Akdeniz mi, kıta mı?

FRANSA Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy acaba, yurttaşı Fernand Braudel tarafından kaleme alınmış olan ve başyapıt bir araştırma niteliği taşıyan "Akdeniz ve 2. Filip Döneminde Akdeniz Álemi" başlıklı o dört devása cildi de okumuş mudur?

Pek ihtimal vermiyorum ama yine de öyle olduğunu varsalım.

* * *

ÖYLE varsayalım, çünkü Paris liderinin tüm AB’ye kakalamaya çalıştığı ve Türkiye’yi Kıta Avrupa’sına láyık görmediği için de bize kıyısında yer "lûtfettiği" (!) şu "Akdeniz Birliği" projesi, zorlandığı takdirde, Fransız tarihçinin yaklaşımıyla kısmi paralellik taşıyor.

Yani, iç denizin çevresindeki halklar arasındaki iletişim ve etkileşimden yola çıkarak, bütün havzayı kapsayacak "modernist" bir "iktisadi pazar" inşa etmek hevesini güdüyor.

O halde, en son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim:

Bunun gerçekleşme şansı yoktur. Olmayacak duaya amin demekten başta şey değildir.

Her halükárda da, mersi boku Mösyö Sarkozy, biz kullanmıyoruz ve ne Akdeniz, ne "Bahr-i Sefid" kelimelerine fit olacak ölçüde "denizci" ve "bahriyeli" geçiniyoruz.

* * *

PEKİ de, Akdeniz ve Akdenizlilik nedir?

Coğrafyacılara göre Akdeniz esas olarak, üç kıtayla kapanmış suyun etrafında zeytin, incir ve dut ağaçlarının yetişebildiği iklim şeridine tekábül eder. Bağları da katanlar vardır.

Doğu ve güneyde hurmalıklarının, kuzeyde de meşelerin başladığı yer ise sınırdır.

Daha ziyade etno - kültürel boyutu öne çıkartanlar, bu sınırı bayağı genişletirler.

Aynı kuzeyde, yaygın içkinin şaraptan biraya dönüştüğü çizgiye kadar uzanırlar

Güneyde ve doğuda da, göçebeliğin yerleşikliğe ağır bastığı çöl hududuna inerler.

Fakat hiç şüphesiz, Fernad Braudel’in de belirttiği gibi, tá uzak Avrasya steplerinden tá uzak Sahra vahalarına dek, iç denizin "etkileşim alanı" çok daha geniş bir sahaya yayılır.

Olsun, bana göre yine de "Akdenizlilik" kavramını fazla abartmamak gerekiyor.

* * *

EVET, ne abartmak, ne de "idealize etmek" gerekiyor!

Çünkü, zaten Büyük Braudel’e bile ihtiyatla yaklaşan bu satırlar yazarı, Cumhuriyet İdeolojisi’nin "greko - hümanist" bir varyantı olan ve Cevat Şakir - Eyüboğlu Biraderler - Azra Erhat ekseninde oluşan bizim "maviciler"e tabii ki haydi haydi mesafeyle bakıyor

Ne balığı zeytinyağıyla kızartmayan bizler ciddi bir "Akdenizlilik"le yoğruluyuz; ne de diğer çevre halklar iddia edildiği kadar birbirlerine "yakın" duruyorlar.

Hayır, Lübnan’da "arak"ın, Türkiye’de "rakı"nın, Yunanistan’da "uzo"nun, Fransa’da "pastis"in veya İspanya’da "segerra"nın anasonlu imbikten geçmesi kıstas değildir!

Yine hayır, Fas’taki trança lezzetiyle Fethiye’dekinin benzeşmesi; yahut, Marsilya, Sicilya, Pire, Tunus, Gelibolu kayıklarının aynı karinayla inşa edilmesi de ölçek değildir!

Bunlar Akdeniz insanlarının sarmaş dolaş olduğu anlamına gelmiyor ve gelemez.

* * *

GELMİYOR ve gelemez, zira meltem, imbat, hamsin veya sirokko rüzgarlarının taşıdığı kültürel "esintiler"i büyük harfli "K"yla "Kültür" sanmak yanılgısına düşmeyelim.

Artı, Türklerin daima karaların ve kıtaların insanları olmuş olduğunu da unutmayalım.

Hele hele, yine biz Türklerin, İsrail Yahudileri hariç aynı iç denizin çevresine tarihi süreçte en son, "uyum" bab’ın ise en zor yerleşmiş kávim olduğumuzu hiç unutmayalım.

Dolayısıyla, tekrar mersi boku mösyö Sarkozy, işte zaten genlerimiz müsait değil, sizin "Akdeniz Birliği" zokasını yutmuyoruz ve k-ı-t-a AB’sinden başka şeye yanaşmıyoruz.

Yarın konuyu, aynı Nicolas Sarkozy’nin önceki gün Brüksel’de, Ankara üyeliğine "çomak sokmak" bab’ında "kazandığı" (!) Pirüs zaferinden yola çıkarak inceleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları