Rusya’da başkanlık seçimi demokrasi ve otokrasi

2 Mart’ta Rusya’da yapılan başkanlık seçiminin sonucu çoktan belliydi. Seçim kampanyasında en ufak bir heyecan yoktu. Putin’in dediği olacaktı. ABD’de ise başkanlık seçimi süreci neredeyse bir yıldan fazla sürüyor.

Adaylar kıyasıya bir mücadele içine giriyorlar. Bu mücadelenin, bitmez tükenmez tartışmaların, sarf edilen on milyonlarca doların sonucunda en iyi adayın kazandığı da söylenemez.

2000 yılındaki tartışmalı seçimde, örneğin Al Gore kazansaydı belki ABD, Irak macerasına sürüklenmez, ABD ekonomisi bazen trilyonlarla ifade edilen savaş masraflarının altında ezilmez, Ortadoğu’da bugünkü kaos yaşanmaz, global terör kendisine geniş bir serbest alan bulamazdı.

Ne var ki demokrasilerde seçim yoluyla iktidar değişikliği her zaman mümkün. Tarihinin gösterdiği gibi Rusya ise 20. asırda otokrasiden, belki bütün diğer ülkelerden daha fazla eziyet çekti, on milyonlarca insan öldürüldü, birkaç kuşak inanılmaz mahrumiyetler altında yaşadı, komünizm ideolojisi ceberrut bir devletin zırhı haline geldi.

Sovyetler Birliği çöktükten sonra esen demokrasi rüzgárının ömrü de uzun olmadı. Putin kendisine Çar unvanı verilmesini haklı gösterecek merkezi ve otoriter bir sistem tesis etti.

* * *

Rusya’da 2 Mart seçimleri elbette demokratik değildi. Devletin bütün medyayı elinde tuttuğu, muhalefetin serbestçe kampanya yapamadığı bir ülkede demokratik seçimlerden bahsedilemez. Fakat seçimler serbest olsaydı dahi Putin’in adayı Dimitri Medvedev’in seçileceği kesindi.

Bunu nedeni, Yeltsin devrinde mevcut olan demokrasinin Rusya’ya siyasi istikrarsızlık, kaos, fakirlik ve ekonomik çöküntüden başla bir şey getirmemesi ve Rus halkını büyük bir düş kırıklığına sürüklemesidir.

Putin’in iktidara gelmesiyle istikrar sağlanırken, ekonomi, petrol ve gaz fiyatlarındaki tırmanış ile büyük bir ivme kazandı. O kadar ki bazı rakamlara imrenmemek zor. Rusya’da halen bütçe fazlası GSYH’nin % 4’ü, kamu borcu % 8’i düzeyinde, döviz rezervleri 500 milyar doları buluyor, 150 milyarlık bir istikrar fonu mevcut.

Yıllık büyüme yıllardan beri % 6.6 oranında. Yatırımlar % 20, reel ücretler % 15 oranında artıyor. Milyarder ve milyonerler gittikçe çoğalırken gelişen orta sınıf da ekonominin canlılığına katkıda bulunuyor. Fakat madalyonun öbür tarafını görmek lazım.

Demografi geriliyor, 1998’den beri nüfusta 8 milyonluk bir azalma oldu; ekonomi, enerji ve hammaddeler üzerindeki devlet kontrolüne dayanıyor. Şirketlerin kapitalizasyonunun % 40’ı devletin tekelinde.

Putin’in aktifinde yalnızca ekonomi yok. Çeçenistan sorununu bir şekilde halletti ve Rusya’yı yeniden uluslararası alanda ağırlığı olan, gerekirse tehdit politikası güdebilecek bir ülke haline getirdi. Avrupa’nın Rus gazına gittikçe daha bağımlı hale gelmesini siyasi güce çevirmek için baskı yöntemlerinden kaçınmadı.

Avrupa’da konuşlandırılacak füzesavarlar konusunda ABD’ye karşı çıktı. Konvansiyonel silahlar konusundaki taahhütlerini askıya aldı. Ukrayna ve Gürcistan’ın istikrarını sarsacak hareketlere girişti. Kosova’nın bağımsızlığını engellemeye çalıştı.

Yine de Putin, dış politikasında gerilimi çok ileri götürmemeye dikkat etti ve gerektiğinde esneklik gösterebileceğini kanıtladı.

Putin beklendiği gibi şimdi başbakan olursa, Medvedev ile arasındaki görev bölümünün nasıl gerçekleşeceği merak konusu. Anlaşılan Medvedev bir kukla rolüne razı olacak kişilikte değil. Putin’in takımındakilerin çoğu gibi KGB kökeninden gelmiyor.

Sağlam bir formasyonu var. Roma hukuku profesörlüğü yapmış iyi bir hukukçu. Nispeten liberal eğilimli. Putin’in oligarkların tamamını tasfiye etmek politikasını yumuşatmaya çalışmış.

Evet, Putin’in prestiji ve kişiliği şimdilik çok ağır basıyor. Fakat Medvedev ne de olsa yetkileri çok geniş olan başkanlık makamına oturacak. Hemen değilse bile yavaş yavaş koltuğuna ısınacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları