görüşme.

Ülkemizde sahne sayısı gerçekten yok denecek kadar az. Olanlar da teknik donanımdan yoksun. Belediyeler, özel kuruluşlar gerçek anlamda araştırma yapmadan belki de şehirlerimizin simgesi ve prestiji olabilecek sahneleri yapma işine girişmişler fakat ne yazık ki sonuç ortada.

Kongre salonlarının dışında sofitası olan, orkestra çukuru bulunan, akustik düzenin mükemmel olduğu önemli gösteri mekânları için George Andreou gibi sanat görüşüne sahip teknik insanlar son derece önemli.

Böylesine önemli bir konuda çalışmalar yürüten George Andreou’yu sizlere de tanıtmak için kendisiyle kısa bir söyleşi yaptım…

Yazının Devamını Oku

Zaten kadın bir ödül

21 Ocak 2018
Çok küçük yaşlardan beri dansın, bale sanatının içindeyim. Dans, ritim duygusu, vücudun müzikle özgürce devinimi insanoğluna bağışlanan büyük bir lütuf. İnsan vücudunu özgürleştiren, eğiten, doğa ile bütünleştiren, kâinatı hissettiren bir ayrıcalık. Bale ise dansın en rafine hali.

Yıllardır ülkemde açtığım bale ve dans okullarında bir erkek olarak hemen herkesin benimsediği bir rol model olmama rağmen erkek dansçı sayısının bir türlü artamadığı bir gerçek.

Konservatuvar yıllarımda hangi okula gittiğim sorulduğunda sevinçle Konservatuvar Bale Bölümü deyince aldığım cevaplar birbirinden şaşırtıcı olurdu. Bu cevapları derleyip kitap çıkarmam lazım belki de...

Bu cevapların karşısında gülümser, fazla üstünde durmaz, neşe ve azimle çalışmama devam ederdim.

Geçen gün bu ilginç durumu bir kez daha gülümseyerek düşünme fırsatım oldu.

* * *

Elelele dergisi ve Avon özel bir ödül gecesi düzenledi. Hayallerini gerçekleştirmeyi başarmış, düşledikleri ve yaptıklarıyla ilham veren kadınlara ödül vermek üzere bir halk oylaması yapıldı ve jüri değerlendirmesine sunuldu.

O gece ben de jüri üyesi olarak davet edildim ve yerimi aldım.

Gazeteci kategorisinde ülke gündeminin nabzını tutan konulardaki başarılı yazı ve röportajları ile dikkat çeken Gülden Aydın’a sevgili Erdil Yaşaroğlu ile birlikte ödülünü verdik.

Yazının Devamını Oku

Yüreğindeki Sesi Dinle

14 Ocak 2018
Bertolt Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı”nda, sahnede Wang belirir. Vakit gece yarısıdır. Omzundaki sopaya taktığı su kaplarıyla, iki büklüm, terden sırılsıklamdır. Wang yüzündeki sevgi dolu gülüşüyle kendini seyirciye tanıtır.

“Ben Sucu Wang. Başkent Sezuan’da sucuyum. İşim çok zor. Yağmur olmadığı zaman, suyu çoook uzaklardan getirmek zorundayım. Ama yağmur yağdığı zaman hiç kimse benden su istemiyor. Duydum ki tanrılar kentimizi ilk kez ziyaret edeceklermiş. Onlar hiç kimseyle görüşmeden ilk ben görüşeyim istiyorum!”

O sırada sokaktan birkaç kişi geçer. Sonunda üç tanrı sokağın başında bütün görkemiyle belirir.

“Efendilerimiz!” diyerek secdeye kapaklanır Wang. Oyun başlar. Sezuan’ın insanları yargılanacaktır artık.

Ne zaman yukarılara çıkıp yeryüzünde dolaşan kendime bir yabancı gibi baksam, sucu Wang’ı kendime ve meslektaşlarıma yakın bulurum. Biz de kentin insanlarına su götürürüz. Bizim de işimiz çok zor. Ve tanrıları ilk gören biz olmak isteriz; dans ederek tanrılarını, atalarının ruhunu arayan ilkel kabileler gibi. Bazen seyircilerin arasında oturmuştur tanrılar; bazen de oyun bitip ışıklar söndüğünde perdenin kıvrımları arasında beliriverirler: ahengin tanrısı, sevginin tanrısı, ışığın tanrısı...

