İpek Durkal

4 konser 4 izlenim

6 Ağustos 2011
Ramazan öncesi İstanbul’un hemen her açık hava konser mekanında ayrı bir isim sahneye çıktı. Kimi sanatçılar şarkılarını binlerce kişiye söyledi, kimi boş sıralara... Benim gözümse bambaşka şeylere takıldı NİLÜFER’İN ÜNİVERSİTE FESTİVALİ
İki yıl aradan sonra Nilüfer; Badem ve Hayko Cepkin ile Harbiye Açıkhava’daydı. Arka blokların tamamen boş olduğu konserde Nilüfer’in ‘12 Düet’ adlı son albümünde Hayko Cepkin ile birlikte seslendirdiği ‘Aşk Kitabı’ adlı şarkıyı büyük bir merakla beklerken, Cepkin kendi şarkılarını söylemeye başladı. Daha önce Badem de üç şarkı söylemişti. Aralardaki kopuklukları anlatmıyorum bile... Nilüfer konserinden çok, bir üniversite festivali havasına dönüşen konseri büyük bir hayal kırıklığı içinde yarıda bırakmak durumunda kalan benim gibi çok kişi oldu.

KENAN DOĞULU’NUN AFTER PARTY’Sİ
Kuruçeşme Arena tıklım tıklım doluydu. 7 bin 500 kişi üç saat aralıksız sahnede kalan Doğulu’nun şarkılarına eşlik etti. Kendisi sahnede eğlendiği için dinleyiciyi de eğlendirdi. Konser sonunda kuliste de arkadaşlarına parti verip enerjisine ‘pes’ dedirtti. Doğulu’nun eski vokalisti Cem Öcal kuliste herkese Özlem Tekin ile niye boşanma kararı aldıklarını özetlemekten ve “Olmadı işte” demekten yorgun düştü. Seda Sayan ise kuliste olan biteni anı anına takipçilerine tweet’ledi.

MANGA&TARKAN İZDİHAMI
Manga ile Tarkan’ın Fanta turnesi kapsamında verdikleri santralİstanbul konserinde müthiş bir kalabalık vardı. Ben böyle izdiham ama aynı zamanda da böyle pislik görmedim. Yediği içtiği her şeyin çöpünü yere atan dinleyiciler, ne konsere ne de Tarkan’ın şarkılarına konsantre olmama izin vermedi. Bir iki kişiyi elindeki pet şişeyi yere atmaması konusunda uyarmak istedim ancak pet şişeyi kafama atma tehdidi karşısında hemen vazgeçtim... İki şarkı bile dinlemeden, mekanı tüm sinirlerimi orada bırakarak terk ettim...

GLORIA GAYNOR’IN RÜKÜŞ KULİSİ
Kişisel konser serüvenimin sonuncusu ENBE&Gloria Gaynor oldu. 30 kişi vardı sahnede ama 130 kişi varmış gibi bir performans gösterdi ENBE. Orkestra şefi Behzat Gerçeker tıklım tıklım dolu Açıkhava’da orkestrasıyla şov yaptı. Üzerine de, Gloria Gaynor seslendirdiği şarkılarla seyirciyi kendinden aldı. Gloria Gaynor gelmiş, bakayım ne tür şıklık yapmış organizatör Pera Events diye kulise uzattım başımı... Gördüğüm manzara karşısında donakaldım: Kulisin her yeri yeşil çim halıyla kaplanmıştı. Plastik masa ve sandalyelerin üzeri de dantele beş kala örtülerle süslenmişti. Bir yanda semaver çay kaynatıyordu... Tahmin edebileceğiniz gibi de içeride bir kişi bile yoktu...

Yaşasın Meral hayatta
/images/100/0x0/55ea4dbff018fbb8f877161b
Konya’da bir otobüs durağında erkek arkadaşı tarafından dövülerek komaya sokulmuş halde bulundu Meral T... Dört gün aç susuz işkence gören Meral T., bir otobüs durağında ölüme terk edilmişti. Böbrekleri iflas etmiş, beyin kanaması geçiriyordu. Kanımız dondu manzara karşısında.
Apar topar hastaneye kaldırıldı ve sonra diğer dayak yiyen kadınlar gibi o da düştü gündemimizden.
Belki benim gibi merak eden vardır, duraktaki bu en acılı yolcunun sağlık durumunu:
Konya Numune Hastanesi yoğun bakım servisinde tedavisi sürüyor. Hastanenin Başhekimi Halil İbrahim Topatan Meral Hanım’ın durumuyla yakından ilgileniyor. Müjdeyi de o verdi: “Gözünü açmaya başladı. Konuşulanlara tepki veriyor. Böbrekleri düzeldi. Ancak hala konuşamıyor. Ayağa kalkamıyor sadece vücudunun bazı yerlerini kıpırdatabiliyor.”
Topatan önümüzdeki hafta başından itibaren Meral Hanım’ın durumunda çok daha büyük olumlu gelişmeler beklediklerini de sözlerine ekledi.
Onu bu hale sokan ‘Sevgili’ Mustafa K.’ mı? Kendisi şu anda cezaevinde ve yaptıklarının cezasını çekiyor...
Yazının Devamını Oku

Nihat Doğan öğretmen Ali Ağaoğlu başkan

30 Temmuz 2011
Tuhaf bir başlık oldu galiba... Bu başlığı anlamak için yazının tamamını okumanız gerekiyor Yaz başı... Telefonun ucunda bir hanım, “Star TV’den arıyorum. Bir program yapmayı düşünüyoruz, yüz yüze görüşebilir miyiz” dedi.
İşte her şey böyle başladı... Hiç aklımda yokken kendimi Star TV’de haftanın beş günü canlı yayın yaparken buldum. Sakın benim için, televizyoncu oldu diye düşünmeyin; tamamen gazeteciyim, zaten ekranda da o kimliğimle bulunuyorum.
Ama hadi itiraf edeyim, eğlenceliymiş, hem de çok!
Devasa bir stüdyo... İçinde, ekranda görünen iki, görünmeyen onlarca kişi... Kameralar, kartonlara yazılan tüyolar, kulaklıktan verilen direktifler, son dakika haberleri ya da değişiklikleri, saç, makyaj, kostüm...
İzleyicilere sürekli ‘okuyucular’ diye hitap ettiğimin altını da çizersek...
Ohoo şenlik var burada...
Programın adı ‘Duymayan Kalmasın’, ortağım Yelda Kırçuval...
Geçen pazartesi düzenli yayın saati olan 16.45’te başladı.

FELSEFESİNİ KONUŞTURACAK

İlk program konuğu da ‘Survivor’dan döndükten sonra hiçbir TV programına çıkmayan, bir tek Hürriyet Cumartesi için Ayşe Arman’a röportaj veren Nihat Doğan oldu.
Meğer bütün TV programları peşindeymiş, hiçbirini kabul etmiyormuş. Ama öyle yazılıp çizildiği gibi 50 bin lira karşılığı çıkmadı bizim programa...
Yayında çok sıkıştırdık ama yeni projelerini ‘nazar’ korkusuyla açıklamak istemedi. Bir mobilya mağazasının reklam filmi için anlaştığını söyledi o kadar...
Oysa ki görüşmeleri süren büyük bir dizi projesinin de içinde...
Gani Müjde ve ekibi efsane ‘Hababam Sınıfı’nı yeniden yazıyor. Nihat Doğan’a da felsefik açıklamalarından dolayı, felsefe öğretmeni karakteri için teklif götürdüler.
Şu günlerde karşılıklı masaya oturuldu.
Anlaşma sağlanırsa Nihat Doğan yeni sezonda ekranlara ‘Hababam Sınıfı’nın felsefe öğretmeni olarak gelecek.

AĞAOĞLU BENİ ŞAŞIRTTI

Şu kısacık TV hayatımda beni en çok şaşırtan konuksa işadamı Ali Ağaoğlu oldu. Ben onu hep pahalı otomobilleri, genç sevgilileri ve kendi inşaat firmasının reklam filminde rol alacak kadar göz önünde olmayı seven biri olarak şekillendirmiştim kafamda. Dolayısıyla sorularım da hep bu magazinel yaşam tarzı üzerineydi. Yayın arasında öğrendim ki geçen nisanda, onursal başkanlığını Dilek Sabancı’nın yaptığı TÖSSED’in (Türkiye Özel Sporcular Derneği) başkanı olmuş. E bu haber otomobilleri, helikopteri, serveti, genç sevgilileri kadar ilgi çekmediği için olsa gerek, ben de atlamışım.
Ağaoğlu zihinsel engelli çocukların ve gençlerin spor yoluyla hayata kazandırılması için var gücüyle çalıştığını, onlarla müsabakalara katıldığını ve uluslararası organizasyonların ülkemizde düzenlenmesi için çalıştığını anlattı.
Geçen hafta yaptığım, otizmle ilgili haberi de okumuş. Onun üzerine sporun bu tür rahatsızlıklar üzerindeki olumlu etkilerini bildiğini ve çalışmalarını bu yönde sürdüreceklerini belirtti.
Kim bilir, kendisini ‘Yaşam mimarı’ olarak lanse eden Ağaoğlu belki de devletin yapamadığını yapar, eve kapalı kalmak zorunda olan otizmliler için de bir yaşam mimarlığına soyunur...
Yazının Devamını Oku

