Necati Yalçın

Başkent’in inşasında baş aktör: Clemens Holzmeister

13 Haziran 2017
Clemens Holzmeister, Avusturya’nın bir köyünde doğdu. Çok uzaklardaki bir bozkır kasabasının Dünya başkenti olmasına harç koydu.

Gelmeden önce sıkı bir hazırlık yaptı! Profesör oldu, ödül kazandı, Avusturya Güzel Sanatlar Akademisi’nin başına geçti. Kocaman, otuz metre yüksekliğinde bir haçtan Schlageter Anıtı’nı yaptı. Milli Anıt oldu. Savaş sonunda İngilizler yok etti. Çok üzüldü. Gelmeden Brezilya’ya da gitti. Pek çok planın yanında, bir de 10 bin kişilik kilise planladı. “15 binlik olsun” dendi. Uğraştı, yaptı. Yıllar sonra “inşaatı bitmeden gelin, görün” dediler, gitti. Kendi ifadesiyle dehşete düştü. Kriptasının (koro yerinin alt bölümü) 180 derece yanlış yerleştirildiğini görünce “Gelip de görmez olaydım!” dedi.
* * *
Tam 90 yıl önce Ankara’ya geldiğindeyse şaşkınlıklara düştü. Durun, anlatayım. Davet aldığı Ankara’ya trenle geldi. İnmeden bomboş düzlükleri gördü, ama burası başkent değil miydi diye düşünmüş olacak ki, birinci şaşırmasıdır:
“Allah’ım, ben burada ne yapacağım!” dedi. Trenden indiğinde büyük bir şaşkınlık daha yaşadı. Bu kez çok daha farklıydı. Sanırım ömründe ilk ve son olarak yaşadı. Başında bir subay olan bir bölük askerle karşılanmıştı. Yetmedi, gideceği yere kadar bu askerler kendisine eşlik etti. Ardında, Dünya’nın en disiplinli ordusunun askerlerini, dizili düzende bırakıp İsmet İnönü’nün yanına çıkarken arkasına bakabildi mi bilmem ama bence hâlâ şaşkındı. Belki de bu yüzden, o gün İnönü ile Abdülhalik Renda’yı karıştırdı.

Aslında bir yabancı için normal. Biz hâlâ bu İnönü veya Renda’yla ilgili şaşkınlıklar yaşıyoruz. İsmet İnönü’nün yarım asır yaşadığı, yılda iki kez halkın gezmesine açılan, bizzat kızı sevgili Özden Toker Hanımefendi tarafından gezdirdiği Pembe Köşk ile Atatürk’ten yadigâr olan, bir süre öncesine kadar cumhurbaşkanlarının oturduğu Holzmeister’ın yaptığı Pembe Köşk’ü karıştırıyoruz. İkisi de Ulus’ta olan, ilkiyle ikinci meclisi karıştırdığımız gibi.

Yazının Devamını Oku

Gölbaşı’na ‘Sevgi’ yolculuğu

11 Haziran 2017
Konuk olduğumuz mekân Gölbaşı, konuğumuz Sevgi Çiçeği. Dünya üzerinde sadece Mogan Gölü’nün iki tarafında yaşayan bir çiçek düşünün.

Çiçeğin bir de film yapsan yapılır, sevip de kavuşamayan iki aşığa dayanan öyküsü olsun. Zeynep ile Mehmet. Çiçek de âşıklar da gerçek. Yerli-yabancı, hayal-gerçek nice aşkları biliriz de, bu âşıkların mezarları bile belliyken, kendilerini bilmeyiz. Aşıklar, birbirlerine doyamadan hayata veda etmişler ve gölün iki kıyıcığına gömülmüşler. Mezarlarının çevresi kıpkırmızı, pırıldayan çiçeklerle dolmuş. Sürüler otlamaya, çobanlar basmaya kıyamamış. Bir süre sonra bir söylenti çıkmış. Çiçeklerin şap veya şarbon gibi hastalıklara şifa olduğuna inanılmış. Bir gelenek olmuş, çobanlar sürülerini buraya yılda en az bir kez getirmeye başlamış. Cumhuriyetle gelen ilim ve bilimle hastalıkların tedavisi mümkün olmuş, çobanların da sürüleriyle ziyaretleri kesilmiş.