HEYKEL GİBİ OLMAK

Hayata karşı iki türlü de durulur: Koparılınca boyun büken bir gelincik çiçeği ya da bir heykel gibi. Taş; yontucunun keskisiyle, parçalar koparılarak kıvılcımlarla şekillenir. Bir estetik hacim olur, dünyanın üstünde durur.

“Bir heykel, bir yontu gibi mi?” dedim. Hareketi; işinin, sanatının vazgeçilmez temeli olarak seçen dansçıya bir heykel gibi olmak yakıştırılamaz elbette. Ben, “Zor yollardan geçer, hayatımızdan parçalar kopar, usta elinden çıkar; öyle dururuz!” demek istemiştim.

Çünkü günde sekiz saat çalışanımız vardır. Güneş yüzü görmeden, aylarca, maden işçileri gibi. Bale öğrencilerine sorarım ne kadar zor olduğunu, ne denli güçlük çektiklerini. Büyür gözleri, hafif bir gülümseme yayılır yanaklarına.

Yazının Devamını Oku

Devlet Opera ve Balesi ve Bir “Yeni” Yönetici

7 Ocak 2018
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü görevine değerli dostum Murat Karahan atandı.

Murat bir tenor. Hem de başarısı dünya çapında tescilli bir tenor. Geçen ay Moskova’da Bolşoy Tiyatrosunda onu Manon Lescaut’da ön koltuklardan izlemiştim. Dünyanın en önemli sahnelerinde iz bırakan ve bizi böylesine gururlandıran arkadaşım artık ülkemizin nadide bir kurumunun, Devlet Opera ve Balesinin başında. Kendisinden çok umutluyum. Ancak Nessun Dorma’dan başlayıp Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar’a uzanan yelpazede sanatını başarıyla icra edebilen bir sanatçının aynı başarıyı yöneticilik sürecinde de gösterebilmesi için bazı riskli soruları sormak, öneriler sunmak ve bunların takipçisi olmak da gerekiyor.

Murat Karahan yoğun turne programları ile yurt içinde ve dışındaki başarılarıyla ülkemizi temsil ediyor. Kendisinin başarılı bir sanatçı oluşunun yanı sıra uluslararası arenada kazandığı bu tanınırlık, Genel Müdürlük görevi süresinde kurum adına avantaj sağlayacaktır. “Opera ve balemizin” yurt dışında tanıtımının yapılması açısından böylesine aktif bir sanatçının bu görevin başında olması büyük şans.

Diğer yandan zamanının büyük bölümünü bireysel konserleri kaplayacağı için kurumun sürekli başında durması da zor gözüküyor. İşleyen düzenin yürümesi ve geliştirilmesi adına genel müdür yardımcılarına düşecek iş yükünü şimdiden görebiliyorum. Sevgili Murat, bireysel kariyerinden ya da kurum yöneticiliğinden feragat etmeden, “iki görevin de hakkını vererek” çalışabilecek mi? Bunun cevabının olumlu olması o kadar önemli ki...

Sanat hayatım boyunca “devlet sanat kurumları” yapılarının esnek olduğu sürece başarıyı daha fazla yakalayabildiğini, doğru kurulan denetleme mekanizmasının bu kurumları çok daha öne taşıdığını ve kurumlardaki adaletin ancak bu şekilde sağlanabildiğini gözlemledim.

Sanat kurumları organik bir yapıdır ve sürekli olarak kendini geliştirmek zorundadır. Bunu yaparken elbette kendini özgür hissedebilmelidir.

Fakat opera ve bale gibi kolektif sanat dallarında bu özgürlüğün çerçevesi kurumsal sınırlar dahilinde kalmak zorunda. Dolayısıyla kurumsal yapının sağlığını korumak adına şu ana kadar olan işleyişi tahlil etmek, sorunları ortaya koymak, aynı zamanda dünyadaki doğru uygulamaları ele almak zorundayız.

