Ücretler mi düşsün, faizler mi

EKONOMİ, bir tanıma göre hangi maldan ne kadar üretilsin kararlarının nasıl alındığını inceleyen bir bilimin adıdır. İktisada girişte hocalar, derslere "ne kadar tereyağı ve ne kadar silah" üretileceği kararının nasıl alındığını anlatarak başlar.

Burada öğrencinin bellemesi gereken temel ilişki, çok tereyağı üretmek istenirse, az silah üretmek gerektiğidir. Çünkü iktisat, kıt kaynakların, sonsuz ihtiyaçların karşılanması için nasıl tahsis edileceğini inceler denir. Bu, işin üretim tarafıdır. Bir de bu işin üleşim yanı vardır. Yani iktisat, belli bir zamanda toplamı sabit olan milli gelirin, çok sayıda birey arasında nasıl dağıtılacağını da inceler. Milli geliri dağıtan gelir türlerine, üretimi yaratan amillere (faktörlere) bağlı olarak "faktör gelirleri" denir. Gelirler temelde "emek" ve "sermaye" gelirleri diye ikiye ayrılır. Kár, kira ve faiz, sermaye gelirleri, ücret ise emek geliridir. İktisadi analiz açısından, faiz gelirinin "reel faiz"in, kár geliri denince de bunun "dağıtılan kár payı" olarak anlaşılması gerekir. Pek tabii kira gelirlerine, kişinin sahip olduğu ve kendisinin kullandığı, dolayısıyla üçüncü kişilere kira adı altında bir para ödemediği için zımnen elde ettiği kira da dáhildir.

* * *

Bu bağlamda ücret kelimesi, mutlaka bordro üzerinden alınan maaş anlamına gelmez. Kayıt dışı veya götürü çalışanların veya bahşiş veya haraç alanların da geliri ücrettir. Çiftçinin, çobanın, yarıcının gelirleri de ücrettir. Telif hakları, serbest meslek kazançları da aynı gerekçeyle yani "katma değeri yaratan esas faktör emek" olduğu için ücrettir. Elleriyle çalışan sanatkár esnafın, sanatını icra ederken işleyip sattığı malzemenin maliyeti üzerine koyduğu "kár payı" da ücrettir. Özbek pilavı, kokoreç, midye dolma ve simit satan seyyar satıcın sattığı malların, alışla satış fiyatı arasındaki fark da kár değil, ücrettir. Başa dönelim. Nasıl üretimde kaynak tahsisi, cebirsel olarak bir ödünleşmeyi ifade ediyorsa, milli gelirin dağılımı da, belli bir ödünleşme yüzdesi içerir. Yani nasıl daha fazla tereyağı üretildikçe, daha az silah üretilme mecburiyeti varsa; sermaye gelirleri arttıkça, emeğin milli gelirden aldığı payın azalması da cebirsel bir zorunluluktur.

* * *

Şimdi yukarıdaki açıklamaları niçin yaptığımı anlatayım. Türk ekonomisinin aksayan yönlerinin açık ara birincisi, cari işlem açığıdır. Daha da kötüsü cari işlem açığının yapısal hale dönüşmüş olmasıdır. Yani Türkiye konjonktürel olarak bir veya iki yıl cari açık vermiş değildir. Ekonomimiz cari açık yaratan bir yapıdadır. Aklı başında her iktisatçı bu işin böyle sürmeyeceğinin bilincindedir ve kaygılıdır. Cari açığın gerisinde değerli ulusal para, onun da gerisinde yüksek faiz vardır. Cari açığın yarattığı riski azaltmak için brüt değil net, yani katma değer ihracatının artması şarttır. Hálbuki Türkiye’de katma değerin büyük kısmını oluşturan emek maliyeti dövizle ölçülünce "rakip ülkelere" kıyasen yüksektir. Bu durumda katma değer ihracatını arttırmak için ya ücretler düşürülecek, ya da döviz fiyatı çıkacaktır. Yani faizler düşürülecektir. Mesele çetindir. İktisatçı için zaman, zor zamandır; somut iktisat politikası önermenin tam zamanıdır.

Son Söz: Ya insanlar olaylara yön verir, ya da olaylar insanlara.
Yazarın Tüm Yazıları