Gümrük birliği tabu değil

BUGÜN, Avrupa zirvesinde, Türkiye’ye katılım umudu vermemek için müzakerelere yeni bir isim bulunması kabul edilirse, buna tepki artık "Hiç de şık olmadı"yla sınırlı kalmamalı.

Avrupa Birliği hiç kuşkusuz kendi içinde bir Türkiye krizine koşuyor. Bu konuda uyarıda bulunmak, siyasi bir yanıt ile mümkün ancak.

Bazı çevrelere göre, bir belgede katılım müzakereleri değil de "hükümetler arası müzakere" dense bir şey olmaz. Çünkü zaten AB içindeki resmi dilde katılım müzakeresi diye bir şey yok. Doğru ifade hükümetler arası müzakere. Ve yine aynı çevrelere göre, Türkiye hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmeli.

Sarkozy’nin Türkiye ile iki fasılda müzakere açılması karşılığında "Akil adamlar" komitesinin kurulmasını sağlamasını da önemli bir taviz olarak görmeyenler var.

Fransa 2002-2030’da Avrupa’nın sınırlarının ortaya çıkması ve bunun içinde Türkiye’nin olamayacağının belirlenmesi için böyle bir öneride bulunuyor. Ama Türkiye’yi sakinleştirmek isteyenler, komitenin Türkiye’yi ve Avrupa’nın sınırlarını tartışmayacağını ileri sürüyorlar. Le Monde Gazetesi’ne kimliğinin açıklanmaması koşuluyla konuşan bir diplomat ise bakın satır arasında ne diyor: "Avrupa projesini, sınırlarını ele almadan konuşmak mümkün mü?"

İster satır aralarından, ister başlıklardaki ifade değişikliğinden, nereden bakarsanız bakın, Avrupa Birliği, Türkiye’nin tam üyeliği konusunda siyasi iradeye sahip değil.

* * *

BUGÜN
geldiğimiz noktada sadece Fransa’yı sorumlu tutmak doğru olur mu?

AB’nin herhangi bir politikası ile ilgili bir azarlık değil tartışma yaratan, "eşit" adaylık verilen daha sonra tam üyelik müzakerelerine davet edilen bir aday ülkeye karşı tavır belirleniyor. Bu noktada "Maalesef Fransa’yı aşamadık" gerekçesi kabul edilemez.

Bu, AB’deki siyasi irade eksikliğidir.

"Avrupa ne yaparsa yapsın biz kendi yol haritamızı çizip hazırlıklarımızı yapacağız" diye alaturka bir formüle sarılarak bu siyasi iradeyi harekete geçirmek imkansız.

Avrupa Birliği, sadece teknik çalışmaların yeterli olduğu bir bürokratik birlik mi?

AB sürecinin işleyebilmesi için yapılacak şey işte eksik olan bu siyasi iradeyi yeniden canlandırmaktır.

O da, ne eyyamcılıkla olur ne de "şık"lıkla. Siyasetin tüm araçlarını harekete geçirmeden siyasi iradenin canlandırılması, mutabakatların hatırlatılması mümkün değil. Laf uçar, siyaset biçimlendirir.

* * *

NE
yapılabilir? Haziran ayında Komisyon, "Türkiye ekonomik ve mali birlik alanına hazır, bu fasıllar müzakereye açılsın" derken Fransa’nın "Yok bu tam üyelik alanıdır onları katiyen açamayız" gerekçesiyle engel koyduğu zaman yaptığımızı yapmamalıyız.

Hükümetin içeriye dönüp "Bu çok ince, uzun ve zor bir yoldur biz yürümeye devam edeceğiz" demesinin artık anlamlı olmayacağı idrak edilmeli.

Çünkü bu koşullarda hiçbir şey ilerlemez. Örneğin Gümrük Birliği Anlaşması, siyasi birlik olmadıkça ilerlemesi mümkün olmayan bir anlaşma haline geldi.

1995 yılında imzalanan anlaşmaya göre Türkiye tam üyelik süreci doğrultusunda 2001 yılında anlaşmayı tam olarak uygulayabilecek bir duruma gelecekti. Bu olmadı. 66 maddeye göre Türkiye Avrupa Adalet Divanı kararlarını uygulamakla yükümlü olduğunu kabul etmişti, bu maddeyi de tam üyelik perspektifine göre kabul etti. Bu durumda yükümlülüğün sürmesi mümkün değil. Ayrıca AB üçüncü ülkelerle yaptığı anlaşmalardan Türkiye’yi de sorumlu tutuyor. Çin ile anlaşıyor Türkiye’ye "indir duvarlarını" diyor.

Tam üyelik perspektifi olmadan artık Gümrük Birliği anlaşmasının devamı mümkün görünmüyor.

Teknik uyum, siyasi uyumu sağlamaya yetmez. Ne bugün ne yarın. Bu ikili bir süreç. Biri olmazsa diğeri olamaz.
Yazarın Tüm Yazıları