Dev anıtı yapan heykeltıraş Sait Rüstem ile Gölbaşı’ndaki atölyesinde sohbet ettik. Burası en kısa sürede bir sanat merkezi olarak hizmete başlayacak. Girişi kafeterya, altı atölye ama her yeri sanatla dolu bir mekân olarak.
Öyle ki, kafeteryasında bir şeyler içerken çevrenizde bir örneğini daha göremeyeceğiniz eserler var. Resim heykel müzesindeymişsiniz hissine kapılabilir, atölyesinde yaptığı heykellerin boy boy kopyalarını görüp, sanat fabrikasında tur atıyormuşsunuz gibi düşünebilirsiniz.
* * *
Abidin Daver Sokak’ta Şefik Bursalı Evi Müzesi var. Kapısında ressamın elinde palet ve fırçasıyla bir heykeli bulunur. Altındağ’daki İbni Sina Hastanesi’nin önünde İbni Sina, Jandarma Genel Komutanlığı önünde bir jandarma, Ahmet Taner Kışlalı’nın evinin yanındaki parkta rahmetli Kışlalı, Genelkurmay’da bir komando, Güzel Sanatlar’ın önünde Nazım Hikmet, Opera binasının önünde Leyla Gencer ve Cüneyt Gökçer, Kartaltepe’nin tepesinde en büyük anıtta “Dur yolcu!” diyen en büyük Mehmetçik. Bir çırpıda aklıma gelen eserleri. Yurt içi ve dışı kentlere kazandırdıklarına girmiyoruz, Ankara’ya kazandırdıkları Rüstem’i, kentin önde gelen heykeltıraşları arasına sokuyor.
* * *
Atölyesinde bir köşede kendi yaptığı bir çerçeve var; diğer tarafta da ressam arkadaşı Teymur Ağalıoğlu’nun 45 dakikada yaptığını söylediği bir pastel çalışma olan portresi duruyordu. Portrenin çerçevede güzel durabileceğini söyledim. Üstat hemen denedi. Portre ve tablo birbiri içindi sanki. Günün anısı oldu! Bir heykeltıraş çerçeve yaparsa elbet farklı olur. Çerçevede yukarıda koşan, altta yere çakılan at figürleri var. Biri insan gençliğini, diğeri hayatın bir dönemindeki düşüşü ifade ediyor. Rüstem bu düşüşün hayal kırıklığı yaratmamasını, duruma çaresizlik olarak bakılmaması gerektiğini belirtiyor ve hayat dersi veriyor:
Ankara’nın, az bilinen ama ilk sanat müzesi. Müzede bir büstü bulunan -aslında heykeli dikilse yakışır- Köy Enstitüleri’nin mimarı Hakkı Tonguç’un adıyla açılmış. Yıllar önce tekti, şimdilerdi iki müze olmuş! Üniversitenin kütüphane binasının en üst katında bıraktığım Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi de buraya alınmış. Gezenler ‘bir kerede iki kuş vurmak’ gibi düşünebilir ama bu durum bazı eserlerin depolara kaldırılmasına neden olmuş.
Tarihte bu ay yitirdiğimiz anıtsal yapının mimarına ait Mimar Kemalettin bölümü küçülmeden nasibini almış. Yıllar önce kızım ve arkadaşlarını götürmüştüm; yerlerde minderleri veya sunum perdesiyle müzenin en geniş ve hareketli bölümüydü. Koca salonu çocuklar keyifle gezmiş, sunum izlemişlerdi. Yeri daralmış, sergilenenler eksilmiş. Özel eşyaları da ailesi tarafından alınmış, Mimarlar ve Mühendisler Odası’na verilmiş.
Müze, önceki yıllar önce gazetede çıkan “Müzeye mi alındı, depoya mı kaldırıldı” başlıklı bir haberle gündeme gelmişti. Ankara’nın simgelerinden sayılan Zafer Anıtı’nı yapan Heinrich Krippel’e ait kocaman iki nü heykel geçtiğimiz yıllarda sergilendikleri yerden kaldırılmıştı. Tahmini 90 yıllık olduğu düşünülen heykellerin yeni bir “Az çekmedi bu periler!” öyküsü olup olmadığına, ben yazayım, siz karar verin:
* İlk bilinen yerleri Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü önü. Okul, Görme Engelliler Okulu’na dönüştürülünce heykeller için “Burada olmaz” kararı verilmiş.
* Resim İş Bölümü’nün dışına taşınmışlar. Ankara’nın her zaman değişebilen hava koşulları değil ama değişen başka koşullardan olsa gerek yine yerleri beğenilmemiş.
Bizim gazetede U-19 takımları Türkiye Şampiyonası’nda “Hacettepe şampiyon” başlıklı haberi görünce, şehrin kalbindeki Hacettepe Mahallesi’ni, Üstat İlhan’ın dizelerine rağmen hatırlatmak istedim.
* * *
Anıttepe, Beytepe, Çiğiltepe, Demirtepe, Gültepe, Hıdırlıktepe, Kocatepe, Maltepe, Piyangotepe, Şentepe, Yücetepe, Zerdalitepe... Dahası da var ama konumuz Hacettepe!
Cumhuriyet öncesi var olan, bir avluya dört evin açılabildiği, daralan veya çıkmaz sokaklı, bir evin bahçesinden diğer sokağa çıkıldığını yabancısının bilmediği, duvarına milli şair’in İstiklal Marşı dizelerini yazdığı evin olduğu, Cumhuriyet’i kuranların oturduğu bir mahalle burası. Zamanında yemyeşil ve havuzlarla süslü ortamında pikniklerin yapıldığı mahallenin belleği olarak adlandırdığım ve bu yazının hazırlanmasında katkıları büyük olan sevgili Haluk Balaban ve Lütfü Yanar ağabeyler, mahalleyi ve yaşadıklarını televizyon, radyo veya gazetede anlatıyorlar. Balaban, geleneklerimizi veya mahallenin kilitlenmeyen kapılarındaki unutulmaz komşuluk ilişkilerini özlemle anıyor. Yanar, meşhur kabadayılarını veya futbol takımının defalarca Ankara şampiyonluğu kazanıp Milli Lig’e yükseldiğini gururla anlatıyor.
Her mahallenin böyle ağabeyleri olmalı.
* * *
Havacılık tarihi; müzenin yerde, duvarda ve tavanda sergilenen eserlerinde. Galata Kulesi’nden atlayan ve kendi yaptığı kanatlarla uçarak karşı kıyıdaki Doğancılar Parkı’na inen ilk uçan Türk Hazerfen Ahmet Çelebi’yi Tarih Salonu’nun tavanında görüp, gururla gülümseyeceksiniz. Müze’deki tüm isimler gibi gururla anacağımız diğer kişi, tavanın diğer köşesindeki Lagarî Hasan Çelebi. Füzenin babası. 50 okka barutlu, 7 fişekli roketle havalanmış, sonra paraşütle denize inmiş. İki havacı önce ileri görüşlü Sultan 4. Murat tarafından altınla ödüllendirilmiş, sonra geri görüşlülerin etkisiyle sürgünle cezalandırılmışlar.
İlk kadın paraşütçü Yıldız Eruçman; ilk kadın akrobasi pilotu Edibe Sayın; “Gök Okulu”nu ve uçak fabrikasını kuran, ürettiği iki uçağın birini Hollanda diğeri İspanya’ya satan Nuri Demirağ; ilk Türk planör pilotu ve 14 saat 20 dakikayla iki kişilik planörde dünya rekoru kıran Emrullah Ali Yıldız. Vecihi Hürkuş’un yeğeni, ilk Türk kadın paraşüt şehidi Eribe Hürkuş; ilk defa bir düşman uçağını düşüren Yüzbaşı Ali Rıza Bey; ilk hava şehidimiz Fethi Bey ve ilk uçuş yaptığı gün olan 26 Nisan tarihinin Türkiye Pilotlar Günü olarak kutlanan ilk pilotumuz Mehmet Fesa Evrensev; hepsi Tarih Salonu’nundalar.
Kendine ayrılan köşesinde, dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’i göreceksiniz. Dünya havacılık tarihine adını yazdıran 20 havacıdan biri. Havacılığa katkısı olan herkese selamla ilk Türk tipi uçağı tasarlayan, yapan ve uçuran, tarihte bu ay kaybettiğimiz Vecihi Hürkuş’u analım.