Dizilerin gücü adına

23 Temmuz 2011
Dünyaya yayılan Türk dizilerinin gücünün ve etkisinin farkında mısınız? Meğer ticari anlaşmalarda bile diziler söz sahibiymiş... Yerli diziler... Onlarla yatıp onlarla kalkıyoruz. Yurt dışında da durum farklı değil. En az bizler kadar fanatikler var orada da. Geçen haftalarda İTO Başkanı Murat Yalçıntaş ile yaptığım röportajda o da Türk dizilerinin yurt dışındaki ‘ticari’ önemine değinmişti. Ancak yer olmadığı için o bölümü yazamamıştım; kısmet bugüneymiş...
Yurt dışında, özellikle de Balkanlar, Ortadoğu ve Yunanistan’da Türk dizileri deyince akan sular duruyor. İTO Başkanı’nın anlattıkları her şeyi özetliyor: “Önceki yıl Katar’da Türk ihraç ürünleri sergisi yaptık. O güne kadar Türkiye’nin yaptığı en büyük sergi. Yer yerinden oynuyor. Katar şeyhi o dönemin popüler dizisi ‘Gümüş’ün oyuncularını açılışa getirmemizi istedi. Açılıştayız, açılışı şeyh yapıyor. Bakanımız, ben ve şeyh kurdeleyi kesecek... Ardından oyuncular fuar alanına giriş yapacak... Muazzam bir kalabalık... İtiş kakış fuarı geziyoruz... Birdenbire bir boşluk oldu. Kafamı bir kaldırdım sadece ben, bakan ve şeyh var; korumalar bile yok ortada... Önce anlayamadık ne olduğunu, meğer oyuncular kapıdan giriş yapmış, herkes oraya gitmiş. Öylece kala kaldık...

OYUNCULARI DUYDU DEĞİŞTİ

Bu olaydan sonra Libya’da toplantıdayız. Burnundan kıl aldırmayan bir oda başkanı... Fuar düzenlemek istiyoruz ama zorluk çıkarıyor... Çok negatif davranıyor. Tavrından dolayı canım sıkıldı. ‘Tamam lüzüm yok deyip, elini sıkıp çıkacağım. Tam o sırada bizim heyetten bir arkadaş, ‘Daha önceki fuar açılışına dizi oyuncuları gelmişti, çok büyük ilgi olmuştu’ dedi. Aa bu söz üzerine bir anda, bizim o her şeye muhalefet eden başkan gitti, yerine bambaşka biri geldi. Bir sevimli, bir ılımlı... ‘Gerçekten getirebilir misiniz oyuncuları’ diye heyecanla sordu. ‘Tabii’ dedi arkadaş ve ‘Yani bu fuarı yapsaydık getirirdik’ diye ekledi. Oda başkanı bir anda ellerime yapıştı, zorla koltuğa geri oturttu beni. ‘Ne zaman yapalım bu fuarı, nerede istiyorsunuz’ diye sordu... Şaşkına döndüm. Fuar anlaşması da yapıldı.”
İşte bu büyük gücün üzerine İTO da dizi ve sinema sektörüyle ortak çalışma kararı almış. Son yıllarda araştırmalar yapıyor, film festivallerine katılıyormuş. Yalçıntaş, “Bunları yaşamasam ben de dizilerin etkisine inanamazdım diyor ve konuyu ticari anlaşmalarda oyuncuların etkisinden şu sözleriyle çıkarıyor: “Amerika dünya üzerinde bu kadar büyük güçse, bunda yüzde 70 Hollywood’un payı var. Türkiye’nin sevilmesi ve Türk ürünlerinin dünya pazarında da alıcı bulması açısından bu sektörün önemini gördük. İnsanlar bu dizileri seyredip Türkiye’ye tatile geliyor. Oyuncunun yediğinden giydiğine kadar her şey Türkiye’nin tanıtımına ve uluslararası ticaretine büyük katkı sağlıyor. Ticaret odası olarak bu gücün farkındayız ve en iyi şekilde değerlendirmek için çalışıyoruz.”

Aziz Başkan’a doktor zoruyla hava

Tutuklanarak Metris Cezaevi’ne gönderilen Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın sık sık hastaneye kaldırılması herkes gibi benim de ilgimi çekiyor. Hem hiç tanımadığınız birinin sağlığı için endişeleniyor hem de Türk insanıyız ya, komplo teorileri üretiyor, “Acaba bir soluk mu alıyor hastanede” diye de düşünmeden edemiyoruz...
Şeker hastası olan Fenerbahçe Başkanı, sorgu, cezaevi, yaşananlar, stres derken ben bu satırları yazarken yeniden cezaevinin revirine kaldırılmıştı. Bir arkadaşımla bu konuyu konuşuyorduk. Meğer mahkemede ifade verdiği zaman şekeri yükselip Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldığında arkadaşım da tesadüfen oradaymış.
Hastanede neler yaşandığını merak ettiğim için anlattırdım ona. Başkan önce sağlık kontrolünden geçmiş. Sonra tıklım tıklım dolu olan hastanenin dahiliye servisinde yer bulamadıkları için arkadaşımın da kaldığı KBB servisinde tek kişilik odaya almışlar. Doktor ve hasta sayısının kat be kat üzerinde polis varmış içeride. Servise giriş çıkışlar da yasaklanmış. Başkan dışarıdan yemek istemiş ancak ‘güvenlik’ gerekçesiyle izin verilmemiş ve hastanenin standart hasta yemeği getirilmiş. Servis, bir anda artan insan sayısı nedeniyle iyice havasızlaşmış. Camların açılmasını talep etmiş hastalar ve Aziz Başkan, ancak görevli polisler ‘güvenlik gerekçesiyle’ buna da izin vermemiş. Doktorlar devreye girmiş ve polislere camların açılması konusunda ısrar etmiş. Hatta ortam da hayli gerilmiş ancak doktorların ısrarları sonuç vermiş ve Aziz Başkan açılan pencere sayesinde bir rahat nefes almış.
Yani komplo teorileri kısmı boş çıktı. Görünen o ki Başkan’ın ‘bir soluk almak’ için bile doktorların yardımına ihtiyacı var...
Yazının Devamını Oku

Sarı Odalar’ın sırrı Ben seni çok sevdim oğlum

16 Temmuz 2011
Geçen hafta Bodrum konserinde sahneye ‘Sarı Odalar’ ya da diğer adıyla ‘Ben Seni Çok Sevdim Oğlum’ şarkısıyla çıkan Sezen Aksu, onca yeni şarkısı varken bunu niye söyledi biliyor musunuz... Sezen Aksu geçen hafta sonu Bodrum Bonus Arena’da konser verdi. Ortam şahane... Arkada deniz, sahnede Sezen... Sahne önünde localar, yanlarda standlar arka taraf ayakta... Açıkhava konser alanı, bilenlerin ‘Ahhh nerde o günler’ diyeceği bir dönemin yıldız gece kulübü Şaziye ortamına dönüştürülmüş. Çünkü Şaziye’nin işletmecisi Nedim Binler’in parmağı var bu konserde. Şaziye günlerinden tek farkı, sahneye asla şampanya gönderilmeyecek!
Sezen Aksu’nun şartı bu...
Ayrı ayrı localarda Sezen Aksu’nun eski eşleri Sinan Özer ile Ahmet Utlu da var. Zaten konser sonrası her yerde ‘Sezen Aksu’yu eski eşleri de dinledi’ minvalinde haberler çıkıyor...
Oysa kimsenin bilmediği biri daha var o konser alanında...
Aksu’nun ‘adı bende saklı’ bir eski aşkı...
Bir büyük aşkı...
Aksu’ya ‘Sarı Odalar’ şarkısını yazdıran, 1999’da dört ayrı versiyonuyla single olarak dinleyiciye sunmasına sebep olan adam...
Yani,
‘Ben Seni Çok Sevdim Oğlum’ dediği adam...

İKİ KİŞİLİK ROMANTİZM

O adam, konserin başlamasına 10 dakika kala geliyor...
Sessiz sedasız yerine geçiyor...
Yüzüne bakıyorum, hafif heyecanlı...
Sonra Aksu’ya ‘Sarı Odalar’ın orada olduğu haberi gidiyor ya da önceden biliyor geleceğini, bilmiyorum...
Ama Sezen Aksu sahneye ‘Sarı Odalar’ şarkısıyla çıkıyor, alkış kıyamet kopuyor, bana ne oluyorsa artık, gözlerim doluyor...
Herkes konser başlangıcı için Aksu’nun son albümünü bekliyor aslında.
‘Unuttun mu Beni’ ile çıkar sanılıyor.
Ama Aksu konserine ‘Sarı Odalar’la başlayıp bir süre daha ‘eski’ şarkılarını söylüyor...
Nasıl da güzel söylüyor, herkes ona eşlik ediyor.
Oysa o şarkı oradaki ‘biri’ için söyleniyor ve Aksu’nun bu yüzlerce kişi arasında yaşadığı ‘iki kişilik’ romantizmi ve yıllar önce yaşanan bu aşka sadakati beni mest ediyor...

İŞTE O ŞARKI
Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi yerime koy birini koyabilirsen
Ben senin hayatından gittim oğlum
Hadi dur o sarı odalarda durabilirsen
Ben sen sen diye bittim oğlum
Hadi bakalım unut unutabilirsen
Ben seni yudum yudum içtim oğlum
Hadi ol eskisi gibi olabilirsen
Uzak benden aşk uzak artık
Kanun mudur bu yasaklık
İnan içimde yok fesatlık
Alırım başımı giderim efeler gibi
Efeler gibi hey

Ne? Beş ton et mi çalınmış!

Hafta başı gazetelerde gece kulübü Sortie’nin temizlik görevlisinin 5 ton 250 kilo eti çalarken suçüstü yakalandığı haberleri vardı. Etleri otomobilinin bagajına koyarken görülmüş...
Yok artık! Beş ton eti tek başına çalıyor ve otomobil bagajına da sığdırabiliyor...
Ayrıca beş ton et, bugün benim diyen restoran zincirinin mutfağında bile yok. Üç senede filan tüketilir o kadar et...
Ayrıca o kadar zaman bozulmadan da duramaz...
Sortie’nin işletmecisi Rahmi Okçuoğlu’nu aradım işin gerçeğini öğrenebilmek için. Benden daha şaşkındı.
Olay doğru; Sortie’nin mutfağından et çalınmış ama 5 ton 250 kilo değil; beş kilo 250 gram...
Okçuoğlu, “Herhalde Emniyet bilgi verirken yanlışlık yaptı. Yoksa o kadar eti taşımak için otomobil değil, kamyon gerekir. Hem o kadar etin bizim mutfağımızda ne işi var?” dedi...
Zaten ben de onu merak etmiştim. Yoksa aylar, yıllar önce buzluğa atılan etleri mi yiyoruz bilmeden diye...
Yazının Devamını Oku

Emel Ağar’dan güzellik tüyosu Limon

9 Temmuz 2011
Geçen hafta sonu yakın arkadaşımın nikah töreni için Bodrum’daydım. Yalıkavak Palmalife Otel’e yerleştim. Resepsiyonda giriş işlemlerim yapılırken ziyaretçi defterini karıştırdım.

