Kapatma davasının önü, arkası (III)

ÜÇ gündür AKP’yi "kapatma davası" eşiğine getiren koşulları irdeliyorum. AKP’nin statükoya karşı 6 yıldır somut bir strateji geliştiremediğini, aldığı eğitim ve mizacı gereği AKP’nin genel başkanının somut projeler üretmek yerine, zikzaklar çizmek pahasına, üzerinde hiçbir ev ödevi yapılmamış pragmatik söylemler icat etmeyi tercih ettiğini dün ve evvelsi gün yazdım.

Bugünkü son yazımda tutarsız, popülist politikaların AKP ve liderini nereye sürüklemekte olduğunu analiz etmeye çalışacağım.

Türkiye’de ülke için ne gibi tasavvurları olduğu bir türlü çözülemeyen, düşünce sistematiği ve dayandığı Milli Görüş geleneği gereği muhafazakárlaştırma projelerine her geçen gün daha fazla cevaz verdiğinden bazı kesimlerce şüphe edilen AKP ve onun lideri, yurtdışından bakınca da "tahmin edilebilirlik" açısından farklı bir resim çizmiyor.

22 Temmuz sonrası pervasızlığı ayyuka çıkardığı ise dışarıda da kabul görüyor.

Avrupa Parlamentosu üyesi ve Türkiye-AP Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı, AKP dostu Joost Lagendijk bile "AKP hükümeti, 22 Temmuz seçimlerindeki parlak zaferi nedeniyle kendisine olması gerekenden fazla güvenmeye başlamıştı" diyebiliyor.

* * *

Batıda "AKP projesi" enerjinin merkezinde oturan ve her geçen gün siyaseten beter kaybedilen Müslüman dünya için tek ulaşım fırsatı.

Batı’nın "demokrasi" anlayışı da şiddete başvurmamış/şiddeti övmemiş/şiddeti önermemiş bir partinin kapatılmasına karşı.

Bu gözlerle bakınca hem ABD hem AB, AKP türü bir partiye Batı dünyasının hem ihtiyacı olduğu hem de prensip açısından sahip çıkılması gerektiği konusunda birleşiyorlar.

Ancak, sadece pragmatik güdüleri ile hareket eden, herhangi bir prensip vazetmeyen, toplumun bir kısmını açıkça dışlayan lidere de ne kadar güvenebilecekleri konusunda kafalar karışık.

1 Mart
’ın kızgınlığı çoktan aşıldı ama Beyaz Saray’da söz veren kişinin 1 Mart’ta sınıfta kaldığı gerçeği "güvenirlik" kriteri açısından hálá hafızalarda. Hamas liderini ülkesinde ağırlamaya kalkıp, gördüğü tepki karşısında ise arazi olan bir kişiyi ileriye dönük hesaplara ne kadar katmak gerektiği konusunda Amerikalılar muhakkak ki soru işaretleri taşıyorlar.

Örneğin, İran’ın vurulması durumunda AKP’ye değil ama AKP liderliğine ne kadar güvenebileceklerini ABD’li neo-conlar hesaplamıyorlar mıdır?

6 yıldır ülkesinde sivil-askeri bürokrasiyi, eliti, iş çevrelerini ikna edemeyen bir liderliğe AB kendini ne kadar yakın hisseder? Hele hele "Özal tecrübesi" yaşamış olanlar statüko ile aynı şekilde baş etmeyi Erdoğan’dan da beklemiyorlar mıydı?

Lagendijk’in de ifade ettiği gibi 22 Temmuz seçim zaferini kaldıramayan bir liderliğin, yeni bir zafer karşısında (yerel seçimler veya AKP’nin kapatılmaması) daha da fazla burnunun dikine gidebileceği Batı’nın hesapları arasına girmiyor mu?

* * *

Son günlerde kafamda oluşanları sizlerle paylaştım. Yaptığım, analizi göz önüne alan ama eninde sonunda spekülasyonlara dayanan tahlillerdir.

Ben; gerek Batı gözü ile, gerekse iç gözle bakıldığında; zaten herhangi bir alternatifi ufukta gözükmeyen AKP ile bir şekilde devam edilip, sadece liderliği tasfiye etme ihtimalini irdeliyorum.

Öte yanda "ölümü gösterip sıtmaya razı etmenin" dış mihrakların muazzam işine geleceğini de hesaba katıyorum.

Bu süreçten yara almadan çıkacak Recep Tayyip Erdoğan’ı ise bundan böyle kimsenin tutamayacağını da çok rahat tahmin edebiliyorum.

Meseleye AKP ile liderliğini ayırt ederek yaklaşmak da bir model olarak ele alınmalıdır.
Yazarın Tüm Yazıları