Demokrasi ve yargı

YARGITAY Cumhuriyet Başsavcısı, Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılması için geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı.

Başsavcı ayrıca aralarında sekiz milletvekilinin bulunduğu 221 DTP’liye beş yıl siyaset yasağı getirilmesini, bunların DTP’den veya başka bir partiden seçimlere katılmasının yasaklanmasını, DTP’ye üye kayıtlarının derhal durdurulmasını istedi.

Tabii başsavcının resen böyle bir dava açabilme yetkisine sahip bulunması, 1982 Anayasamızın diğer demokratik ülkeler anayasalarından çok farklı bir özelliğidir. Mesela Fransız Anayasası’na bakarsanız Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkının yalnızca cumhurbaşkanı, başbakan, ulusal meclis ve senato başkanları ile 60 milletvekili veya 60 senatöre verildiğini görürsünüz.

Nedeni, Anayasa hazırlanırken General De Gaulle’ün bir "yargıçlar iktidarı"oluşumundan duyduğu kaygıydı. Bizde ise yüksek yargı kurumlarının politikayı etkileyen kararlar almak eğiliminde oldukları ve bu kurumların başkanlarının siyasi dozajı yüksek konuşmalardan ve beyanatlardan kaçınmadıkları yadsınamaz.

22 Temmuz seçimlerinden önce Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimini engelleyen ve hukuken Anayasa ile bağdaştırılması çok zor kararının, güdülen amacın tam tersi bir sonuç verdiği de hatırlanmalıdır.

* * *

Hukuki yönden bir nokta daha dikkati çekiyor. Yargıtay Başsavcısı’nın inisiyatifinden hükümetin ve Adalet Bakanı’nın hiç haberi olmamış. O kadar ki Bakan Şahin, "haberden pek mutluluk" duymadığını ifade etti. Bu durum da diğer Batılı demokratik ülkelerdeki düzenlemelerden çok farklı. O ülkelerde başsavcı, Adalet Bakanı’na bağlıdır, onun haberi olmadan önemli davalarda hareket edemez.

Başka bir ifadeyle, kamu davalarında taraf olan hükümettir. Zaten ABD’de Adalet Bakanı’nın sıfatı bile "başsavcı"dır. Yüksek yargı organlarımızın Batılı demokrasilerde geçerli kurallar ile uyuşmayan yetkileri, kararları ve davranış biçimleri, 1982 Anayasası’nın bir an önce değiştirilmesi gerektiğini bir kere daha göstermiştir.

İşin siyasi yönüne gelince; 1980’den beri şu veya bu şekilde DTP çizgisinde olan altı parti kapatılmış, fakat bu kapatmaların hiçbiri terörle mücadeleye katkıda bulunmamıştır. DTP’nin PKK’nın siyasi uzantısını teşkil ettiği, Öcalan’ı yücelttiği ve PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımlamaya yanaşmadığı kuşkusuz doğrudur.

Son seçimlere aday olarak katılanların PKK tarafından tercih edilen kimseler olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Buna karşılık DTP’nin, daha önce DEHAP ve HEP’in aksine, PKK ile bağlarını koparması ve onu terörist bir örgüt olarak tanımlaması yolunda Avrupa Birliği’nin yoğun baskısı altında bulunduğu da bir gerçektir. DTP uluslararası alanda kendisine müzahir bir siyasi ortam yaratamamıştır.

* * *

DTP’nin kapatılmasının ve üyelerinin siyasetten men edilmelerinin yararlı sonuçlar vermesi beklenemez. Aksine bu yolda Anayasa Mahkemesi’nin alacağı bir karar, DTP’ye oy veren bir milyondan fazla seçmeni radikalize edecektir. Teröre destek verseler de, siyasi sürece katılan partilerin zamanla faydalı bir işlevleri olduğu Kuzey İrlanda’da da gözlenmiştir.

Bizzat Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ, geçen hafta terörün son bulması için PKK’ya katılımın engellenmesi ve aynı zamanda örgütün dağ kadrosunun çözülmesi gerektiğini söylemişti. DTP’nin kapatılması ve bütün üyelerine siyaset yasağı getirilmesi bu amaca hizmet eder mi?

Başbakan Erdoğan, "On binlerce, yüz binlerce vatandaşımızın oylarını alarak parlamento çatısı altına gelmiş olanlara karşı biz antidemokratik yolları seçmeyiz" demiş. Başbakan çok haklı. Üstelik AKP son seçimlerde demokratik yollardan Doğu ve Güneydoğu’da DTP’nin gücünü ciddi erozyona uğratmadı mı? Bu süreci tersine çevirmek kimin işine yarar?
Yazarın Tüm Yazıları