Otelin aynı zamanda bir detoks merkezi olduğunu da öyle öğrendim. Sibel Can’dan İclal Aydın’a, Revna Demirören’den Selma Türkeş’e kadar otelin detoks merkezinden faydalanan herkes duygularını yazmış deftere.
Öğleden sonra otelin Maldivler’i anımsatan plajında güneşlenirken Mehmet Ağar ve eşi Emel Ağar geldi. Deniz scooter’ıyla çocuk gibi eğlenen Mehmet Ağar’ın su keyfi uzun sürünce, biz de eşiyle sohbete başladık. Emel Hanım dört ay boyunca otelin içindeki Yaşasın Hayat Enstitüsü’nün detoks programlarına katılmış ve diyetisyen Melek Türkmen gözetiminde 10 kilo vermiş: “Güzellik filan değildi derdim. Torun sahibiyim ben artık... Yavaş yavaş ve sağlığım için verdim bu kiloyu. Üstelik beslenme anlamında da kendimi terbiye ettim. Sadece fazla kilolarımdan kurtularak tansiyondan kolestrole her türlü rahatsızlığım düzeldi.” 
Sonra eşi Mehmet Ağar’a bakarak, “Onun hiç vakti olmuyor böyle şeylere. Hatta çok uzun zaman sonra denize bile ilk kez burada giriyor. Otelin sahibi Mubariz Mansimov yakın arkadaşı. Burada çok rahat ediyor” dedi. Tam o sırada Mehmet Bey de geldi yanımıza. Ne yiyeceklerini sordu eşine. Dengeli beslenme konusu tamamen Emel Hanım’ın gözetiminde. Zaten evde de yemekleri kendisi yapar, mutfağa kimseyi sokmazmış ve mutfaktan çıkarken de mutlaka yarım limonu ellerine, cildine, yüzüne sürermiş. Meğer hem besler, hem yumuşatır hem de parlatırmış limon...
Ellerine baktım, imrendim...

Sudakebap Bodrum’da

Bodrum’un çeşitli mevkilerine mevzilenmiş arkadaşlarımla akşam buluşup bir yere yemeğe gidelim istedik. Ancak hem lezzetli yemek yiyelim hem de en az yemek kadar iştah kabartan bir manzaramız olsun... Hem müzik dinleyelim hem de rahat rahat sohbet edebilelim... Hem herkesin buluşabileceği merkezi bir yerde olsun hem de şehrin telaşından uzak... Biri, “Sudakebap açılmış” buraya dedi. Suada’nın içindeki Sudakebap’ı bu yaz Bodrum’da açmış Reina’nın ortağı Ali Ünal.
Türkbükü girişinde bulunan restoranda aradığımız özelliklerin tamamı var. Fazlası bize de bonus oldu. Örneğin servisin sürati, Gaziantepli mutfak şefi Emre Tüfekçiyaşar’ın birbirinden lezzetli kebap çeşitlerinden oluşan sıra gecesi şovu, yemekten sonra kahve servisinin localarda yapılması... Özetle, siz de benim gibi Bodrum’un sakin tatilini sevenlerden, uzun yemek sohbetini hiçbir şeye değişmeyenlerdenseniz Sudakebap aklınızın bir yerinde olsun... 

