Tehdit kültürü tehdidi

İKİ yıl önce Başbakan Erdoğan, Arap Birliği zirvesi için Sudan’a gittiğinde, uçaktaki gazeteciler arasındaydım.

Dubai Tower ile ilgili haberler yüzünden yine medyaya kızıyordu. Medyanın, hükümetin yaptığı olumlu işleri görmediğini sadece olumsuzlara odaklandığını söylüyor, bunun ardında medya patronlarının çıkar hesapları olduğunu ima ediyordu.

Açıklayın biz de yazalım dedim.

İtiraz etti: "Meyveyi olgunlaşmadan kopartırsan olmaz. Olgunlaşacak öyle kopartacaksın ki işe yarasın." Haber 30 Mart 2006’da gazetelerde yer aldı.

Bu yaklaşımını çok yadırgamıştım. Bana göre ne demokrasi kültürü ile bağdaşıyordu ne de yönetici sorumluluğuyla.

Bu iddialar açıklanmalıydı, hukuk devletinde bunun zamanı ve zemini olmazdı.

Sorunlar, meyvelerin olgunlaşmasını bekleyerek, intikam, misilleme gibi yöntemlerle değil, var olan demokratik mekanizmalarla çözümlenebilirdi ancak.

Cumartesi günü, tam Türkiye ile Ermenistan arasındaki tarihi adıma odaklanmışken Başbakan’ın Güngören ilçe kurultayındaki konuşmasını dinlediğimde o gün söyledikleri aklıma geldi.

Demek meyveler kopartılacak kıvama gelmişti.

"Yolsuzluk çamurunu atanlar, kendileri o çamurun içinde boğulurlar. Ve bugüne kadar atanlar da aynen bu şekilde boğulmuşlardır" diyor, göz dağı veriyor, üstü kapalı mesajlar veriyordu.

Yolsuzluk haberlerinin kapağını kaldırmaya cesaret edecek olanlara abayı da sopayı da açıkça gösteriyordu.

* * *

"SEN AK Parti’yi hedef göstereceksin olacak, Başbakan partisine saldırı yapan bu gazeteyi hedef gösterecek o zaman olmayacak ee.. Bal gibi olur."

Hayır olmaz.

Kamusal rollere soyunanlar, hele de halkı temsilen devletin gücünü ellerinde tutanlar medyanın yani halkın yakın takibi altında olmayı içlerine sindirmek zorundadırlar.

Oysa Tayyip Erdoğan, hükümet ve hükümetin başı olarak kendisiyle ilgili muhalefeti, eleştiri ve olumsuz haberleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hakaret olarak algılıyor ve öyle yorumluyor.

Almanya’daki Deniz Feneri ile ilgili davada adının geçmiş olabileceğini kabul ediyor ama bunun haber yapılmasına bir kutsala el uzatılıyormuş üslubuyla karşı çıkıyor.

"Almanca şu anda yazıları da geldi, adımızı vererek orada bir şeyler yapmış olabilirler. Ama sen nasıl olur da bizim ismimizi, adımızı kullanırsın? Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na sen nasıl olur da çamur atmaya yeltenirsin?"

Bu üsluba basın patronları arasındaki çekişmelerde rastlasaydım, veya patronlar arası savaşlarda pozisyon tutanların sütunlarında görseydim, yine gazetecilik adına rahatsız olurdum ama seviyesiz bir kapışma der geçerdim.

Bu sözleri Başbakan söylediğinde ise, iş çok daha ciddi boyutlara ulaşıyor. Göz dağı vermeler doğrudan halkın haber alma özgürlüğünü tehdit ediyor.

Muhalefete, eleştiriye, habere kilit vurma isteğini gösteriyor.

Eğer haberlerde eksikler varsa, doğru olmayan yönler varsa tekzip mekanizmasını kullanırsınız. Yasal çözümler ararsınız. Bulmakta da zorlanmazsınız.

Ama tehdit ve şantaj asla bir tekzip yöntemi olamaz.

Başbakan bu yöntemi kullanmaya başlarsa, diğerleri ne yapar?

Türkiye’de ne basın kalır ne de özgürlük.

Tehdit kültürü, basın özgürlüğü ama en başta da demokrasi için en büyük tehdittir.
Yazarın Tüm Yazıları