Kesip, söküp kesme çiçek olarak çiçekçide, sokakta satmak; yetiştiği alanlara yol, bina yapmak, tarla açmak artık olmaması gerekenler ve zaten yasaklanmış. Zararlıları ilaçlayayım derken bu nadide çiçeği de yok etmek de başka konu. Çiçeği yazan, çizen, fotoğraflayan ve seven dostlar; Yalçın Ergir, Abdullah Şahin, Timur Özkan, Mutlu Kader ve Doğan Bayrak ile Gölbaşı Belediyesi’nin kapısını çaldık. Belediye Başkanı Fatih Duruay, Park-Bahçeler Müdürü Hakan Göçer ve ilgililerle buluştuk. İçimize bir ümit ışığı doğdu. İki çok özel tarlaya gittik. Sevgi çiçekleri açmaya başlamıştı. Bayıldık. Çiçek dile geldi;

“Sadece yer bırakın bize, işte böyle görsel şölen sunalım size” dedi. Çiçek şair olmuştu, hepimiz fotoğrafçı olduk! İncitmeden, eğildik, çömeldik, fotoğraflarını çektik. Yazıdaki fotoğraflar Sevgili Mutlu’ya ait. Sosyal medyada paylaştık. İlgi gördü. Dost meclisinde bir kişi tanıdığını söyledi. Kimi, “İlk kez gördüm”, kimi “Bilirim bu çiçeği, gelincik” dedi. Tanımayanlar hayıflandı, korunmasını diledi tüm dostlar.

Yazının Devamını Oku

Balonla Polatlı gezi rehberi

6 Haziran 2017
Gandi, “Dünya, herkese yeter ama bir açgözlüye yetmez” demiş.



İlhamı Kral Midas olabilir! Hani her tuttuğunun altın olmasını isteyen Kral. İşte o ünlü Midas’ın tuttuğunu altın yapsın istediği, eşekkulaklarını saklayıp dolaştığı, Büyük İskender’in çözemediği düğümün bağlandığı veya Sakarya Meydan Muharebesi adı verilen savaşta, canını ortaya koyan bir milletin makûs talihini yendiği topraklar üzerinde balonla uçmak! Her yerde bi dünya para, Polatlı’da Belediye ve Kalkınma Ajansı destekli, bedava! Ücreti belirlendiğinde makul bir rakam olması dileklerimizle balonla veya yerden gezi için iletişim numarası yazının sonunda.

* * *

Balon, sessiz ve titremesiz, siz farkına varamadan, bin metre kadar yükseliyor. Rüzgârla değişen iniş yerinde Başkan Mürsel Yıldızkaya ve Balon Pilotu Tolga Tekgül imzalı belgeniz, ikram ve köyün çocukları sizi bekliyor. Aşağılarda, Friglerin başkenti Gordion ve Dünya’nın ikinci büyüğü, Midas Tümülüsü, eski kıvrımlı yatağını da göreceğiniz Sakarya Nehri ilk görecekleriniz. Gordion ve Tümülüs için bizden ayrılmayın, gelecek haftalarda geliyor! Şimdi kısaca nehri yazayım: Nehir adeta Sakarya olmak için Ankara’ya yönelir, Ankara ve Kirmir Çaylarını alır, döner gider. Dönüşleri hep serttir. Ankara’yı hedefleyen Yunan kuvvetleri de, tam burada ve nehrin adıyla anılacak savaşta, yine sert bir şekilde dönmüşlerdir. Ama onlarınki tam bir U dönüşü olacaktır!
Yaptıklarıyla dünyada hayranlık uyandıran, cephede Çalıkuşu okuyan ve burada savaşırken Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin kurulmasına karar veren Mustafa Kemal Paşa, yine yapar yapacağını, güçlü kalem Halide Edip’i;
“Geliniz Hanımefendi, harp ediyoruz” diyerek yanına çağırır. O da toza, dumana karışır, yeri gelir sürünür, yani savaşı yaşar bu topraklarda ve yazar. Savaşı başkaları da yazacaktır. Tarihte bugün kaybettiğimiz Albay Kazım (Özalp) gibi.

Yazının Devamını Oku

Ankara’nın sadece sevgi bekleyen çiçekleri

4 Haziran 2017
Şair Emerson “Yeryüzü çiçeklerle güler” demiş. İnanılması güç ama anacağımız 33 çiçek yeryüzünde sadece Ankara’yı güldürmek için yaratılmış.

Bir de daha önce köşemizde konuk ettiğimiz Ankara çiğdemi (Crocus ancyrensis) var. Anadolu’da çeşitli yerlerde yetişen çiğdem çiçeğinin bir cinsi bu ve yüz yıldan fazladır Ankara adına tescilli. Festivali, derneği, sadece adının kaldığı mahalleyi anmış, arazide, müzede izini sürmüştük. Unutmadan; Ankara çarşağı, Ankara karanfili, Ankara sığırkuyruğu ve hatta biz Türkçesinde Ankarasını kullanmasak da eğri göbek çiçeği bilim dünyasında Ankara adıyla anılan diğer çiçekler. Hürriyet Ankara sayfalarında ‘Başkente Özel Çiçekler’ isimli bir dizi yazıyla, Pazar günleri sizi Ankara’nın diğer çiçekleriyle buluşturacağız. Maalesef endemik (belirli alanda yetişen) çiçeklerimizin çoğu tehlike altında. Tanınmalarına, korunmalarına ve gelecek kuşaklara aktarılmalarına katkıda bulunmak gerek. 
* * *
Uluslararası Doğa Koruma Birliği, çiçekler için ne kadar tehlikede olduklarını gösteren kodlar kullanıyor. Bizim bu özel çiçeklerimiz için verilen kod hemen hepsi için aynı; CR yani en tehlikeli sınırda! Önlem almazsak tükenecekler. Oysa onlar şifa ve güzellikler sunmanın yanında aşk hikâyeleri de saklıyorlar. İsimsiz kahramanların yanında, adları çiçeklerle anılanlar ama tükenmesinler diye çabalayanlar var. Var olsunlar. Çaba içinde olanlarla buluştuk, Başkent’e özel çiçekleri yerinde görmek için turlara katıldık. Artık daha fazla zaman kaybetmeden, gelin tanışalım onlarla.Centaurea tchihatcheffii (Sevgi Çiçeği) 
Gölbaşı’nda yetişiyor. Bu ay başladı, haziran dâhil açıyor. En son üç küçük tarlada, bahçede kalmış. Bern Sözleşmesi ile koruma altında. Dünya elinden geleni yapmış ve bizim çiçeğimizi Kırmızı Bülten’de “Kritik”, Dünya Doğayı Koruma Birliği listesinde “Nesli Tehlike Altında” ve Bern Sözleşmesi’nde “Kesin Korunan Bitki Türü” listelerine koymuş. Gölbaşı’nda, benim sevgi çiçeğinin babası olarak adlandırdığım Hulusi Gürpınar ile buluştuk. Çiçeğe gittik.Campanula ekimiana-Ekim çanı-Kızılcahamam çan çiçeği-çıngırak otu 

Kızılcahamam-Işıkdağ arasındaki volkanik kaya çatlaklarında yetişiyor. Temmuz ayında açıyor. Yetiştiği alan iki kilometrekareden daha küçük. İlk kez Prof. Dr. Adil Güner tarafından keşfedilmiş, iki yıl sonra Prof.Dr. Tuna Ekim bilim dünyasına tanıtınca onun adı verilmiş. Görüştük. Bir süre daha Ankara dışındaymış. Öğrencisi Prof.Dr. Mecit Vural’ı tanıştırdı bizimle. Ankara Üniversitesi’nin herbaryumunda buluştuk. Vural Hoca Ankara çiçeklerinin sıkı takipçisi. Gezilere rehberlik ediyor, açık arazide veya kapalı alanlarda çiçekleri anlatıyor. Onlara koruma sahaları açtırıyor. Birlikte keşif yolculuğuna çıktık.Astragalus beypazaricus (Beypazarı geveni) 
İşte isminde Ankara, daha doğrusu Beypazarı olan şifa deposu bir güzel! Anlaşılacağı gibi Beypazarı’nda yetişiyor ve Mayıs-Temmuz aylarında açıyor ama bulabilirseniz. Bitti, bitecek. Sayısı 20’ye düşmüş! 2 yıl kuraklık, 3. yıl böceklerden çiçekler zor durumda. Tescilli ağaçların olduğu Ankara Üniversitesi bahçesinde Gurbette Koruma Alanı’nda yetiştirilme çabasını yerinde gördük. Achillea ketenoglui (Ankara Civanperçemi) Polatlı ve Beypazarı civarındaki jipsli tepelerde Mayıs ayında çiçekleniyor. Papatyagillerden, hoş kokulu. Adını mitolojiden Aşil ile AÜ’den Prof.Dr. Osman Ketenoğlu’ndan almış. Ketenoğlu Hoca’yla ilk görüşmemizde İspanyol bir ekiple çiçeğin yanından dönüyordu. Ketenoğlu Hoca’yla hala hizmet verdiği AÜ Herbaryum’da (ANK) buluştuk. Doğada göremediklerimiz de dahil tüm çiçeklerle burada tanışma şansınız var. Burada ve her zaman doğada da görmeyi dilediğimiz Ankara’ya özel diğer çiçekleri yazalım. Bakalım bildikleriniz var mı? Aethionema turcicum / Türk kayagülü, Acantholimon anatolicum / Ana kardikeni, Aethionema dumanii / Yörük taşçantası, Anabasis aphylla / Öldürgen, Astragalus bozakmanii / Er geveni, Astragalus demirizii  / Koçhisar geveni, Astragalus densifolius subsp. ayashensis / Ayaş gümüşü, Astragalus kochakii / Koçak geveni, Astragalus physodes subsp. acikirensis / acıkır geveni, Astragalus trichostigma / Tuğ geveni, Astragalus yildirimlii / Gürsöğüt geveni, Asyneuma linifolium/nallihanicum / Nallıhan değneği, Campanula damboldtiana / Ayaş çan çiçeği, Centaurea halophila / Tuz Gölü peygamber çiçeği, Cousinia humilis / Bodur kızan, Crepis purpurea / Mor kıskıs, Cytisus acutangulus / Angora tırfılı, Isatis glauca subsp. galatica / Yılangelmez, Centaurea nallihanense / Nallıhan sarıbaşı, Limonium anatolicum / Yer kuduzotu, Minuartia corymbulosa var. breviflora  / Kırk tıstıs, Muscari adili Bey / Arap sümbülü, Ornithogalum demirizianum / Zarif tükrükotu, Salsola grandis / Koca soda, Salvia aytachii ayşalbası, Silene cserei / Has nakıl, Verbascum gypsicola Çayırhan sığırkuyruğu, Verbascum heterobarbatum / Sakallı sığırkuyruğu, Vicia parvula / Karaca fiği

Yazının Devamını Oku

 Al gözüm seyreyle turu 2

31 Mayıs 2017
“Taht yok ki payı olsun, merkez Ankara oldukça İstanbul başına yastığa koyup, rahatça uyusun!” Bu sözler “Ankara’nın en çok dönüşünü seviyorum” diyen ünlü şair Yahya Kemal’den. Yazıya özel olsun, gözünüzü seyreylesin diye bir pazar sabahı Sevgili Mustafa Taşkın’la erkenden fotoğrafladık.


Yıllar önce de Ankara kitabı için Sevgili Levent Cömert, Serhat Astekin’le yapmıştık! Üçüne de selamla. Ulus’taki Ankara’nın simgelerinden Zafer Anıtı önündeyiz. Atı üzerinde Atatürk, önde mavzerli Mehmetçikler ve sırtında obüs mermisiyle arkada kadınlarımızdan biriyle, dev bir Heinrich Krippel anıtı. Eski Sümerbank, bir Martin Elsaesser yapısı karşıda. İçinde de bir anıt var; Oturan Atatürk Heykeli, imza (yine) Krippel. Yanında bir Giulio Mongeri eseri, İş Bankası var. İzinle gezilen müzesi ve görmek için hesap açtırır cinsten, İtalya’dan ithal ve oval tavan vitrayı var! Daha adım atmadan gözümüz seyreylemeye başladı sanki!

* * *

Azıcık dönerek seyre devam! Ernst A. Egli imzalı Koç Han var ki, arada sıkışmış ama uluslararası holdingin temelinin atıldığı bina. Yolun başında 1. Meclis; bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak gezilere açık. Tasarımını Salim Bey’in yaptığı bina, Mimarı Hasip Bey’in 1. Dünya Savaşı’nda şehit düşmesiyle yarım kalmış. Durduğumuz yerden hemen alt tarafındaki yapıyı görebiliriz; Eski Sayıştay. Üç mimarın imzasını taşıyor; Nazım Bey, (yine) Egli ve Arif Hikmet Koyunoğlu. Opera’ya doğru yürüyelim. Yanmasaydı yerinde Öğretmen Okulu olacak yapıyı geçiyoruz, Clemens Holzmeister imzalı Merkez Bankası’na geldik. Bankanın, sanal olarak da gezilebilen Para Müzesi olduğunu hatırlatayım. Yanında ikinci banka yapısını göreceğimiz Mongeri, 1. Ulusal Mimarlık akımının anıt yapılarından T.C. Ziraat Bankası’yla bizi bekliyor. Burada da müze var. Değerli dev tablolar, bankanın temeli olan Memleket Sandıkları görebileceklerinizden.

* * *

Yazının Devamını Oku

Ulus’ta 700 metrelik ‘Al gözüm seyreyle’ turu

30 Mayıs 2017
Yazımızda önce genel bilgi verip, sonra mekânlarla adımlayacağımız 700 metrelik yürüyüş, üzerinde çok kafa yorulan bir planlama alt yapısına sahip.

Önce ünlü Lörcher çalışmış üzerinde. Sonra Fransızların baş mimarı ve iki Almanla yarışma açılmış. Barcelona’da, Berlin’de gelişme planı yarışmalarını kazanmış yarışmacılara Ankara’nın yarım yüzyıl sonraki nüfusunun 250 bine ulaşacağı gibi fena hatalı bir ön bilgi verilmiş. Galip Jansen olmuş. En başta Cumhuriyetin kadrolarında henüz Kuvayı Milliye ruhu hâkimmiş. Heyecanla plan uygulamaya konulmuş. Tamam, Ankara biraz orantısız büyümüş ama daha ilk başlarda işin içinde başka işler varmış: “Atatürk, Meclis’ten Çankaya’ya doğru giderken, iki katlı bir yapının yıkıldığını görür. Yerine yüksek bir binanın yapılacağını öğrenir. “Nasıl olur?” diye sorar. Çekinerek gelen yanıt Büyük Önder’i ayrıca şaşırtacaktır: Yapıyı yıkan zat, izni Atatürk’ten aldığını söylemiştir.” Bu rahatsız edici durum hiç bitmez, Jansen’i de çok rahatsız eder. Jansen, Atatürk’ten sonra Türkiye’den ayrılırken plandan imzasının silinmesini isteyecektir.

* * *

Ankara hâlâ saklar o heyecanlı günlerin izlerini. İzleri şaşırtıcı bir “Al gözüm seyreyle turu” ile paylaşacağız. Saklayamadığımız bir mekâna kısaca değinelim: Maltepe Havagazı Fabrikası, gelişimin belleği yapılar arasındadır. Yıkılmaya başlandı. Yapımında Türk işçilerin yanında çalışan İngilizlerin başkentinde, bizimkinden sonra yapılan bir havagazı fabrikası var; Battersea. Bugün, tarihi eser sınıfında ve Etkileşimli Master Planı yapılmış, yenileniyor. İngiliz mimarisinin endüstri ikonu olmuş. internette Battersea Power Station yazın, görün!

Geçtiğimiz haftalarda, Sevgili Ali İnandım gazetesinde Ankara’yla ilgili bir yazı dizisi yayınladı. Uzmanlar anlattı. İlk konuk Sevgili Mehmet Tunçer’di. Büyükşehir Belediyesi İmar Müdürlüğü’nde yüksek lisanslı bir genç olarak başlayan serüveni, belediye veya üniversite, Ankara içi veya dışı demeden profesörlüğünde de gözlediğim, hiç bitmemesini dilediğim bir enerji ve Ankara sevdasıyla sürüyor. Belediye’nin Hacıbayram Çevresi Koruma Amaçlı İmar Planı’nda imzası vardır. Sonraki planlarda da olan, “Yıkmayın!” diye haykırdığı yazılarını dörtleyen, kitaplar-makaleler yazan-sunan, danışman, jüri üyesi, yarışma raportörü, planlama şefi, plancı, proje danışmanı veya koordinatör, bilirkişidir bu yolda. Bazen “Yazmayacağım artık” diyor, göz kırpıyor! Bence ümidi kesmemek için bir nedendir Mehmet Hocam. “Al gözüm seyreyle turu” fikrini açtım. Yapıların son derece değerli olması nedeniyle burada bir altın üçgen olduğunu, UNECSO listesine alınması gerektiğini söyledi. O halde turun adı doğru!

* * *

Yazının Devamını Oku

Ahilik ve Ankara’da ahi mekânları

23 Mayıs 2017
Ahilik, birkaç yüzyıldır örgütlü olarak uygulamadan kalkan ama o günden beri bir şekilde toplumda yaşamaya devam eden bir değerimiz.

Usta-çırak ilişkilerinden, yemek adabına pek çok konuda sosyal hayatı düzenleyen, sanatkâr ve tacirler arasında bir teşkilatlanma. Bu sayede örneğin komşu Bizanslılarla ticarette rekabet edilebilmiştir. Teşkilata Ahi birlikleri, üyelerine ahi, felsefesine ahilik denir. Aslında Abbasiler tarafından kurumlaştırılan Fütüvvet kurumunun Türkçesidir. Ahi, kardeşim anlamına gelir; eli, kapısı, sofrası açık; gözü, beli ve dili kapalı kişidir. Selçuklu Dönemi’nde Ahi Evran ile başlamıştır.

* * *

Ankara’da Ahi mekânlarının izini sürdüğünüzde çarpıcı bir zenginlikle karşılaşırsınız. Etimesgut ve Mamak isimleri Ahi Mesud ve Ahi Mamak isimlerinden gelir. Bend Deresi’nin adı Debbağhane’dir. Zamanında kıyısında bulunan 40 kadar dericiden almış adını. 500 yıl öncenin Tahrir Defteri’nde tam 25 adet Ahi vakfının adı var. Cami ve mezarlıklar azımsanamaz: Ahi Şerafettin (Aslanhane), Ahi Elvan, Ahi Yakup ve Yeşil Ahi Camileri ile Geneği, Ahi Tura ve Ahi Hacı Arap Mescitleri Ankara’daki cami ve mescitlerdir. Hacı Bayram Veli’nin de Ahi Sultan olarak anıldığı düşünüldüğünde listeye Hacı Bayram Camisi’nin de eklenmesi yanlış olmayacaktır. Kaynaklarda sadece Ankara şehir merkezinde Ahilere ait, kimi bugüne gelememiş 11 tarihi mezarlık, 8 hazire (özel mezarlık) ve 7 türbeden söz edilir.

Ahilik, işçi ve işverenin haklarını savunurken tüketiciyi de korumuştur. Bugün de kullandığımız “Papucu dama atılmak” veya “Püf noktası” dilimizdeki ahilerden hatıralardandır. Bu köşeyi oluşturmak için, fotoğraf sanatçısı Sevgili Mustafa Taşkın ve yazıya ilham verenlerden Timur Özkan ile Ankara’nın en eski debbağlarından Faruk Küçük’ün kapısını çaldık. Küçük, yanında dostu ve yardımcısı Muharrem Bizden ile bildiğim en geniş Ankara fotoğraflarına sahip kişilerden. Her yanımız Ankara kitapları ve fotoğraflarıyla dolu şekilde konuştuk ve kaynakları inceledik. Pek çok konuda sergiler açıyorlar. Son sergileri Ahilik konusunda olmuş.

* * *

Etkili iletişim, kalite yönetimi sistemi, iş tatmini, müşteri memnuniyetini arttırma veya bu kavramlara yönelik ithal sloganlarla her geçen gün daha çok karşılaşıyoruz. Yabancı uzmanların dediklerini anlamaya çalışıyoruz. Bu çabanın bir parçası olarak Türkiye’den sendikacılıkla ilgilenen bir grup bu kavramları aldığımız ülkelerden birine gider. “Sizden akıl almaya geldik” derler. Onlar da; “Asıl kaynaklar sizde. Ahiliği incele incele bitiremedik. Anlamaya çalışıyoruz” şeklinde yanıtlarlar.

Yazının Devamını Oku

Fatih’in hanlarındaki Müze

16 Mayıs 2017
Fatih Sultan Mehmet’in beş vezirinden ikisi, Mahmut Paşa ve Rum Mehmet Paşa, Ankara’da bedesten ve han yaptırmışlar. İki yapı da Atatürk’ün doğduğu yıl yanmış ve terk edilmiş. Yıllarca harabe olarak kalmışlar, ta ki doğumunda yandıkları kişiye dek. Atatürk, Akkule’de kurulmasını sağladığı Eti Müzesi için bu yapıların onarımını başlatmış.