Bu düğünü bir de benden dinleyin

Yazının Devamını Oku

Bu şehirde her an her şey olabilir karşınıza babun da Obama da çıkabilir

2 Temmuz 2011
Her yıl bir başka ülkede düzenlenen ve ünlü yıldızların akın ettiği J&B’nin büyük partisine bu yıl Güney Afrika ev sahipliği yaptı. Cape Town’da düzenlenen organizasyonun celebrity’si yoktu ama sürprizi çoktu Geçen hafta J&B’nin gelenekselleşen partilerinden birine katılmak için Cape Town’a gittik. Benim için safari yapmakla eş anlama gelen bu şehirde meğer görülecek yüzlerce yer ve yapılacak sayısız aktivite varmış. Daha uçak havalimanına alçalmaya başladığı noktada, yani şehri yukarıdan ilk gördüğünüz anda büyüleniyorsunuz zaten. Binaların boyandığı parlak sarılar, morlar, yeşiller şehrin pek eğlenceli ruhunun işareti.
Teneke Mahallesi diye bilinen ve az gelirli insanların yaşadığı (ki bu şehir nüfusunun üçte birini oluşturuyor) bölge bana depremde kurulan prefabrik evleri anımsattı. Burada siyahlar yaşıyor ve büyük sefalet içinde... Su yok, elektrik yok, ortada ‘ev’ denecek bir yapı bile yok... Ama pek şikayet eden de yok...
Ümit Burnu, Mountain Dağı, Moyo gibi şehrin turistik kısmını anlatmayacağım çünkü orası bir derya ama safariden kısaca bahsetmek istiyorum.
Aquila’da yaptığımız safari de bilinen anlamda safari değil. Turistik amaçlı planlanmış, çok güzel bir doğal yaşam alanı içinde aslanlar, çitalar, filler, antiloplar, timsahlar, su aygırları yaşıyor ama sınırlı sayıda. Hemen hepsinin bakımı alanın çalışanları tarafından yapılıyor. Bir anda karşınıza çıkan filler ya da uzaktan sizi gözüne kestirip yavaşça (hatta sinsi sinsi) yaklaşan aslanları saymazsak, bana hayvanat bahçesinden öte bir anlam ifade etmedi.
Yine de erkek çitaların ve aslanların bizleri görür görmez dişilerinin yanına sevgi gösterisinde bulunması, öpmesi, koklaması da unutamayacağım görüntüler olarak hafızama kazındı. Bir de rehberimiz Barbaros Kotoğlu’nun anlattıkları... Daha önce buraya gelen Türk işadamı topluluğu yapmamaları gereken her şeyi yapmış. Penguenler tepki versin diye tekme atanlar bile olmuş, ki görevliler tarafından apar topar alanın dışına çıkarılmışlar! Bu konuda ciddi uyarıldık!
Şehrin sokakları da hayvanat bahçesi gibi. Karşınıza her an tehlikeli bir babun ya da sevimli bir fok çıkabiliyor.

KENDİ AVATARIMIZI YARATTIK

J&B’nin bu sene parti merkezi olarak Cape Town’u seçme sebebi Afrika’nın tüm renklerini içinde barındıran bu şehirde misafirlerine unutulmayacak bir deneyim yaşatmak. Partinin konsepti eski ve yeninin birleşmesi. En uygun ülkenin Güney Afrika, en uygun şehrin de Cape Town olduğuna karar vermişler. 20 binin üzerinde J&B kokteyliyle firmanın yarışmasına katılan barmenlerden sadece dördü buraya gelmeye hak kazandı. Afrika ve dünyanın çeşitli ülkelerinden 450 kişilik grup da onların şerefine kale-şato karışımı bir yapı olan Castle Of Good Hope’daki partiye katıldı. Partinin teması ‘Geçmiş ve Gelecek’ ti. Dolayısıyla eğlence figürleri de ona göre tasarlanmış. Örneğin bir cihaz yüz taraması yapıyor. Ardından size uygun kıyafet seçenekleri sunuyor, bir de dans şekli. Beğendiklerinizle kendi avatarınızı yaratıyor, o avatarı da zaman zaman sahne şovlarının arkasında görebiliyorsunuz. Sonra Afrika’nın yerel bir müzik grubu çıkıp yerel dansları eşliğinde şarkı söylüyor. Etkileyici!
Partinin görsel şovları ve dünyaca ünlü DJ’lerinin çaldığı müthiş eğlenceli müziklerinin yanı sıra etkileyici bir kısmı daha vardı. Sorumlu alkol tüketimi kuralı... Sınırlı alkol tüketilmesi için kartlar dağıtıldı. Üstelik eğer başkasının kartını kullanıp da sınırı aşarsanız diye, içeriye ajanlar yerleştirilmişti.

BAŞINDA BİR TÜRK KADINI VAR

Dünya pazarında en çok satan üç viskiden biri olan JB’nin Amsterdam’daki merkezinin başında bir Türk olduğunu biliyor muydunuz? 32 yaşındaki Burcu Yurtoğlu geçen yıl Global Pazarlama Müdürü olunca tası tarağı toplayıp Amsterdam’a yerleşmiş. Yılın yarısını iş seyahatleriyle geçiren Yurtoğlu ülkelerin bu partiyi büyük bir tanıtım fırsatı olarak gördüğünü ve her yıl yüzlerce proje başvuru aldıklarını söyledi. Önceki yıl yıl Türkiye Kapadokya’da Boy George’un katılımıyla düzenledikleri parti hala büyük övgü alıyormuş. Şu sıralar J&B dünyada en çok ginger ile içiliyor bir de mojitosu pek rağbet görüyormuş. Çin’de yeşil çaylı kokteyller Meksika’daysa limonata revaçtaymış. Türkiye hala tercihini kola ya da sek tüketmekten yana kullanıyormuş.

