Emin Çölaşan

Abdullah Bey’e faks

27 Haziran 2007
VATANDAŞ -eczacı- Hüsnü Akıncı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e çektiği faksın örneğini bana da göndermiş. Bir ibret belgesidir. Özetliyorum. "Sayın Abdullah Gül. Dışişleri Bakanı. Ankara. En iyi bildiğinizi beyan ettiğiniz konuda yazıyorum. Yani bir dindar olarak yazıyorum. Hazreti Ömer ’Cah (makam) hırsı, ahlakın en üst seviyesine yükselmiş insanların bile yok olmasına sebep olur’ demiştir. Hazreti Ali 14 yüzyıl önce Mısır valisine gönderdiği emirnamede ’Ey Vali, şu hususa çok dikkat et ve olanca kuvvetinle çalış. Zira bu din (Müslümanlık) fena adamların elinde esir oldu. Din perdesi altında, fenalıklar yapılıyor ve Müslümanlıkla, dünya nimetleri, mal mülk, makam vesaire elde edilmeye çalışılıyor’ ifadesini kullanmıştır.

Bunları size yazma sebebim şudur. Partiniz varoşlarda, köylerde ve seçim bürolarında din propagandası yapmaktadır.
’Bize bir dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler’ sözü partinizin seçim bayrağı olmuştur.

Cah
(makam) hırsınız galip gelmiş olmalı ki, seçim meydanlarında siz de halkın hislerine aynı istikamette hitap etmektesiniz. "Beni cumhurbaşkanı seçtirmediler" diyerek mağdur rolü oynamaktasınız...

Sayın Bakan, bunlar dinin siyasete alet edildiğinin işaretleri değil midir? Seçim öncesinde dini duygularını sömürerek halkın hür iradesi üzerine konulan ambargo değil midir?


Üstelik ’dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler’ derken gerçekler örtülmüyor mu? Cumhurbaşkanı seçim sürecini gayet dikkatle izledim. Devletin en yüce makamına seçilecek kişi için bir ittifak arayışında olmadınız. Krizi Erdoğan, Arınç ve siz yarattınız...

Sayın bakan, AKP grubundan sizin dışınızda ve üzerinde herkesin uzlaşacağı bir aday gösterilseydi, acaba demokrasi zaafa mı uğrayacaktı! Sizin dışınızda bir cumhurbaşkanı ülkeyi temsil edemeyecek miydi!

İtiraza yer yoktur. Süreci iyi idare edemediniz ve ülkeyi bunalıma sürüklediniz. Şimdi de, yarattığınız bunalımı örtbas edebilmek için halkın hisleriyle oynayarak siyasi rant peşinde koşmaktasınız.

Partiniz seçimleri kazanır veya kaybeder. Bu önemli değildir. Önemli olan, ülkemizin bunalıma girmiş olmasıdır.

Allah indinde bunun vebali acaba kimin olacaktır? Zira Allah’ın Kuran’daki emri gayet açıktır: ’Herkes istisnasız, yaptıklarının hesabını verecektir.’

Bir makam hırsı için ülkeyi zora sokmaya değer miydi Sayın Bakan? Saygılarımla. Hüsnü Akıncı."

* * *

Vatandaş Hüsnü Akıncı’yı tanırım. Sağ görüşlü, dindar, dinimizi ve siyaseti iyi bilen biridir. Şu yazdıklarına itiraz etmek mümkün mü?

Aslında yazdıklarının eksiği var ama fazlası yok. Bir tarafta varoşlarda ve seçim meydanlarında mağdur rolü oynayıp insanları kandırmaya kalkışanlar, Türkiye’yi beceriksizlikleri nedeniyle buralara sürükleyenler!.. Hesapları çok açıktı. 2002 seçiminde yüzde 34 oy almışlardı. Bu yüzde 34’le bir de kendi adamlarını cumhurbaşkanı seçtirecekler, 2014 yılına kadar ülkemizi dikensiz gül bahçesi gibi (!) yöneteceklerdi.

Yüzde 34 oyla, 12 yıl boyunca (2002-20l4) devlet onların olacaktı!

* * *

Evet, bir yanda din ticareti ve din sömürüsü. Müslüman, inançlı insanlarımızı ayarlamak için gereken bunlar!

Öbür yanda ise gece kulüplerinde, en lüks restoranlarda, beş yıldızlı otellerde işadamları ve yüksek bürokratlarla eğlenen, kafa çeken, masalarında içkinin su gibi aktığı AKP milletvekilleri, başbakan danışmanları, il ve ilçe örgütçüleri vesaireler!..

Bir yanda fakir fukaraya -oy kepçelemek için- beleş dağıtılan kömürler, fasulye, bulgur paketleri...

Öbür yanda özellikle büyükşehir belediyelerinde ve belediye şirketlerinde yapılan inanılmaz savurganlık, hırsızlık, yolsuzluk... Ve sömürdükleri Müslümanların sırtından kendi adamlarını, çoluk çocuklarını zengin belediye başkanları ve kadroları...

