Türban için aceleye gerek yok

Başbakan türban konusunda artık kararını vermiş görünüyor. Ne yapacak, edecek değiştirecek. Kılıçlar çekildi. Yargıtay Başsavcısı ise, tam karşı cephede mevzi aldı. Anlaşılan, yine gerilimli günlere gireceğiz...

Haberin Devamı

Yargıtay Başsavcısının Çarşamba günkü açıklaması bir isim vermek gerekirse, en hafifinden “yargının uyarısı” denebilir.  Dediğim gibi, en hafifinden böyle nitelenebilir...

 

Bu bir ilktir...

 

En azından çok uzun süredir, böylebir şeyle karşılaşmadık...

 

Başbakan geçtiğimiz dönemlerde, türban konusunda hep temkinli davranmış ve bunun bir “ulusal uzlaşıyla”, kavgasız şekilde çözülmesi gerektiğini söylemişti. Ancak son açıklamaları, bu konuda kararlı, hatta “keskin” olduğunu gösteriyor. Anlaşılan, son seçimlerdeki yüzde 47’lik oy ona özgüven vermiş. Yapacaksam şimdi yaparım, türbana serbestinin “tam zamanıdır” noktasına gelmiş.

 

Neden?

 

Haberin Devamı

Uzlaşı için bir çaba harcamadanbu aceleye ne gerek var?

 

Bu ülkenin türban gerilimine ne ihtiyacı var?

 

Önümüzde, yıl boyunca zaman zaman zorlayacağını anlaşılan “ekonomik tablo” dururken, Avrupa Birliği gibi hayati bir mesele dururken, enerjimizi böyle bir çatışmayla harcamak hem yazık, hem de “tehlikeli” değil mi?

 

“BÖLÜNMÜŞ TÜRKİYE...”

 

Amerika’dayayınlanan Journal of Democracy’nin bu ayki sayısında Zeyno Baran’ın (Hudson Enstitüsü, Avrupa-Asya politikaları merkezi direktörü) son derece ilginç bir makalesi yayınlandı.

 

Baran’ın benim en çok dikkatimi çeken saptaması şu:

 

... Demokrasilerinderinleşmesi, genelde demokratik sistemlerin sağlamlaşmalarına yol açar. Ancak bu durum Türkiye için geçerli değildir. Aksine, demokrasi derinleştikçe, Türk toplumundaki derin bölünmeler daha fazla ortaya çıkıyor. Bu da, demokrasinin daha kırılganlaşmasına yol açıyor. 22 Temmuz 2007 parlamento seçimleri, giderek kutuplaşan bir toplum çerçevesinde değerlendirilmeli...”

 

Son derece doğru bir saptama.

 

Haberin Devamı

Demokratik adımlar atalım, AB’nin Kopenhag kriterleriyle uyum sağlayalım,diyoruz. Karşımıza “demokrasi adına ülkeyi dincilere teslim edemeyiz” diyen bir kesim çıkıyor.

 

Demokrasiyi asıl koruması ve kollanması gerekenler, tutucu ve demokrasiden kaçanlarkesimine dahil oluyor: İslamcı-Dinci diye suçladıklarımız Demokrasiden yana pozisyon alıyorlar.

 

Demokrasi derinleştikçe kutuplaşma giderek artıyor. Arttıkça da demokratik sistemdeki çatırtılar çoğalıyor.

 

Zeyno Baran, birkaç cümlede bugünkü durumumuzu gayet iyi şekilde ortaya koymuş.


İHRACATÇILARI VE MÜTAHİTLERİ KOLLAYALIM

          

Bizler öylesine iç sorunlara boğulmuş durumdayız ki, dışımızdaki dünyada neler olup bittiğini hiçbir zaman doğru dürüst algılayamıyoruz.

Haberin Devamı

          

Bugün sizlere, İhracatçılar ve Mütahitlerimizden söz etmek istiyorum.

          

Biliyoruz, ancak olayın boyutlarını tam anlamıyla değerlendiremiyoruz.

          

TAV’ın yaptıklarından söz etmiştim. Onlarla gurur duymamız gerektiğini yazmıştım. Ancak TAV gibi, daha o kadar çok örnek var ki, inanamazsınız. Üstelik bu insanlar devlet ihalesi ile beslenmiyorlar. Tanıdıkları veya siyasi bağlantılarıyla iş kapatmıyorlar. Tam aksine, Uluslararası rekabete çıkıp , arslanın ağzındaki lokmayı alıyorlar.

          

Gerçekleştirdikleri işler son derece etkili. Belki içlerinde bazıları gerektiği gibi sonuç veremiyorlar, ancak büyük bölümü alkışlanıyor.

Haberin Devamı

          

Bu insanları bizler doğru dürüst tanımıyoruz. Verilmesi gereken değeri de vermiyoruz.

          

Bunun yanısıra, onlar da kendilerini tanıtmıyorlar.

          

TİM’in patronu Oğuz Satıcı çırpınıyor ancak, bence İhracatçıların gücünü o tanıtmalı, mütahitleri de kendi Birlikleri tanıtmalı. Zira bu iki gurup nefis işler yapıyorlar.

 

BUNUN ADINA “EZİYET TURU” KONULMALI...

          

Şimdiye kadar birçok resmi geziye katıldım.

          

Cumhurbaşkanları, Başbakanlar veya dışişleri bakanlarının ziyaretlerine tanıklık ettim ve emin olun her gezinin sonunda, bu insanlara acıdım.

          

Nasıl çılgınca bir program yapılıyor, tahmin edemezsiniz. Adamlar öylesine sıkışık ve yoğun bir program içine sokuşturuyorlar ki, insanlık dışı bir muamele yapılıyor.

Haberin Devamı

          

Gül’ün Kahire gezisi de aynıydı.

          

Sabahın köründe kalkıyor, gecenin 22.00’sine kadar uzayan ve beş dakika boşluğu dahi olmayan bir program.

          

Nedendir, anlayamıyorum.

          

Cumhurbaşkanı veya Başbakanlara özel bir işkence mi uygulanmak isteniyor, yoksa “bakın bizim liderimiz ne kadar çalışkan “mesajı mı verilmeye çalışılıyor.

          

Ne olursa olsun ben Gül’e acıdım.

          

Allahtan bizim onu her dakika izlemek zorunluğumuz olmadığından dolayı, işimiz daha kolaydı. Garibimin ne günahı vardı ki ?

 

KOŞARAK KÜTÜPHANE DOLAŞILIR MI ?

 

İskenderiye’de dünyanın eskilik açısından en eski, kitap sayısı bakımından da ikinci büyük Kütüphanesi var.Milattan önce 3 üncü yüzyılda başlanmış ve bugün Uluslararası camia tarafından yeniden yaptırılmış.

          

Müthiş bir yapıt.

          

11 katlı ana kütüphane binasında, 70 bin metrekarelik okuma alanının yanısıra, üç müze, dört sanat galerisi, ünlü Antik eserler müzesi, körler ve gençler için özel kütüphaneler ve bir de el yazmaları restorasyonu laboratuarı bulunuyor.

          

İnternet aracılığıyla, dünyanın neresinde yeni bir kitap yayınlansa, anında İskenderiye’ye geliyor. 8 milyon kitap var. Yılda 1 milyon kişi ziyaret ediyor. 250 bin sürekli müşterisi bulunuyor. Kütüphanede telif hakkı sorunu olmayan herhangi bir kitabı, 20 dakikada özel bir makinada bastırıp alabiliyorsunuz.

 

Cumhurbaşkanı heyetiyle birlikte, programımız gecikince bir rekor kırdık. Normal bir ilgiyle ancak 3 saatte dolaşılabilen bu harikayı 45 dakikada, adeta koşarak gezdik (!)

 

Doğrusu, diğerleri için konuşamam ancak, ben hiçbir şey anlamadım. Keşke programın bir ucu kesilseydi de, kütüphanenin hakkını verebilseydik.

          

Çok üzüldüm. Bir daha İskenderiye’ye ne zaman gelip bu fırsatı elde edeceğiz ki...

 

GÜLLÜK’TEKİ BALIK ÇİFTLİKLERİ REZALETİ...

          

Yolu düşüneleriniz var mı, bilemem. Ancak ben özellikle yaz aylarında Güllük körfezine çok sık giderim. Bir zamanlar Güllük körfezi bölgenin incisiydi. Ancak son yıllarda, kelimenin tam anlamıyla balık çiftliği istilasına uğradı.

          

Tek kelimeyle rezalet.

          

Bugün gidin göreceksiniz, koy kalmadı.

 

O canım deniz pislik içinde ve kokuyor. Ne tekneler, ne de karadan gelenler denize girebiliyorlar. Geçenlerde binlerce balığın ölümüyle tekrar gündeme gelen bu balık çiftlikleri, işlerini kolaya kaçarak ve daha ucuza çıkması için öylesine kıyılara yığmış durumdalar ki, inanılacak gibi değil.

          

Bürokrasi deseniz, bölünüp parçalanmış. Herkesin parmağı var. Her kafadan ses çıkıyor ve sonunda da bir karar alınamadığından dolayı, balık çiftlikleri rezaleti sürüp gidiyor.

          

Lütfen şimdi çıkıp bana “Ekonomiye kazandırdıkları milyonlarca dolardan söz”etmeyin. Aynı para, daha açık denizlere yerleştirilecek olan çiftliklerle kazanılabilir.

          

İnsafsızca kıyılarımız mahvoluyor.

          

Kimse sorumlu... Tarım Bakanı mı, çevre bakanı mı ?

          

Birileri, Pepe’ nin yaptığı gibi sahip çıksa da, şu rezaleti artık durdurabilse...

UNUTULAN BEDEL...

 

Kıbrıs Türkleri'nin tarihini anlatan Devlet Eski Bakanı Orhan S.Kilercioğlu'nun "Unutulan Bedel" adlı kitabı, Fark Yayınları’ndan ( 0312 435 39 40) çıktı. Kilercioğlu, kitabının ana çıkış düşüncesi "Kıbrıs Türk'ü, kendisini yok etmeye yönelik her türlü faaliyetlere, baskılara karşı koymasını bilmiş ve kendisine yapılan saldırılara canı pahasına bile olsa direnmiştir"

 

Kilercioğlu, kitabında Kıbrıs'taki Rumların etnik yapısına da değiniyor. Çok sayıda belge incelenerek hazırlanmış bu kitap, özellikle Kıbrıs konusu ile yakından ilgilenenler için yeni bir kaynak niteliğinde.

Yazarın Tüm Yazıları