ÖNÜMDEN MICHELLE OBAMA GEÇTİ

Güney Afrika’ya gidip AVM dolaşmadan olmaz. Üstelik küçük dükkanlarda kredi kartlarımız kopyalanabileceği için mutlaka mağazalardan alışveriş yapmamız gerektiği konusunda da uyarıldık. Harbour, alışveriş için ideal bir yer. Biz Afrika’nın otantik figürlerine kendimizi iyice kaptırdık. Kimimiz tamtam aldı kimimiz devekuşu yumurtası. Alışveriş merkezinden çıktığımızda hava kararmış, etraf sessizleşmişti. Yol kenarında taksi beklerken uzaktan bir ışık selinin yaklaştığını fark ettik. Kargaşasız, sessiz, içinde bolca resmi ve polis aracının olduğu bir konvoy hızlıca geçiyordu. “Bu neydi” diye sordum rehberimize, bir eliyle taksinin kapısını açan rehber, “Michelle Obama geçti. Irkçılığa karşı birtakım incelemeler yapmak ve genç kadınlarla ilgili konferanslara katılmak için iki günlüğüne burada” dedi gayet sakin. “Nasıl yani” dedim, “Konvoyunda onlarca silahlı adam ciplerden sarkmıyor mu, yukarıdan helikopter takibi yapılmıyor mu, sirenler, kornalar çalmıyor mu? Kimse bizi itmeyecek mi yol kenarından çekilmemiz için? Sabahın erken saatlerinde yolları trafiğe kesmeye de mi başlamadılar” dedim bir nefes... Operatörümüz başka bir ülkenin dilini konuşuyormuşum gibi şaşkın şaşkın baktı yüzüme... Evet, galiba ben başka bir ülkenin dilini konuşuyordum...
Yazının Devamını Oku

Değeri sonradan anlaşılan bir ‘İncir Reçeli’ öyküsü

18 Haziran 2011
Herkesin ağzında bir ‘İncir Reçeli’... Geçen Şubat’ta vizyona giren ama sadece iki hafta barınabilen film vizyondan çıktıktan sonra keşfedildi! Geçen hafta DVD’si de çıkan ve listelerde iki numaraya yükselen film 24 Haziran’da yeniden vizyona giriyor. Nasıl mı? Hikayesi aşağıda... Şubat ayıydı... Bir arkadaşım ‘İncir Reçeli’ diye bir filmden bahsetti. “Mutlaka izle” dedi; izleyemedim. Zaten iki hafta filan kaldı vizyonda. Geçenlerde bir başka arkadaşım vizyondayken izlediği ‘İncir Reçeli’ için “DVD’si çıktı” dedi ve mutlaka izlenmesi gereken bir aşk filmi olduğunu söyledi. Sosyal medyada da herkesin ağzında bir ‘İncir Reçeli’.
Hafta ortası nasıl canım sıkkın; çıktığı hafta D&R’ın listesinde iki numaraya yerleşmiş ‘İncir Reçeli’ni gördüm, aldım. Öyle kafam dağılsın diye koydum DVD’ye.
Sabun köpüğü bir romantik komedi beklerken; bir de baktım ki karşımda oyuncusuyla, çekimleriyle, senaryosuyla, diyaloglarıyla, müzikleriyle dört dörtlük bir yapım...
Hollywood’un başı sonu olmayan pek çok yapımına şapka çıkartacak şahane bir aşk filmi.
Sezai Paracıklıoğlu, Melike Güner, Sinan Çalışkanoğlu, Barbara Louress, Selim Akgün ve diğerleri...
Öyle bir oynamışlar ki, sanki hiç oynamamışlar...
(Bu isimlerin hiçbirini magazin sayfalarından tanımıyoruz ya, galiba işin sırrı bu; inandırıcılık... Selim Akgün’ün gerçekten bir apartman görevlisi, Sinan Çalışkanoğlu’nun yırtmaya çalışan bir senarist olduğuna kalıbımı basabilirim.)
Filmin senaristi ve yönetmeni de daha önce ufak tefek rollerde gördüğümüz Aytaç Ağırlar.
Filmi izlerken başlayıp, bittikten sonra da devam eden hıçkırarak ağlama seansım durduktan sonra Ağırlar’ı aradım.
Öyle ya ‘Issız Adam’, ‘Babam ve Oğlum’, ‘Eyvah Eyvah’, ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ vs. gibi Türk filmlerinde ortalık ayağa kalktı da ‘İncir Reçeli’ neden bu kadar sessiz sedasız girdiği vizyondan aynı sessizlikle çıktı?
Ağırlar netti: “Çünkü param bitti.”

24’ÜNDE YENİDEN VİZYONDA

58 kopyayla girmiş film gösterime ama aynı dönem ‘ünlü’ oyuncuların yüksek bütçeli filmleri de gösterimde olduğu için sinemalar ‘İncir Reçeli’ne iki haftada kapıyı göstermiş. Aslında direnmiş Ağırlar; mesela Kayseri’de tek bir sinemada da olsa film hala gösterimdeymiş. Dolayısıyla teoride 17 haftadır film vizyonda kalmış görünüyor ama tek kopyayla...
‘İncir Reçeli’nin sonradan keşfedilmesinden mutlu. Önümüzdeki 24 Haziran’da bu kez ‘sinemalardan gelen istek üzerine’ tekrar 58 kopyayla gösterime gireceğini söyledi.
Peki ama o zaman DVD niye çıktı? İzleyici sayısını olumsuz etkilemez mi?
- Etkiler tabii ama ben filmin sonradan patlayacağını bilemezdim ki... Dayanacak gücüm yoktu. Bankadan kredi aldım da çektim. 800 bin liraya mal oldu. Taviz verecek gücüm kalmamıştı. DVD ve TV gösterimi haklarını satmak zorunda kaldım. Zorunlu bir anlaşmaydı. Film vizyondan çıktıktan üç ay sonra DVD’si çıkar. Üç ay sonra da TV’de gösterilir; anlaşma budur. Eğer bu anlaşmayı şimdi, bugünkü koşullarda yapmış olsaydım en az iki katı fiyat isteyebilirdim ama kısmet... O zaman, paraya çok ihtiyacım vardı. Alacaklılardan başka arayanım yoktu...”
Kaç kişi izledi filmi bugüne kadar?
- 121 bin kişi. Buna da şükür ya 10 bin kişi filan izleseydi, tamamen batardım...
Borcunuz kaldı mı?
- 1450 lira. Ödeyeceğim onu da...
Yeni filme cesaretiniz var mı?
- Ben mecburiyetten yapımcı-yönetmen oldum. Kimse senaryomu bile okumadı çünkü. Elimde senaryomla geziyordum. Şimdi yapımcılar arayıp yeni senaryo soruyor. 11 yıldır yazıyorum ben. E, bugüne kadar hiçkimse onları okumadığına göre yeni sayılır onlar! Bir tanesi üzerinde anlaştık gibi.
Filmdeki Metin sizsiniz o halde?
- Kesinlikle benim... Karakteri yazarken tamamen kendimden esinlendim. (Gülüyor)

İKİNCİ KEZ İZLEDİM

Ve ben ertesi akşam ikinci kez izliyorum ‘İncir Reçeli’ni.
Bu kez kafam dağılsın diye değil; gerçek aşkın varlığına olan inancım tazelensin diye...
Filmin sloganı:
“Saklandıkları yerden aşk için çıktılar”
Aşkı görenin saklandığı bir dönemde...
Siz de biraz ‘İncir Reçeli’ almaz mıydınız?

‘Oda’larda ışıksızım

Akbank Oda Orkestrası kapanıyor...
1996 yılından bu yana Türkiye’nin Orta Anadolu ve Güneydoğu başta olmak üzere çeşitli illerinde sayısız konser vermiş, üniversite festivallerinde sahneye çıkmış, gençlere Liszt’den Beethoven’a klasik müziği sevdirmiş, dünyanın sayılı sanatçılarıyla Türk izleyicisini buluşturmuş toplulukta yolun sonuna gelindi...
Önce turneler bitti...
Şimdi konserler...
Sebep?
Para...
Artık gelirler giderleri karşılamıyor.
Muhtemelen geçen perşembe günü Aya İrini’de verdikleri konser de son konserleri oldu.
Henüz orkestranın daimi şefi Cem Mansur ve 22 kişilik orkestra dışında kimsenin bu karardan haberi yok.
Belki bir başka kuruluş bu muhteşem oda orkestrasına sahip çıkar, Akbank Oda Orkestrası’nın ışığı sönmez.
Bir umut...
Yazının Devamını Oku

Kim olursan ol, kaç yaşına gelirsen gel her zaman annenin çocuğusun

11 Haziran 2011
Demans hastalığına yakalanan Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan’ın annesi yanından bir an ayrılmıyor, oğlunun iyileşmesi için dua ediyor. Yemeğini kendi pişiriyor, ilacını elleriyle veriyor. Bir dönem yanlarından hiç ayrılmayan dostların şimdi ne yaptıklarını da çok merak ediyor

Ermeni cemaatinin en renkli, aydınlık, ilerici, sevilen isimlerinden biri Patrik Mesrob Mutafyan... 2008’de, geçirdiği guatr ameliyatı sonrası bir süre dinleneceği söylenmişti. Herkes iyileşip görevinin başına dönmesini beklerken bu istirahat süresi uzadıkça uzadı. Ve can sıkıcı gerçek ortaya çıktı:
Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği Mesrob Mutafyan 52 yaşında ‘demans’ yani bunama hastalığına tutulmuştu.

OĞLUNUN YANINA YERLEŞTİ
İyileşir diye beklendi ama nafile... Türkiye Ermenilerinden bir grup Mutafyan’ın yerine yeni bir isim atamak istedi, olmadı; eş başkanlık ya da yeni patrik istekleri ‘Mutafyan’ın hâlâ hayatta olduğu’ gerekçesiyle geri çevrildi.
Geçenlerde bir vesileyle annesi Mari Hanım ile bir araya geldik Mutafyan’ın.
80 yaşını devirmiş ama senden benden dinç denir ya, öyle bir hanım.
Yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen neşesinden, hayat enerjisinden, hiçbir şey kaybetmemiş. Bunda da bir hayır vardır diyor, oğlunun hastalığını tevekkül içinde kabulleniyor.

Yazının Devamını Oku