Bir yanda "dindarlık-Müslümanlık-fakir fukara" edebiyatı, öbür yanda beş yıldızlı, viskili rakılı lüks hayatlar!

Başbakan’ın tercümanı, AKP İstanbul milletvekili Egemen Bağış, bu seçimde de İstanbul’dan aday. Tanıtım toplantısına İstanbul’un krema takımı ve yüksek sosyete katıldı. Orada varoşlar yoktu!

Aynı saatlerde İstanbul’da belediye parasıyla fasulye, bulgur paketleri dağıtılıyor, sadaka ekonomisi-lüks yaşam-yerli ve yabancı yandaşlara peşkeş-din sömürüsü olanca hızıyla bütün Türkiye’de devam ediyordu!

Başbakan ise dün olduğu gibi devletin uçağı ve araçları ile parti mitingleri düzenlemekten, düzmece açılışlar yapmaktan sıkılmıyordu.

Müslümanlık bunların elinde herhalde kalıp değiştirdi ve işte böyle oldu!

Hüsnü Akıncı’nın Abdullah Gül’e çektiği faksı şimdi bir de bu gözle, yeniden okuyun lütfen.
Yazının Devamını Oku

Türban gerçekleri ve oy avcılığı

26 Haziran 2007
ÖNCE bir konuda ayrımı iyi yapalım. Başörtüsü ile türbanı ayırmayı bilelim. Başörtüsü, yemeni, boyundan bağlanan eşarp, Anadolu kadınının geleneksel örtüsüdür. Orada saç tellerini saklamak gibi bir hadise yoktur. Türban ise farklı bir olaydır.

Bir üniformaya dönüşmüştür.

Tamamlayıcı unsurları vardır. Saç telleri asla görünmeyecek. Gerekirse alnına bir de bant koyacaksın. Örtü omuzlardan aşağıya, göğüs ve sırta kadar inecek. Altına uzun, topuklara kadar etek veya pardösü giyilecek. Ayrıca saçın arka bölümüne topuz gibi bir şey takacaksın ve türbanın arka tarafı kalkık duracak.

Bizim iktidar partisi, türbana ısrarla başörtüsü diyor! Bu ayrımı bizden daha iyi bildikleri halde böyle diyorlar ki, Anadolu kadınını ve onlara türban taktıran erkekleri kendi yanlarına çeksinler... Ve sanki herkesin başının açılmasını isteyenler varmış gibi bir hava oluştursunlar!

Ey türbanlı hanımlar, bu iktidar tarafından beş yıl boyunca siyasi amaçla kullanıldınız. Türbanı sömürdüler. Onun bir üniforma olarak kullanılmasına yol verdiler. Sizler de iyi niyetle, bunların türban sorununu örneğin üniversitelerde çözmesini beklediniz!

Oysa gerçeği saptırarak "başörtüsü" dedikleri türbanı oy avcılığı için kullandılar. İktidar sahipleri eşlerinin, kız çocuklarının ve yakınlarının üniformaya bürünmesini her fırsatta kullandılar ve oy sömürüsü aracı olarak gördüler.

* * *

Şimdi gelelim olayımızın özüne! Bunlar beş yıldan beri iktidar. Önümüzde sürekli ısıtılan konu belli.

Türbanın kamuda, eğitimde, özellikle yüksek öğrenimde, yani üniversitelerde serbest bırakılması.

Bunların elinde her güç vardı. Gerektiğinde Anayasa değiştirdiler. Gerektiğinde beş dakikada yasalar çıkardılar, yandaşlarını ihya ettiler. Yandaş ve partili hırsızlarını yeni yasalarla koruma altına aldılar.

Şimdi size soruyorum:

Peki türban konusunda ne yaptılar? Hiçbir şey! Yapamazlar mıydı? Yaparlardı, çünkü Meclis’teki büyük sayısal çoğunluk ellerindeydi. Hükümet ellerindeydi.

O halde niçin yapmadılar? Bu soruna niçin çözüm bulmadılar?

Yanıtı gayet basit!..

Çünkü türban, bunların elinde bir sömürü aracıydı. Hatta en büyük sömürü konusuydu. Buna çözüm bulsalardı, o silah ellerinden gitmiş olurdu. O yüzden sizi kullandılar ve siyaset oyununu sizin üzerinizden oynadılar... Ve oynamayı aynen sürdürüyorlar!..

Kendilerini "dindar" ilan ettiler, bu sömürü çarkına karşı çıkanları ise "dinsiz" olarak tanıtmaya yeltendiler.

Dikkat ediniz, beş yıl boyunca bu konuyu "başörtüsü" adı altında işlediler ki, daha geniş kitleleri yanlarına çekebilsinler! Konuştular, rol yaptılar, ağlaştılar, eleştirdiler, Başbakan ve Dışişleri Bakanı dahil eşlerinin ve kız çocuklarının türbanını hep gündemde tuttular.

Ama bütün güç ve yetki ellerinde olduğu halde özellikle, bilerek ve isteyerek çözüm bulmadılar.