Kıbrıs’ta endişe verici olaylar olmaktadır. Ankara’da rahatsızdır, memleketine gitmek için gönüllü olur. Eve bir araç gelir. 5 aylık kızını, 5 yaşındaki oğlunu ve eşini Allah’a emanet eder. Araç, Atun’u alır, Zir’e götürür.
Adı Cenk Bey olur. Yarım yüzyıl sonrası, fotoğraflarıyla söyleşileri belgeleyen Sevgili Mustafa Taşkın ile birlikte, bu kez Cenk Bey’i biz Zir’e götürdük! Zir’in adı Yenikent, deresi Ova Çayı olmuş. Yarım yüzyıl önce “Vatan tehlikedeyse uzakta kalamayız” diyerek Erenköy’e gitmek isteyen Ankara ve çeşitli üniversitelerde okuyan Kıbrıs doğumlu Türk öğrenciler, birkaç haftalık eğitim için buraya gelmiş. Gecenin bir yarısı Paraşüt Kulesi’nin karşısında toplanıp, araç beklemişler. Öğrenci Mücahitlerinden, telefonla görüştüğümüz Sevgili Hüseyin Laptalı’nın kitabından Zir’den yolculuk:
“Taa dün geceden beri yollarda idik. Zir’den askeri reolarla yola çıkmıştık. Reonun branda ile örtülü kasasında ahşap yan banklar üzerinde, kötü yollarda, zıplaya zıplaya uçsuz bucaksız Orta Anadolu ovalarını geçtik. Ertesi günün gece yarısı, kıçlarımıza kara sular indi.” Erenköy’e Cenk Bey’le çıkacak gruptaki Mülkiyeli Rahmetli Erdal Camgöz, kitabında yolu “Toprak, bükümlü ama ne bükümler” şeklinde tanımlamış.
Bahçe, tescilli ve etiketli ağaçlarıyla çok özel. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Başkanı Ahmet Demirtaş ile bahçede küçük bir gezi yaptık. Demirtaş, Ankara’nın en uzun Karadeniz göknarı, ağlayan çam, Arizona servisi, Ankara’nın en görkemli kurşunkalem ardıçlarını ve lavzon yalancı servisiyle herbaryumların arasındaki bahçenin, Ankara’daki en zengin ağaç alanı olduğunu öğrendik. Demirtaş, ağaçların, Biyoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Latif Kurt, bahçenin tescillenmesinde emeği geçenler. Kurt, üniversite olarak Orman ve Su işleri Bakanlığı’yla, kritik bitkileri korumak ve izlemek amacıyla Türkiye’ye örnek bir protokol yaptıklarını belirtti. 9. Bölge Müdürlüğü’nden Erdem Karaağaç ve Şahin Çılgın ile son derece uyumlu olduklarını vurguladı.
ÇİÇEKLER KURUTULUYOR
Herbaryum, çiçeklerin kurutularak türlerine göre saklandığı yer. Hazırlama odasında gazete, sonra mukavva arasında kuruyana kadar sıkıştırılıyor. Her gün veya iki günde nemlenen gazeteler, mukavvalar değiştiriliyor. Amaç bitkinin rengini ve formunu kaybetmeden kurutulmasını sağlamak. İyice kuruduğunda, böcek veya larvalarının tamamen ölmesi için derin dondurucuda bir hafta kadar -48 derecede tutuluyor. Çiçek bir kartona yapıştırılıyor, toplandığı tarih ve yer bilgisi etiketi hazırlanıyor. Diğer bölümde bitkilerin dosya içinde dolaplarda saklandığı yer. Burada mikroskop ve flora kitapları yardımıyla bitki teşhisi yapılıyor.
Türkiye’deki ilk herbaryum ANK. Kurucusu Hikmet Birand. Alman Krause önemli bir başka isim. Bıraktıklarının yanında hatırı sayılır Türkiye koleksiyonunu ülkesine götürmüş. Hitler Alman topraklarını bombalamış. Arada bizim toprakların koleksiyonu da yanmış!
Ankara’nın çiçeklerinden de bir tanesine adını veren Prof.Dr. Osman Ketenoğlu ile ANK’da buluştuk. Ketenoğlu’nun adı mitolojiden Aşil ile birlikte Achillea ketenoglui (Ankara Civanperçemi) çiçeğine verilmiş. Bu işe 44 yılını vermiş. Henüz birkaç aydır emekliye ayrılmış.
Her köşe yaşanmış acı hatıralarla dolu. Müzede mahkûm veya gardiyan gibi, balmumu heykeller yardımıyla yapılan canlandırmalar var. İlk örnekleri hemen dışarda, sizi bekliyor; camekân içinde iki balmumundan nöbetçi asker. Canlı sanabilirsiniz.
* * *
Müze’de ilk durak; Hilton Koğuşu. Yüksek, dik ve soğuk demir bir merdivenle çıkılıyor. Yükseklik korkunuz yoksa çıkın. Buradaki tüm kapılar gibi demir bir kapıya ulaşacaksınız. Ardında sağlı sollu, iki küçük koğuş var. Kalanlar birer fotoğraflı özgeçmişle anılıyor. Tanıdıklara rastlamaya başlayacaksınız. İnmeden Ankara’yı seyredin. Manzara bildik aslında. Buraya, Celal Bayar yattığı için veya sıradan manzarası nedeniyle dünyanın en lüks oteller zincirinin adını verilmiş. Diğer mahkûmlar volta için çıktıklarında bile, değil sıradan bir Ankara manzarası, avlunun üzeri kapatıldığından gökyüzünü bile görememişler.
* * *
Hilton’dan inin. İkinci durak tam bir “attan indim” olacak. Bağırma, yalvarma gibi rahatsız edici seslerin olduğu karanlık bir koridor yürüyüşü bekliyor sizi. Sol tarafında tek kişilik hücrelerde kapı duvar. Her mahkûm ilk gelişinde, tecrit için, 48 saat burada tutulmuş. Bazılarında içeriyi görmenizi sağlayan, demir sürgülü küçük açıklıklar var. Mutlaka merak edip bakacak, iliklerinize kadar bir şeyler hissedeceksiniz. Müze gezisi sonunu bilmem ama bu koridorun sonunda şükür dualarınızın arasına özgürlük şarkıları koyacaksınız.
Tükenmesini izlerken heyecandan üzülüyor, korunması için çabalayanları görünce bu kez heyecanınız gurur, minnet, vefa, saygı gibi duygularla harmanlanıyor. Fotoğraflı bilgilendirme panosuyla koruma ve izleme alanı belirlenen 8 çiçekle, bu çalışmaların yapılmasını umduğum bir çiçek köşemizin bugünkü konuğu. 8 çiçek Ayaş Aysantıbeli’nde, tek olansa Haymana Yenice’de. Memleketin biyolojik çeşitlilik zenginliğinin korunması için Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü bir proje başlatmış.
Ankara için envanter çıkarılmış. Başkent’in 87’si tehlike altında, 391’i endemik olmak üzere 2 bin 168 tür bitkisi kaydedilmiş. Bozkır Ankara, Türkiye’de Antalya’dan sonra ikinci. Buna göre izleme ve koruma planları çıkarılmış. Tehlike altındaki türler tel örgüyle çevrili alanlarda korunmaya çalışılıyor. İşte bu alanlardan biri, en zengin tür çeşidiyle Aysantıbeli Biyoçeşitlilik İzleme ve Koruma Alanı. Bölge tel örgüyle çevrili, 8 çiçeğin isimleriyle fotoğrafı verilmiş. Arıcılık teşvik edilebilir, kontrollü otlamaya izin verilebilir notu düşülmüş. Buradaki yörük taşçantası, yurt geveni, hanımçayı, Ayaş gümüşü, Ayaş çançiçeği, mor kıskıs, Ayaş kasidesi ve Türk kayagülü çeşitleri hepsi birbirinden özel, güzel, nadir, tehlike altında ve sadece Ankara’ya açıyor! fotoğrafları Sevgili Mutlu Kader’in objektifinden.
Ankara çiçeklerine sahip çıkan Prof.Dr. Mecit Vural’ın son keşif turuna birlikte çıktık. Aradığımız çiçeğin adı Ornithogalum demirizianum, Türkçe adıyla zarif tükrükotu. Sadece Yenice’ye 5 kilometre mesafedeki kayalıklı bölgede görülmüş ve soyu tehlike altında. Çiçeğin izini bulmak için, Haymana yollarına düştük.