Yazının Devamını Oku

Muş’ta 68 Yıl Sonra Opera Gösterisi

24 Aralık 2017
68 yıl sonra Muş’ta bir ilk yaşandı. En son 68 yıl önce Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın geldiği Muş, bu sefer bir müzikali ağırladı. İzmir Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen “Kanlı Nigâr” müzikalini seyretmek için gelenler 1500 kişilik salonu doldurdu.

Öncelikle hem tiyatral hem müzik hem de dans gösterisi olan bu oyunu başarıyla icra eden sanatçı arkadaşlarımı kutluyorum. Elbette 74 kişilik ekibi büyük ilgi ve alaka ile karşılayan Muş halkını da kutlarım. Gösteri valilik, belediye ve Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat’ın katkıları ile gerçekleştiği için bir sanatçı ve vatandaş olarak kendilerine de teşekkürler.

Buraya kadar her şey güzel. Peki araya 68 yıl girmesi ve bu seneye kadar Muş şehrimize sanat topluluklarının gelmeyişi konusunu düşünmek gerekmez mi?

68 yıl, dile kolay. İçine neler sığar… Celal Bayar’ın görev yaptığı 1949’dan bu yana ülkemiz 10 Cumhurbaşkanı görmüş. Görev yapan Kültür Bakanı sayısını gelin siz yorumlayın.

Muş şehrimizin nüfusuna bakıyorum; 2016 sayımına göre 406.501. Yani ülkemizin birçok ilinden daha kalabalık. Öte yandan ülkemizdeki sahne bulamama sorunu bu şehrimizde de var. Üniversitenin sahnesinden başka, büyük eserleri icra edecek alan bulmak çok zor. Ancak gerek Devlet Opera ve Balemiz gerekse Devlet Tiyatroları ya da orkestralarımız, sahnesi olmayan şehirlerimizde bile platformlar kurarak gösterilerini yapıyorlar, konserlerini veriyorlar. Gerçekleşen gösterilere olan ilgi hatırı sayılır ölçüde.

Görünen o ki bir stratejik plan yapmakta güçlük çekiyoruz. Elimizdeki bu kadar değerli sanat kurumlarından daha çok yararlanmamız gerekiyor. Hangi şehrimize hangi sanat kolunun ulaşacağı, ne kadar zaman aralığıyla seyirci ile buluşacağını planlamak, ölçmek ve detaylandırmakla sorumlu olan kurumlara bu önemli noktayı hatırlatmak isterim.

Yazının Devamını Oku

Sanat eğitimi alan çocuk farklıdır!

17 Aralık 2017
Sanatçı adayları, küçük yaşlardan itibaren sanatla ilgilenmeye başladıkları için geçirdikleri ruhsal ve fiziksel değişimleri net bir şekilde algılayabiliyor ve gözlemleyebiliyorlar. Böylece modern çağda öne çıkan “farkındalık” kavramı çocukluktan itibaren tanınmaya başlıyor. Konservatuvar veya bir kurs programında eğitim alan her sanat öğrencisi geçirdiği disiplinli, zorlu ama bir o kadar da keyifli süreç boyunca ne denli önemli beceriler edindiklerini küçük yaşlardan itibaren dile getiriyor. Bu büyülü sanat dallarının kazandırdıklarını, bir eğitmen olarak ben de gözlemliyorum. Hatta sohbetlerimizde kendilerinden de sık sık bunları duyuyorum.

Bale, dans, müzik, resim… Sanatın hangi dalında olursa olsun kazanımlar çok çeşitli.

 

Bu kazanımların hiçbiri bir diğerinden daha önemli değil çünkü esasen hepsi bir araya geldiğinde kendini gerçekleştirebilen birey için olmazsa olmaz şartlar.

 

Özetlemek gerekirse; özellikle çocuk yaşlarda alınan sanat eğitimi, amaç belirleme ve hedef koyma konusunda inanılmaz bir refleks kazandırıyor. Zaten başarı gelirse ilk olarak bu kazanım sayesinde geliyor.

 

Sanatın iç disiplinine ve uygulanan eğitim süreçlerine adapte olmaya başladıkça odaklanma ve zaman yönetimi gibi kazanımlar elde eden çocuk, kişisel ve sosyal gelişim açısından da müthiş bir yol kat ediyor.

 

Yazının Devamını Oku