* * *

Önümüzde seçim var. Yeniden iktidar olurlarsa, bu konuda acaba ne yapacaklar?

Hiçbir şey!

Pazar günü AKP’nin seçim bildirgesi açıklandı. Türban, başörtüsü, -adına ne derseniz deyin- konusunda değil cümle, bir adet bile sözcük yok. Hiç değinmemişler!

Bunun anlamı şudur:

"İktidar olursak türban yasağı aynen devam edecek."

Bu konuyu amansızca kullanan, oy kepçelemeye alet eden bir parti, seçim bildirgesine birkaç cümle koyamaz mıydı?

"İktidar olursak bu sorunu şöyle çözeceğiz, şunları yapacağız" diyemez miydi?

Elbette diyebilirdi ama çözmek işlerine gelmiyor... Ve gelmeyecek!

Siz türbanlı hanımları ve onlara örtünmeleri için baskı yapan erkekleri oyalamak, çözüm bulmaktan ve oy avcılığı yapmaktan çok daha kolay!

AKP’
nin sizin sırtınızdan yıllardır oynadığı ve bundan sonra da oynayacağı türbanlı siyaset oyununu lütfen iyi görün. Kendi kişisel ve siyasal çıkarları için sizi sömürenleri tanıyın.

İstediğiniz gibi örtünün ama bu çirkin, ucuz, fakat en kolay sömürü çarkına, oylarınızla daha fazla geçit vermeyin.
Yazının Devamını Oku

Arşiv giderken

24 Haziran 2007
SEVGİLİ okuyucularım, 14 Haziran tarihli yazımda size arşivimden söz etmiştim. Sizlerden gelen, bana gönderdiğiniz on binlerce mektup, faks ve káğıda çektirdiğim elektronik posta mesajlarını yıllarca biriktirmiştim. Onları büyük koli paketlerine sırasıyla yerleştiriyor ve her iki aylık dönemi kutulayıp -başka yer olmadığı için- bizim gazetenin kazan dairesine koyduruyordum.

İddialı söylüyorum, böyle bir arşiv değil Türkiye’de, dünyada bile hiç kimsede yoktur. Ülkemizin nabzı orada atıyor. İnsanlarımız bir gazeteciden neler istiyor? Dertleri, sorunları, görüşleri nedir? Ülke sorunlarına nasıl bakıyorlar? Benim yazılarım için ne diyorlar?

Bu eşi olmayan manevi hazineyi, bana mesaj gönderenlerin isimlerini gizli tutmak ve bilimsel bir araştırmada kullanmak koşuluyla bağışlayacağımı 14 Haziran tarihli yazımda yazmış ve isteyenlerin yazılı olarak başvurmasını istemiştim.
/images/100/0x0/55eadfebf018fbb8f89c3dbe
* * *

Çok sayıda yazılı başvuru ve istek geldi. Üniversiteler, vakıflar, yayın kuruluşları ve kişiler... Hepsine çok teşekkür ediyorum.

Arşivi önceki gün Ankara Ticaret Odası’na bağışladım. Niçin orasını seçtim? Birincisi, çok iyi bir araştırma ekipleri var. İkincisi, bürokrasiye tabi değiller. Üçüncüsü, böyle bir arşiv araştırması bir uzman ekip ve dolayısıyla maddi olanak gerektirir. Dördüncüsü, aynı kentteyiz. Arşivin bundan sonra oluşacak bölümlerini iletmem daha kolay olacak.

Ayrıca çalışmanın hemen başlayacağı ve bana yazanların isimlerinin gizli tutulacağı konusunda yazılı güvence verdiler.

ATO Başkanı Sinan Aygün’den bu konuda aldığım yazıyı özetliyorum:

"Uzman danışmanlardan oluşan bir Düşünce Merkezimiz var. Tamamen bilimsel odaklı çalışmalarımız, rapor, basın açıklamaları ve diğer yollarla, kamuoyunda büyük ses getirmiştir. Ülke sorunlarını tüm baskılara rağmen vatansever bir duruşla ve ısrarla gündeme getirdik. Tüm çalışmalarımız, bilimsel merkezlerde referans olarak görülmektedir.

Sizin bu değerli arşivinizden tüm Türkiye büyük yarar görecektir. Çünkü o arşivlerde haksızlığa, adaletsizliğe, yolsuzluklara karşı atılan feryatlar var. Bu çığlıkların dalga dalga yayılıp bu ülkeyi soyanların ve satanların kulaklarında bir bomba etkisi yapması, sizin kadar bizim de en büyük arzumuzdur.

Bu nedenle, çok kıymetli arşivinizin değerlendirilmesi işine büyük bir istek ve heyecanla talibiz. Türk basın tarihine altın harflerle geçecek bu çalışma için bizi tercih etmeniz, bizim için onur ve mutluluk kaynağı olacaktır..."

* * *

Evet, seçimi bu doğrultuda yaptım. Hem onlar, hem de kendim adına yanılmamış olmayı dilerim.

