Olcan Adın üzerinden bir acayip forma rengi hikâyesi

Maçlar başlasa da havamızı bulsak, diye gün saydığımız şu günlerde Yanal vak’asını saymazsak, tek dikkat çeken olay Olcan’ın transferi, bir de yaptığı ilk basın toplantısında giydiği kavun içi–bordo tonundaki forma.

Haberin Devamı

Tabii bir de “Nerede benim sarı kırmızım” diye dövünmeyen taraftarın gamsızlığı...

OLCAN Adın’ı ekran başında izliyorum.. Basın toplantısı yapıp, muhabirlerin önüne çıkmış.. Üzerinde fes rengi-kavuniçi rengi Galatasaray forması.. Suratında tembel delikanlılara özgü sakal..
Sorulara akıllı akıllı cevaplar veriyor..
Akıl dışı söylemler ise Olcan Adın’ın ağzından çıkmayanlar.. Programın dış sesi ikide bir “Sarı kırmızılı takım” demese kafamız karışmayacak.. Sarı nerede? Kırmızı nerede?
Senelerdir bayrak kırmızısı terk edildi, yerini fes rengi veya bordo aldı.. Yanına da sarı niyetine kavuniçi rengini kattılar..
Böylece tarihi Galatasaray, forma rengi açısından İtalya’nın Roma takımı ile renk kardeşi oldu..
Kendilerini “mavi kanlı” sayan elitten de elit Galatasaray yöneticilerinin (tabii alaylı olanlar değil, mektepliler) gizli ajandasında yazılı olan gerçekleşti.. Varoş zevkini yansıtan cart renklerden tartışmasız kurtulmuş oldular..
Sessiz sedasız bir geçişle, yerli cinsten aristokratların(!) göz zevkine layık pastel renklere geçtiler..
“Eski açık kavuniçi diye bağırsana..”

* * *

Haberin Devamı

Sebebini merak eden olmaz mı? Olmuştur elbet.. Benim hatırladığım bir iki meraklı turşucunun yöneticilere “Bu renkler sarı kırmızı değil ama..” diye itiraz ettiğidir..
Adlarını hatırlayamadığım o yöneticiler de Türk Tarih Kurumu üyesi ciddiyetinde cevap verdilerdi.. “Bir Galatasaray tarihini araştırdık.. Kadim zamandan beri orijinal renkler böyleymiş..”
Bizde akan suların durup toplandığı yerler vardır..
“Tarihini araştırdık..”
“İnceleme yaptık..”
“Üzerinde çalıştık..”
Bu laflardan biri edildi mi soru sormakla mükellef muhabir kısmının basireti bağlanır.. Dili lâl olur.. Tarihe yabancı kaldığı anlaşılmasın diye sorusunda ısrar etmez.. Boynunu büker geçer..
Sorun bakalım kim araştırmış o tarihi? Bir tane enayi haber metni görüp de bunu “tarih okuması” yapar gibi delil saymak nasıl bir enayilikmiş?

ŞU BAKER FİRMASI

Dünya futbol tarihi, parası yetmeyen semt takımlarının mecburiyetten nasıl formalar seçtiğinin hikâyeleri ile doludur..
İtalya’daki siyahlı beyazlı Juventus’un ilk forması “pembe” renkteymiş.. İşçilerin kurduğu takımın önüne düşenlerin cebindeki para ancak pembe renge yetmiş.. Çünkü pembe renkli kumaşlar “delikanlı kısmı” tercih etmediğinden en ucuzuymuş..
Alın size tarih! Değiştirin Juventus’un siyah beyazını..
Osmanlı’da futbol yeni yeni kıllandığında en temel ihtiyaç malzeme üzerindeydi.. Bugün “krampon” denilen ayakkabılar eskiden bileğin üzerine çıkacak kadar yüksek konçluydu..
Bizim yemeniciler çarşısında bu ayakkabıyı yapan yoktu..
Gedikpaşa’daki ayakkabıcı esnafı da futbolda gelecek görmediğinden Bu ayakkabı türüne imâlatçı olarak heves etmiyordu.. Ama yabancılar hevesliydi..
Müşir İzzet Paşa’nın 1884’te kelle saydırdığı İstanbul’dan 842 bin nüfus çıkmış.. Bunun da 125 bini yabancı..
“Yabancı” deyince aklınıza Rum, Ermeni, Yahudi gibi gayr-i müslimler gelmesin.. Osmanlı tebaasından olmayan Hristiyanlardır kastımız.. Beş bin kişilik İngiliz ve Fransız kolonileri başta olmak üzere..
Her milletten insan, Ziya Paşa’nın “Biz Osmanlıyız, biz de her türlü insan bulunur..” sözünü haklı çıkarırcasına İstanbul’da.. Onların da futbola hevesli olanları ayakkabılarını Beyoğlu’nun orta yerinden geçen Pera Caddesi’ndeki Baker Mağazasından alıyor..
(Şimdiki İstiklâl Caddesi’nde, Tünel’e giderken sol tarafta.. Diğer mağazası da Karaköy meydanında..)

