Beyrut’ta “Hizbullah darbesi”; Lübnan’da “İran-Suriye” hamlesi...

Lübnan iç savaşı, 1975-1990 arasında tam 15 yıl sürdü ve 20.Yüzyıl’ın en acımasız ve vahşi iç çatışmalarından biri olarak tarihe kaydedildi.

Haberin Devamı

Ülke, 1990’larda Refik Hariri’nin başbakanlığında, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından oluşan ulusal, bölgesel ve uluslararası konjonktürden yararlanarak, adeta küllerinden yeniden doğdu; mucizevi biçimde yeniden inşa edildi.

Bu ülke, daha doğrusu başkenti Beyrut ve daha da doğrusu “varoluş için direniş”in simgesi Müslüman Batı Beyrut, son bir haftadır, iç savaştan bu yana en kanlı çatışmalara sahne oldu ve Batı Beyrut, büyük ölçüde Hizbullah’ın denetimine geçti.

Şehir, yani Batı Beyrut, hatta Batı Beyrut’un bir üçgen gibi denize uzanan Ras Beyrut adlı bölümü, parlamento çoğunluğunu elinde bulunduran Sünni-Dürzi omurgasına ve Hristiyan müttefiklerinden oluşan “14 Mart Hareketi”nin değerlendirmesine göre, “Hizbullah’ın darbesi”ne rehin vaziyette.

Haberin Devamı

14 Mart Hareketi’nin lideri pozisyonundaki Saad Hariri, (Refik Hariri’nin oğlu ve Türk Telekom’un en büyük hissedarı), Kureitem semtinde bir şatoyu andıran evinde fiili Hizbullah-Emel (yani Şii örgütlerin) kuşatması altında.

Dürzilerin lideri ve 14 Mart Hareketi’nin en saygın siyasi şahsiyeti kabul edilen Velid Cunblatt da, Kureitem’e düz ayak yarım saat ötede, Kantari semtinde aynı konumda. Bir on dakika mesafedeki Saray’da (Serail), yani Başbakanlık konutundaki Başbakan Fuad Siniora da öyle.

Hariri’nin liderliğini yaptığı “Gelecek Akımı”nın (Tayyar el-Müstakbel) Batı Beyrut’taki tüm büroları ve temsilciliklerine Hizbullah tarafından el konuldu ve yakıldı. Ülkenin çeşitli yörelerinde Şii ve Dürzi milisler, savaşır durumdalar.

Hariri’nin sahibi olduğu Future TV ile günlük organı Al-Mustaqbal gazetesi binalarına roketlerle saldırıldı.

Bir haftadır ilk kez Future TV yayınına başladı, Al-Mustaqbal gazetesi de standlarda görüldü.

Ancak, televizyon ve gazete, Hristiyan semtlerinden yayın yapıyor.

Televizyon ve gazete çalışanları, mahalleleri Hizbullah-Emel milislerinin denetimi altında bulundukları için evlerine gidemiyorlar.


Beyrut havaalanı bir haftadır kapalı.

Havaalanına giden yollar kesik. Batı Beyrut’ta ana arterlerde Hizbullah milisleri, iki günden bu yana barikatlardan çekildiler.

Ana arterlerde Lübnan Ordusu var ve kimden yana olacağını bilemeyen bir “tarafsız” ya da “özerk” konumda.

Haberin Devamı

 

***                   ***               ***

 

Bir haftadır, Lübnan’da bir “yeni statüko”nun oluştuğu belirtiliyor.

Herkesin mevziinden çıkmadığı, Batı Beyrut’a, bir başka deyimle Ras Beyrut’a Hizbullah’ın hükmettiği, matematik kavramıylabir “kararsız denge” hali.

Saad Hariri, dün evinde yaptığı basın toplantısında “Başımıza silah dayayarak bizi müzakerelere zorlayamazlar.

Beyrut’un beyaz bayrak eçmesini istiyorlar.

Saad Hariri, Velid Cunblatt ve 14 Mart çoğunluğunun Lübnan’a Suriye rejiminin dönmesini ve karar verme yetkisini Suriye ve İran rejimlerine devretmesini istiyorlar.

Bu tümüyle imkânsız. Saad Hariri, Velid Cunblatt ya da herhangi bir 14 Mart liderinin İran ya da Suriye’ye teslim olmasını başaramayacaklar”
diye konuştu.

Haberin Devamı

Genelkurmay Başkanı General Michel Süleyman ise, “Ülke, son birkaç gün içinde hiçbir ulusal ordunun önleyemeyeceği ve taraf tutamayacağı bir iç savaş yaşadı” diyerek, “özerk konumu”nu ilân etmiş vaziyette.

Zira, Siniora hükümeti, orduya “Hizbullah darbesi”ni bastırma talimatı vermişti.

Ordu, ne Hizbullah’dan yana gibi görünmese de, “meşru otorite”nin isteklerini de yerine getirmiyor.

Beyrut’ta olan-biteni nasıl anlamak gerekiyor?

Lübnan’ın tüm “Ortadoğu’nun aynası” olduğunu, Ortadoğu’da olan-biten ya da olması istenenin “Lübnan aynası”nda yansıdığını anlamadan, Lübnan’da ne olduğu anlaşılamaz.

Önce anlamak gereken bu.

Bu anlaşıldıktan sonra, Hizbullah üzerinden Batı Beyrut’a el koyma ve Siniora hükümetini istifaya zorlama işleminin, bir “İran-Suriye hamlesi” olduğunu anlamak gerek.

Haberin Devamı

Hizbullah’ın bağlı olduğu ve izinden gittiği “rehber”, İran’ın “dini lideri” Ali Hamanei. “Jeopolitik” nedenlerden ötürü, Hizbullah’ın “lojistik ipleri” ise Suriye’nin elinde. “Tahran-Şam ekseni” start vermeden, Hizbullah’ın Lübnan’da harekete geçmesi söz konusu bile değil.

Zaten, Batı Beyrut’ta girişilen Hizbullah silahlı saldırısının gerekçesi, Siniora hükümetinin Hizbullah ile ilişkisi olduğu iddiasıyla havaalanı güvenlik sorumlusunu görevden alması ve Hizbullah’ın iletişim ağını dağıtmaya kalkışması.

Bunun karşılığının, Ortadoğu’daki tüm siyasi dengeleri etkileyebilecek bir şekilde, Lübnan’ı iç savaşın eşiğine taşımak olabilir mi?


Hizbullah’ın arkasındaki İran-Suriye ekseni görüldüğü takdirde, olabilir. İran-Suriye ekseninin “hamlesi” ise, Sünni Arap dünyası ile Batı’nın (ABD ve AB) desteğindeki Siniora hükümetine ve Sünni Saad Hariri’nin başını çektiği 14 Mart Hareketi’nin iktidar gücüne yönelik.

O yüzden, hamlenin adı “darbe”ye çıkıyor. “Hizbullah darbesi” ya da Lübnan başkentinde “İran-Suriye darbesi”.

Ve, o yüzden, söz konusu girişime en sert tepki, bizzat George W.Bush’tan, AB Konseyi’nden ve Suudi Arabistan’dan geldi.

İlk ikisi, suçlayıcı parmaklarını İran ve Suriye’ye çevirirken, S.Arabistan doğrudan İran’ı suçladı ve Beyrut’ta durum değişmezse, İran’ın Arap “ve hatta İslam dünyasında tecrit olması”yla sonuçlanacağını açıkladı.

Bu, belirgin bir “Sünnilik” vurgusu.

Haberin Devamı

Şu sırada Beyrut’ta Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ve Katar Başbakanı’ndan oluşan bir heyet, “arabuluculuk” için çalışıyor ama sonuç alabilecekleri hayli kuşkulu.

Beyrut’taki gelişmeler, bir yönüyle de Irak’taki “Şii-Sünni çatışması”nın ve “İran nüfuzunun yayılması”nın Lübnan başkentinde yansıması.

 

***                  ***               ***

 

Lübnan’daki gelişmeler sanıldığından çok daha ciddi boyutlar taşıyor.

Beyrut, sadece Lübnan’ın başkenti değildir.

Bir Akdeniz kentidir.

Tarihi kimliği ile “Levant”ın ta kendisidir.

“Levant”, çok-dinlilik, çok-mezheplilik ve kısacası “kozmopolitizm” demektir.

Beyrut’un bir Arap ülkesinin başkenti olması özelliği ve ayrıca tarihi-geleneksel demografik özellikleri onu “Sünni ağırlıklı” bir şehir yapar.

Tüm bu özelliklerinin toplamı, Beyrut’un, hiçbir din ve mezhebe ait olmaksızın, Sünni ağırlıklı bir yönetim mekanizmasıyla varolabileceğini ifade eder.

Bir de, Şii ya da İran mührünün Akdeniz kıyısında, “Levant kozmopolitizmi”ni silecek biçimde vurulamayacağını.


Eğer, Beyrut, bir başka deyimle Beyrut’un Müslüman Batı kesimi, Hizbullah acentalığı üzerinden İran ya da İran-Suriye ekseninin hakimiyeti altına sokulursa, bu, tarihte ilk kez olacak bir şey demektir ve Ortadoğu’nun tüm fotoğrafını değiştirebilecek dinamikleri harekete geçirir.

İsrail’in, kuzey komşusunun başkentinin “İran denetiminde” olmasına göz yumarak, yaşamayı sürdürmeye rıza göstereceğini düşünebiliyor musunuz?

Türkiye’nin bir rolü olabilir mi?

Apayrı bir konu bu.

Şimdilik, Lübnan’da “olanları” ve “olamayacakları” ve bunların nedenlerini görmekle yetinelim...

Yazarın Tüm Yazıları