Kazan dairesinden çıkardığımız bazıları 100 kilo ağırlığa varan 26 adet büyük koliyi bir kamyon kasasında Ankara Ticaret Odası’na, gerçekten iyi işler başaran uzman araştırmacı ekiplerine emanet ederek gönderdim.

Okuyucularıma, beni eleştirenlere bile çok büyük saygı duyuyorum. O yüzden sizlerden gelen mesajları silmeyi, çöpe atmayı hiçbir zaman düşünmedim... Ve dünyada tek olan böyle bir manevi hazine oluştu. Bundan sonrasının sorumluluğu ATO’ya aittir.

Yılların birikimini kutular-koliler içerisinde kamyona yüklerken içime sinmedi, bir bölümünün önünde bir de fotoğraf çektirdim!

Bana da sizlerden küçücük bir anı kaldı!
Yazının Devamını Oku

Aferin sana Atilla Koç! Türkiye böyle tanıtılır!

23 Haziran 2007
OLUR ya, unutmuşsunuzdur! "Kim bu Atilla Koç" diye sorabilirsiniz. Bizim Kültür ve Turizm Bakanı’dır. Hani şu her yerde, resmi toplantılarda bile horul horul uyuyan, uyurken horlayan, pot kırdıkça kıran, kara mizah konusu ünlü bakanımızdır! Başında olduğu bakanlığın internet sitesinde, her çalışmasıyla Türkiye’ye ihanet eden, "Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır" diye kitaplar yazan, konferanslar düzenleyen Taner Akçam isimli şahıs, ünlü Türk yazarları arasında tanıtılıyor. Taner Akçam yıllar önce Türkiye’den kaçtı. Yurtdışında, şimdi ABD’de yaşıyor ve Ermeni lobileri tarafından besleniyor. Kitaplarında ve konuşmalarında ülkemize kin kusuyor.

Son olarak ABD’de Ermeni konusunda Türk tezlerini savunan Murad Gümen’in internet sitesini kırdı ve bir süre öncesine kadar gizli tutulan kimliğini açıkladı. Gümen şimdi Ermenilerin boy hedefi./images/100/0x0/55eacc7cf018fbb8f89769e8

Ömrünü Türkiye aleyhine yazılar yazarak, konferanslar vererek yurtdışında geçiren Taner Akçam isimli şahıs, bizim Kültür ve Turizm Bakanlığı internet sitesinde bütün dünyaya, hem de İngilizce olarak özetle şöyle tanıtılıyor:

"Tarih araştırmacısı. 1953 Ardahan doğumlu. ODTÜ İdari İlimler Fakültesi mezunu. Komünist ve Kürtçü propaganda yapmak suçundan 1976 yılında tutuklandı. 1977’de Ankara’da cezaevinden kaçtı ve aynı yıl Avrupa’ya gitti. 1978-1995 arasındaki siyasi sürgün yıllarında Hamburg Sosyal Bilimler Enstitüsünde tarihçi olarak çalıştı. Yazı ve konuşmalarında Ermeni sorununu tartıştı. (Dikkat ediniz, ’tartıştı’ diyor! İhanetin adı ’tartışmak’ olmuş!)

Bazı kitapları: Ulusal Kimlik ve Ermeni Sorunu. İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu. Ermeni Tabusu Aralanırken."

Yurtdışına kaçan, Türkiye aleyhine çalışan, ülkesine ihanet eden, "Ermeni soykırımı vardır" tezini bütün dünyada savunup Ermeni lobilerine hizmet veren bu şahsı dünyaya tanıtma görevini bizim Kültür ve Turizm Bakanlığı üstlenmiş! Hem de en masum ifadelerle!

"Tanıtım" dediğin işte böyle olur!

Atilla Koç bunları görmüyor mu? Beyefendi nerede?

Büyük olasılıkla uykuda! Horul horul, mışıl mışıl!


BU KAFA AZ DAHA CUMHURBAŞKANI OLACAKTI!

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, önceki gece bir televizyon kanalında konuşmuş. Devletin Anadolu Ajansı dün konuşma metnini geçti. Gül aynen şöyle demiş:

"Ümit ediyorum ki Anayasa Mahkemesi (Sezer ve CHP tarafından açılan son Anayasa değişikliği davaları konusunda) bu kez önceki gibi davranmaz, hukukun üstünlüğünü dikkate alarak karar verir. (Yani iptal kararı vermez!)

Bu sefer nasıl karar verecek, göreceğiz. Düşüneceklerini ümit edelim bu sefer."

Arkadaş Anayasa’dan habersiz. Cumhurbaşkanı olma hayalleriyle yaşadı, hadise Anayasa Mahkemesi’nden dönünce şoka girdi. Halen de şoku atlatamadı.

Şimdi Anayasa’nın Yargının Bağımsızlığı başlıklı 138. maddesini okuyalım:

"...Hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hákimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, TAVSİYE ve TELKİNDE bulunamaz..."

Evet, kendisi Anayasa’dan habersiz. Bol kepçe konuşuyor, mahkemeye açıkça tavsiye ve telkinde bulunuyor!

Üstelik hiç sıkılmadan nasihat vermeye falan yelteniyor.

Anayasa’yı çiğniyor. Bu kafa az daha cumhurbaşkanı olacaktı! Allah bizi korudu.
Yazının Devamını Oku

Kuzey Irak harekátı

22 Haziran 2007
ÖNCEKİ gece bir yemek sohbetinde birlikte olduğumuz kişiler arasında yüksek yargı mensupları, üniversite hocaları, gazeteciler, her kesimden yurtsever insanlar ve bazı generaller vardı. Her ikisi de yakın zamanda Ordu Komutanlığı yapmış olan iki emekli orgeneral, terörle mücadeleyi anlattılar. Özel bir ortamdı ve isimlerini açıklamak durumunda değilim. Kendilerine sordum:

"Paşam, şu ortamda Kuzey Irak’a askeri operasyon yapılır mı? Yapılmalı mı?"

Herkesin dinlediği yanıtı size özetle aktarıyorum:

"Bu ortamda, bu yaz sıcağında, o dağlık ve zor coğrafyada kapsamlı bir kara harekátı yapmak zordur. Birlikler sınırı bile geçmeden önce, içimizdeki hainler operasyonu karşı tarafa cep telefonuyla haber verecek ve onların aşağılara kaçması sağlanacaktır.

İkincisi, bu sıcak aylarda hiçbir asker sırtında silahı, mermileri, teçhizatı ve suyu dahil 15-20 kilo ağırlık taşıyarak o dağlık bölgede verimli olmaz.

Yapılması gereken ya hava bombardımanıyla bilinen hedefleri imha etmek, ya da kara harekátı ile sınırımıza yakın hedeflere vur-bitir operasyonu yaparak yeniden üsse dönmektir."

Ordu Komutanlığı yapmış iki emekli orgeneralin görüşü özetle böyleydi.

Bay Erdoğan dün Genelkurmay’ı ziyaret etti. Ne konuştuklarını, askeri operasyonun gündeme gelip gelmediğini bilemiyoruz.

* * *

Bana sık sık soruyorsunuz: "PKK mücadelesinde 1984 yılından bu yana can kaybı nedir?"

Son rakamları, devletin resmi rakamlarını, birkaç gün önce öğrendim. Şehit sayıları şöyle:

Her rütbeden asker 4.749. Polis 205. Geçici köy korucusu 1.302. Toplam şehit 6.256. Ayrıca sivil kesimden PKK’nın öldürdüğü öğretmenler, masum köy halkı ve diğerleri dahil sayı 5.595. Bunu da güvenlik güçleri toplamına eklediğimizde can kaybı 11.851’e ulaşıyor.

Güvenlik güçleri toplam yaralı: 13.327. Bunlardan 10.752’si asker. Ayrıca 7.620 sivil vatandaş yaralanmış.

Bu rakama kurşun yiyenler, elini kolunu, ayağını bacağını, gözlerini mayınlarla yitirenler, ömür boyu sakat kalanlar dahil.

Öldürülen PKK’lı sayısı yine devletin resmi rakamlarına göre 26.128.

Rakamları görüyorsunuz. Rakamlar korkunç. Bu mücadeleye hiçbir ülke dayanamazdı.

Dış güçlerin, yabancı ülkelerin taşeronu olarak görev yaptırılan, bazı AB ülkeleri ile ABD’nin koruması altında şımartılıp palazlanan bir terör örgütü ile mücadele veriliyor.

O mücadelenin nasıl verildiğini, ihalenin nasıl sadece Türk ordusunun omuzlarına yüklendiğini, başta hükümet olmak üzere öteki kurumların nasıl seyirci ve duyarsız kaldığını da önümüzdeki günlerde burada anlatacağım.


BİR YÜRÜYÜŞ, BİR MİTİNG VAR

SEVGİLİ okuyucularım, yarın İstanbul’da büyük bir yürüyüş, pazar günü ise Bursa’da bir miting yapılacak.

Yarın İstanbul’da -saat 10.30’da- "Bölücü teröre hayır" yürüyüşü var. Her gün şehit cenazesi kaldırdığımız bu ortamda terör karşısında ulusal duyarlılık sergilenecek, şehit ve gazilerimiz anılacak. Çok sayıda sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenen yürüyüş İstanbul Şişli’de, Perpa’nın önünden başlayacak.

Pazar günü ise Bursa’da görkemli bir miting var. Ayrılıkçı-bölücü teröre, emperyalist-küresel güçlere karşı, ulusal devlet için, Cumhuriyet’e ve değerlerine sahip çıkmak için "Teröre lanet, şehitlere saygı. Önce vatan mitingi" düzenlendi.

Bunu da çok sayıda sivil toplum kuruluşu düzenliyor.

Bu miting Bursa Gökdere Meydanı’nda pazar günü saat 11.00’de başlayacak ve art (Avrasya) televizyonu tarafından canlı yayınlanacak. (Bu canlı yayın nedeniyle biz pazar günü Mustafa Balbay’la art’deki programı yapmayacağız.)

