Medeniyetin neresinde buluşuyoruz?

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan Madrid’de Medeniyetler İttifakı Dostları Grubu’nun 1. Forumu’nda konuşurken, Uluslararası Basın Örgütü IPI Viyana’da açık bir mektup yayınladı.

Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na hitaben yazılan mektupta, 301’inci maddenin değiştirilmesi için çağrıda bulunuldu.

Yarın Hrant Dink’in öldürülüşünün yıldönümü. Her eleştiriyi ya da düşünceyi, "Türklüğe hakaret" kapsamında yorumlatabilen bu madde, tabii ki yeni ceza yasasında basın ve ifade özgürlüğü önünde engel teşkil eden tek madde değil. Basın meslek örgütleri hem yeni yasa tartışılırken bu maddelere dikkat çektiler, hem de yasalaştıktan sonra değiştirilmesi için çalıştılar.

IPI yönetim Kurulu İstanbul’daki bir toplantıları sırasında, Başbakan Erdoğan’a bu maddeyi yasalaşmadan düzeltmesi için talepte bulundu.

AKP Hükümeti bu eleştirilere kulaklarını kapattı. Yasa olduğu gibi geçti. Arkadaşımız ve meslektaşımız Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra, hükümet maddeyi değiştireceğini açıkladı. Vaatlerde bulundu.

Cumhurbaşkanı Gül, değişim zamanının geldiğini söyledi.

Ha bugün, ha yarın derken 301 yine rafta, değişiklik de lafta kaldı.

Başbakan, türbanı MHP ile çözme mesajını verir vermez, MHP’nin az konuşan genel başkanı devreye girdi.

Şimdi yeni bir dönem başlıyor. "Türbanı al, 301’i ver" pazarlığına kapı aralanıyor.

AKP yönetimi sorunları bu noktaya taşıdı. Bundan sonra istese de iki konu arasındaki bağı koparması zor.

Böyle bir iklimde ise, ne düşünce özgürlüğünü şiddetle tehdit eden anlayıştan kurtulmak ne de bir yıldan beri gerçek failleri bir türlü yargı önüne çıkartılmayan Hrant Dink davasının aydınlığa kavuşmasını beklemek mümkün.

ULUSAL PROGRAM NEREDE?

"MEDENİYETLERARASI İttifak projesi, kendi dinlerinin herkesin sayması gereken tek din olduğuna, kendi kültürlerinin siyasi etkinlik kazanması gereken tek kültür olduğuna inanların ekstremist ve toleranssız üsluplarını yumuşatmayı amaçlayan bir proje"
diye yazıyor İspanyol La Razon Gazetesi. "Ama" diye ekledikten sonra Başbakan Erdoğan’ın "Avrupa’ya ihtarda bulunduğunu" söylüyor. Ve "Eğer bizi Avrupa’ya almazsanız dünya barışı ve istikrara tehlikeye girer" dediğini yazıyor.

Türkiye ile ilgili İspanyol basınında yayınlanan haberler, ilk gün Başbakan özel kaleminin İspanyol korumalarla yumruk yumruğa gelmelerini gösteren karelerle verildi. "Yumruklu başlangıç" diye. Toplantıya 60 ülke katılıyor ve bu sadece bizim başımıza geliyordu. Neden?

Önceden protokol çalışması yapılmadı mı? Kimin nereden gireceği, nereye gideceği saptanmadı mı? Bu devletin bakanların yiyeceği yemeğe kadar bu işlere dikkat eden protokol müdürleri vardı, ne oldu mekanizmalara? Başbakan’ın konuşmasını bir kez daha okuyan olmadı mı? Bu üslupla artık dünyada işlerin dönmediğini, bunun tehdit olarak algılandığını söyleyen çıkmadı mı?

Aklımı kurcalayan bir başka konu ulusal rapor meselesi. İspanya Başbakanı Zapatero, Konferans’ın ilk günü ülkesinin Ulusal Raporu’nu açıkladı. Ulusal Rapor, ittifak ortamını sağlayacak ilkelerin siyasi kararlara yansıması için yapılacakları içeriyor. İspanya bunu bakanlıklara ve sivil toplum örgütlerine danışarak hazırlamış ve Parlamentosu’ndan geçirmiş. Rapor, Konferans katılımcılarına da dağıtıldı. Başbakanımız da "Biz de bizimkini bugün açıklayacağız" diye dünya aleme ilan etti. Ama ben, iki gün kime sorduysam yanıt alamadım. Rapor ortada yok. Daha doğrusu var ama o her halde kadar kötü hazırlanmış ki açıklamamayı tercih etmişler.

Bunları neden yazıyorum? Örnekler farklı sorun aynı. İşler iyi gitmiyor. Çünkü herkes işini kötü yapıyor.

Demek ki, medeniyetlerle buluşacağın noktayı kavramadan randevu vermek yetmiyor.
Yazarın Tüm Yazıları