Bugün, bedesten, sergi salonları, han da, idari binadır. Müze, Avrupa’da yılın müzesi ödülünü alır. Bu ödülü alan son müze Amsterdam’daki Rrijksmuseum’dur. Güzel bir rastlantı; Anadolu Medeniyetleri Müze’sinin iki yapısının da görülebildiği tarihi Ankara tablosu, bu müzededir.

Müze’nin başlangıç zamanlamasına akıl sır ermez. Halide Edip’in sürünerek girdiği siperden, toz duman içinde zafere şahit olduğu Duatepe’yi anlattığı günlerde kurulmasına karar verilir ve karar uygulamaya konulur. “Çok güzel hareketler bunlar” demekle yetiniyorum. Müze’de eserler tarih sırasındalar. 2 milyon yıl öncenin Mağara Adamı izleriyle başlar. İlk bölümdeki eserlerle birlikte insanın avcılıkta ustalaşma serüvenini izlemeye başlıyorsunuz. Mağara insanı diyoruz ya hani, sanırım eserler arasında süs eşyalarının olduğunu görmek sizi gülümsetecek. Sizi gülümsetecek bir de iki yüzeyli aletler var – bunlar çok amaçlı kullanıma yönelik işleviyle o devrin İsviçre çakısıdır! Neolitik Çağ bölümünde obsidiyen hammaddesinden üretilmiş ve iki yüzünden işlenmiş uçlar işçiliğinin gelişimini gösterir. Paleolitik Çağda yontuk çakıl aletlerle başlayan hayatta kalma macerasındaki insana ait bir olgu olan taş alet üretim kültürünün nasıl evrildiğini göreceksiniz. Yazmadan geçmek olmaz; yarınlara ümitle bakmamızı sağlayan gençlerimizden Prehistoryen & Arkeolog Görkem Cenk Yeşilova, ilk bölümdeki eserleri size aktarmamda önemli katkı sağladı.

Ankara Türkiye’nin kent planlaması yapılan ilk ili. Müzesinde de dünyanın ilk kent planı var. Hasanoğlan’dan çıkarılmış kafası, ayaklarındaki bilezikleri, göğüsleri ve çapraz bant şeklindeki elbisesi altından 5 bin yıllık ayakta duran Kadın Heykelciği, İnsan Yüzlü Vazo ve oyuncaklar peş peşe vitrinler içindeler. Pişmiş topraktan kimisi zarflı binlerce yıllık belgeler yani tabletler var; evlilik, boşanma, nafaka sözleşmeleri; vasiyetname, kötü cinlere karşı muska, mahkeme tutanağı, cinayetle ilgili belgeler, kral mektubu, hatta karaciğer falı var. İnandık Vazosu üzerindeki resimlerle bir evlilik törenini öncesi ve sonrasıyla öyle anlatmış ki nerdeyse bir devir aydınlanmış. Yandaki duvardaki ekranda vazonun üç boyutlu analizi var.
Güneş Kursu Heykeli, Ankara’daki herkesin mutlaka bildiği heykellerden bir tanesi olarak Sıhhiye’de onca trafiğin ortasındadır. Bu topraklardaki medeniyetin binlerce yıldır var olduğunun simgesi olarak. Aslı, Müze’de camekân içinde duruyor. Önceki sergileniş biçimi kadife üzerindeydi ve geyikleri çok güzel gösteriyordu. Heykeli bir ara kentin simgesi yaptık, kullandık ama vazgeçtik. Patlayıcı yerleştirip patlattık, bir parçası hasar gördü. Afiş asma aparatı olarak kullandık, sağdaki küçük geyiğin boynuzunu kırdık. Şaka değil, koli bandıyla yapıştırdık. Yazı hazırlanırken anıttaki hala kırıktı. İlginçtir müzede sergilenen heykelin geyiklerinden birinin de boynuzu kırık! Heykelin benzeri Alacahöyük Müzesi’nde de sergileniyor. Kontrol ettim, onun boynuzları sağlam!

 

Yazının Devamını Oku