Yarın İstanbul, pazar günü Bursa, sizlerin katılımıyla güç kazanacak.
Yazının Devamını Oku

Bay Başkan’dan kurtulmaya az kaldı ELİMDE

21 Haziran 2007
ELİMDE bir kitap var. TBMM Başkanı Bülent Arınç tarafından bastırılmış: "Türkiye Büyük Millet Meclisi. Parlamenter Diplomasi. TBMM Başkanlığı 2002-2007 Faaliyetleri."

Kitabın káğıdı en iyi cins, parlak, kuşe káğıt. 120 sayfa. İçinde tam 199 adet fotoğraf var. Bay Başkan bunların 193’ünde kendi resmini kullandırmış.

Ayrıca ön kapakta beş, arka kapakta dört fotoğraf yer alıyor ve hepsinde Beyefendi var!

Devletin ve milletin parasıyla kendi propagandasını yaptırıyor.

Beş yıl boyunca dünyanın dört bir yanına gitmiş. Ortalama yaklaşık ayda bir kez yurtdışı gezisi yapmış, dünyayı gezmiş.

Ekibi ve yandaşlarıyla birlikte, paralar bizim ceplerden, tam 41 yurtdışı gezisi.

41 kere maşallah!

Biz bu şahsı hep ağlarken, ağlama rolü yaparken izledik! Ne zaman nutuk atmaya çıksa ağlıyor, gözyaşı döküyor.

Kendisinden söz ederken "Ben heykeli dikilecek adamım" diyor.

Bir gün ağzından o ünlü vecizesi döküldü:

"Şeyini şey ettiğimin şeyi."

Fakat kimin neyini ne edeceğini açıklamadı! Ah bir açıklasa!

* * *

Geçenlerde kendi ili Manisa’da şehit cenazesinde protesto edildi. Halk tarafından yuhalandı. Halkın tepkisi çok büyüktü. Cenaze töreninden sonra öğretmenevinde basın toplantısı düzenledi ve mahalle ağzıyla konuştu:

"Bana ettikleri hakaretleri onlara misliyle iade ediyorum!"

Böylece kendini kurtarmış oldu!

Geçmişte Meclis çatısı altında açıklamalar yapmış, "Meclis’te benim yedi ceddimden çalışan kimse bulamazsınız" demişti. Yani aile bireylerine torpil yapmamış, onları Meclis’e almamıştı!

Birkaç gün önce ortaya çıktı ki, abisi ile yeğenini Meclis’ten maaşa bağlamıştır. Bunu kendisi de itiraf etmek zorunda kaldı.

Ancak verilen ücretler düşükmüş, her ikisi de bu parayı zaten hak eden değerli elemanlarmış.

Aynen böyle söyledi!

* * *

"Şeyini şey ettiğimi şeyi",
Meclis’e Refah Partisi’nden 1995 yılında girdi. Tam bir milli görüşçü. Sonra AKP’ye geçti. O günden bu yana Manisa milletvekili.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, her olayda ve her konuda yerinden zıplar, uluorta konuşur, ağlar ve partisini bile zor durumda bırakır.

Önümüzdeki seçimde yine Manisa’dan aday. Birinci sırada.

Elbette yine seçilecek. Fakat bu kez işi pek kolay olmayacak.

Karşısında bu kez CHP’nin birinci sıra adayı babayiğit bir isim var.

Şahin Mengü.

Mengü
hem rahmetli Bülent Ecevit’in, hem Deniz Baykal’ın avukatı. 367 olayının ilk mimarı.

Şimdi Manisa’yı adım adım geziyor.

Gönül isterdi ki, Bülent Arınç’la Şahin Mengü yerel veya ulusal, bir televizyon kanalında bir araya gelsinler, Manisa ve Türkiye’yi tartışsınlar. Böyle bir şeyi kabul edip etmeyeceğini dün Mengü’ye sordum. Yanıtı aynen şöyle oldu:

"Ne zaman isterse hazırım. Yeter ki o kabul etsin. Ne zaman ve nereye isterse gelirim. Hatta televizyonu kabul etmezse, Manisa halkının karşısında da istediği yerde tartışırız. Ak koyun kara koyun belli olur, Bülent Arınç’ın takkesi düşer. Ancak böyle bir karşılaşmayı kabul edeceğini hiç sanmam. Yüreği yetmez."

Son bir not. Bunu şimdiden yazıyorum.

Varsayalım AKP seçimde çoğunluğu sağladı ve yeniden iktidar oldu.

"Şeyini şey ettiğimin şeyi, heykeli dikilecek adam" bir kez daha Meclis Başkanı olmayacak. Partisi tarafından dışlandı.

Bunu kendisi de biliyor. Bay Başkan milletvekili sıralarında Manisa milletvekili kimliği ile oturacak. Aslında aday listeleri ilan edilmeden önce tasfiye edilecekti. Ancak "Meclis Başkanımızı bile safdışı bırakırsak çok ayıp olur, dile düşeriz" gerekçesiyle listeye gönülsüzce konuldu.

Az kaldı. Saltanatı bir ay sonra bitecek, yaptıklarının yanına kár kalıp kalmadığı daha sonra görülecek.
Yazının Devamını Oku

Rezaletin böylesi

20 Haziran 2007
DÜNKÜ yazımda değinmiştim, bugün fotoğrafını size iletiyorum. (Minareler ringin iplerine denk geldiği için tam görünmüyor.) Cumartesi gecesi Ankara’da boks maçları vardı. Sinan Şamil Sam’ın şampiyonluk maçı dahil on maç yapıldı. Ring zemininin neredeyse tamamını kaplayan bir amblem yerde, ayaklar altında. Üzerinde Ankara, altında Büyükşehir Belediyesi yazıyor. Bu amblem, AKP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait! Mucidi Melih Gökçek.

Üzerinde iki minare var. Bunlar Kocatepe Camii’nin minareleri. İki minarenin arasında bir de kubbe var. Yani tümüyle cami.

Bu kutsal kavramlar yerde, ayaklar altında eziliyor, çiğneniyor. Maçlar bir televizyon kanalından canlı yayınlanıyor. Bu rezalet, dinimize karşı yapılan bu inanılmaz saygısızlık milyonlarca insan tarafından izleniyor.

İşin daha da acı tarafı, Melih Gökçek de orada! Maçları izliyor. Ayaklar altında çiğnenen kutsal kavramlar ringin üzerine serilmiş, gözlerinin önünde. Ama hiçbir şey yapmıyor. Niçin?.. Çünkü cami simgesini, kutsal kavramları yere serdiren ve ayaklar altında çiğnenmesine neden olan kendisi.
/images/100/0x0/55eac3acf018fbb8f89537d5
Dahası, çiğneyen sporcuların ve hakemlerin bir bölümü de Hıristiyan!

* * *

Sevgili okuyucularım, şimdi bir düşünün. Bu rezaleti yaratan örneğin bir CHP’li belediye olsaydı, askerler olsaydı, bu iktidara karşıt bir kişi veya kurum olsaydı, ya da bu saygısızlığı yurtdışında bir ülkede birileri yapmış olsaydı, bizim İslamcı medya kıyameti koparmaz mıydı?.. Ve haklı olmaz mıydı? Kim ne diyebilirdi?

Şimdi bakıyorum, bu kesimden tık yok! Kutsal kavramlar Melih’in önünde yere serilmiş -zaten kendisi serdirmiş- ve yarattığı eseri, rezaleti, çirkinliği, densizliği sırıtarak izliyor!..

Ve sözünü ettiğim İslamcı kesim bu olayı görmezden geliyor!

Bunların hep uyguladığı çifte standart işte budur. Yutmayın, aldanmayın, kanmayın.


SAMSUN BÜYÜKŞEHİR VURGUNU

BİZİM Ankara Bürosu’nun polis adliye muhabiri Nurettin Kurt’un çarpıcı haberini bugün Hürriyet’te okuyun lütfen. Nurettin’in elinden uçanla kaçan kurtulur. AKP’li Samsun Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan inanılmaz vurgun gerçekten korkunç boyutlara ulaşmış. Ne ararsanız var. Yok yok! Nurettin bunları belgelemiş.

Burada ısrarla yazıyorum. AKP’li belediyelerde ve onların emrindeki belediye şirketlerinde Türkiye’nin en büyük hırsızlık, yolsuzluk, vurgun ve hortumları gerçekleşiyor. Bağışlar, avantalar, rüşvetler!..

Bir yanda dinden, imandan, Müslümanlıktan söz edenler, trilyonları cukkalıyor.

Belediye şirketleri hiçbir denetime tabi değil. Belediye ihale ve alımları onlara veriliyor, sonra vurgun gerçekleşiyor.

Dikkat ediniz, AKP iktidarı bunları bildiği halde hiçbirinin üzerine gitmiyor. Niçin?.. Çünkü belediyeler ellerindeki o inanılmaz para gücüyle iktidara çalışıyor, iktidar yandaşlarına köşe döndürüyor. Bu süreçte korkunç rüşvetler dönüyor.

Bazı başkanlar dahil, açık ve gizli ortaklıklar kuruluyor.

Bazı belediye başkanları, aileleri, çoluk çocukları, belediye bürokratları, şirket yöneticileri vesaire malı götürüyor. Nurettin’in bugünkü haberi, vurgunun Samsun boyutunu gözler önüne seriyor.

22 Temmuz seçiminde iktidar değiştiği anda tüm belediye hırsızları ile bunlara yol verenler mutlaka yargılanacak, hesap sorulacak.
Yazının Devamını Oku

Şimdiye kadar niye halletmedin!