* * *

Haberin Devamı

Kumaşa gelince.. Forma yaptıracaksan Yeşildirek esnafına gideceksin.. Kumaşını seçeceksin.. Ya ucuzcu bir terzi ya da futbolcuların ellerinden dikiş gelen anaları dikecek..
Kırmızı mı lazım? O sene belki de en ucuza bulduğun “içinde yüzde on beş siyah, yüzde on sarı taşıyan” türden bir kırmızı..
Yani senelerden bir gün, takıma bugün kırmızı niyetine giydirilen çocuk kakası renginde bir bordo kumaş satın almış olabilirler.. Böyle bir ayrıntı olsa olsa tarihe dipnot olabilir..
Bu ayrıntıyı yakalayıp “tarih araştırması” diye zıplamak hafiflikten de öte cehalettir..
Öte yandan takımın yıllarca giydiği formaların, salladığı bayrakların, çıkardığı dergilerde verdiği posterlerin rengi ortada.. Yüzlerce örnek nedense “tarihe kanıt” sayılmıyor..
Varoş rengi diye burun kıvrılan gerçek sarı ve kırmızıdan kurtulmak Roma’nn renklerine yapışmak, tarihin peşinden gitmek sayılıyor.. Ne diyeyim, hayatı sorgulamaya üşenen kafalara hayırlı olsun..

Haberin Devamı

GEÇ KALAN OLCAN

Olcan’ı Fener forması altında arada bir girdiği maçlardan hatırlıyorum ve ilk gördüğüm günden beri bayılarak izliyorum..
Gerçek bir yetenek kumaşı vardı bu çocukta ve yeteneğe düşman yerli hocalar tarafından itile kakıla otuzlu yaşlara geldi.. Nihayet o zaman İstanbul takımlarının ilgisini çekebildi..
Gaziantep’te oynadığı ikinci yıl Lig TV’nin dikkatini bile çekmemişti.. Ben kendi kendime “Bu çocuğu niye görmek istemiyorlar?” diye söylenirken Trabzonspor’a transfer oldu, o saatten sonra fark edildi..
Basın toplantısında kariyerinden söz ederken “Gaziantep’te ilk senemde de takıma girememiştim, yabancı hoca gelince forma buldum..” dedi.. Bu laflar, kendisine formayı giydirmeyen Nurullah Sağlam’a bir gönderme miydi acaba?
Fenerbahçe niye kıymetini bilemedi, onu da anlamış değilim.. Hangi maçta oyuna sonradan girse çarşıyı darmadağın eder, göz zevkini okşardı..
Olcan’ı yıldız adayı olarak görmeyip Necip’i görenlere sebebini sormak lazım.. İstanbul’da sakatlıklardan uzak oynasın topunu.. İnşallah hep birlikte güzel maçlarını görürüz..

* * *

Haberin Devamı

Aklımın bir yanı da Antalyaspor’lu Emrah Başsan’da.. Süper Lig’e ilk ayak bastığı yıl sezon sonuna geliniyordu.. Yedi sekiz adet süper maç oynadı..
Ertesi yıl Şifo Mehmet, sezona Emrah’la girdi, sonra oğlanı kesip sezon sonuna kadar oynatmadı.. Üçüncü sezon içindeki Emrah’ın Afrika’dan umutla getirilip “İyi futbolcu ama..” dedirtmekten başka bir şey yapmayan siyahilerden farkı yoktu..
Koşarken bile ikinci vitesten üçe geçtiğini gören olmadı..
Ağır aksak, Afrikalılar’a özgü bir rehavet ve yavaşlıkta gidip geldi.. Niye böyle olduğunu Şifo’ya sormak lazım.. Kimseye kızıp, alınmıyorum.. Kendi aklımızla bu kadar gidebiliyoruz besbelli..

Yazarın Tüm Yazıları