19 Haziran 2007
BAŞBAKAN Şanlıurfa’da konuştu, bu kez de YÖK’e veryansın etmeye başladı. Dilin kemiği yok, istediğin gibi konuş! "Hedefimiz 81 ilimize üniversite kurmak!" Üniversite kurmayı bir müdür-bir mühürle ilköğretim okulu açmak zannediyor. Üniversite, en az beş fakülte demektir. Bunların hocalarını, öğretim üyelerini gökten zembille mi indireceksin? Binalarını, yurtlarını nasıl ve nerede yaptıracaksın? Saygınlığını, bilim düzeyini nasıl koruyacaksın? Bu soruların yanıtı yok. Amaç, varsa yoksa seçmene göz kırpmak, beş yılda yapamadıklarını şimdi yapacakmış gibi göstermek!

Bir sözü daha var: "Hedef, üniversitelere alınan öğrenci sayısını artırmak. Ama bu hükümetlerden çok YÖK’ün sorunudur. Önce bu YÖK olayını halletmemiz gerekiyor."

Miting meydanında bu vecizeleri dinleyen bir vatandaş, kendisine ön sıralardan yüksek sesle sorsa: "Beş yıldır iktidarsın ve istediğin her yasayı çıkardın. YÖK’ü niçin halletmedin? Aklın şimdi seçim öncesinde mi geldi başına? Bu masalları bize niçin şimdi okuyorsun?.." Acaba ne yanıt verirdi? Ya da vermesi mümkün olur muydu?

Son bir not daha... Artık onun miting meydanlarında Cumhurbaşkanı yuhalanıyor. Böyle bir kepazeliğe Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez tanık oluyoruz.

Bir yanda Türkiye’yi yönetirken öbür yanda bu terbiyesizliğe çanak tutanlar, kışkırtanlar, acaba utanır mı?


AYAKLAR ALTINDA KUTSAL KAVRAMLAR

Bunlar konuştukça mangalda kül bırakmayan, özellikle din ve türban sömürüsünü en güzel yapan, hep Müslümanlıktan söz edenlerdir. Geçtiğimiz cumartesi gecesi Ankara’da boksörümüz Sinan Şamil Sam’ın şampiyonluk maçı ve ayrıca dokuz boks maçı daha vardı. Bunları bir televizyon kanalı canlı yayınladı.

Biliyorsunuz, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Melih Gökçek, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinin amblemini değiştirdi.

İki minare, bir cami kubbesi!

Sonuçta, siyasi sömürü için kullansalar bile, kutsal kavramlardır.

O gecenin sponsorları arasında Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Melih Gökçek de vardı... Ve maçları izliyordu. Belediyenin minareli-kubbeli hilkat garibesi amblemi ringe serilmişti. Bazıları Hıristiyan olan boksörler ve hakemler, minareleri ve cami kubbesini saatlerce ayakları altında çiğnediler. Bu olayı salondan ve ekrandan milyonlar, yüzleri kızararak izledi.

Melih bu manzarayı -kendi marifetini- hiç umursamadan, gülerek izledi.


Türkiye’de böyle bir olay ilk kez yaşandı. Kutsal kavramlar ayaklar altında çiğnendi. İşte bunların Müslümanlığı (!) ve işte bunların dinimize saygısı.

İslamcı medya ise bu kepazeliği görmezden geldi!

Sadaka ekonomisi

İnsanları aç bırakan, işsizliğe mahkûm eden, kendi yandaşlarını, işbirlikçilerini ve yabancıları ihya eden AKP iktidarı, şimdi ezdiği kitlelerden oy devşirme peşinde.

Seçim öncesinde Türkiye’nin dört bir yanında seçmenlere beleş kömür ve gıda yardımı dağıtılıyor. Bunların parası hem devlet, hem AKP’li belediyeler, hem de yolsuzluk ve vurgunların mikrop yuvası belediye şirketlerinden karşılanıyor.

Bu yılın devlet bütçesini tükettiler, şimdi 2008 bütçesine, gelecek iktidara yükleniyorlar. Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nde, yüz milyonlarca dolara ulaşan beleş kömürün parasının 2008 bütçesinden ödenmesi öngörüldü.

Şu anda kömür ve gıda yardımı hızla devam ediyor. Örneğin, İzmir’de ahaliye 34 derece sıcaklıkta kömür dağıtılıyor. Kamyonlar dolusu, çuvallar dolusu ithal, ancak ucuz olsun diye en kalitesiz kömür!

* * *

Şu ülkenin içine düşürüldüğü manzaraya bakın! Bir yanda alabildiğine din ticareti, din ve türban sömürüsü.

Onlar Müslüman, onlar dindar, başkaları değil!

Öbür yanda, boks ringinde -AKP’li Melih Gökçek’in himayesinde ve gözlerinin önünde- ayaklar altında çiğnenen minareler ve kubbe.

Parti mitinglerinde yuhlatılan Cumhurbaşkanı.

Sonsuz vaatler, işsiz bıraktıkları kitleler için sadaka ekonomisi...

22 Temmuz yaklaşıyor. Keklik bu kez cepte değil. Korku dağları bürüdü.
Yazının Devamını Oku