Yargı bağımsız ama ‘o kadar da değil’!

HÜKÜMET ile cemaat kavgası sırasında ortalığa saçılanlardan öğreniyoruz ki emniyet ve adliyede, hükümete paralel bir yapı oluşturulmuş, hatta bunlar Türkiye Cumhuriyeti hükümetini iş yapamaz hale getirmek gibi ağır cezalık bir suç da işlemişler.

Haberin Devamı

Başbakan’ın uzun süredir bir kenara bıraktığı “milli iradeyi takmayan çeteler” konusunu yeniden gündeme getirmiş olması, iddiaları ciddiye almayı da gerektiriyor.
Ve yine öğreniyoruz ki aralarının bu kadar bozuk olmadığı, hatta birlikte iş tuttukları dönemde bazı şeyler de yaşanmış.
“Emniyet–yargı cuntası”
, bazı aydınları da KCK bahanesiyle tutuklama hesapları yaparken, olay Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın kulağına kadar gitmiş, onlar araya girince tutuklamalardan vazgeçilmiş.
Hatırlarsınız, o günlerde hükümet üyelerinden sıkça “yargının bağımsız olduğunu” duyardık.
Meğerse o kadar da bağımsız değilmiş.
Böyle olunca aklıma takılan bazı şeyler daha iyi yerine oturdu.
Mesela yargı, Deniz Feneri soyguncularını adaletten kaçırmak için her şeyi yaptı. Hükümetin, inanmış Müslümanların paralarını iç eden bu dolandırıcılık çetesini sevdiğini, korumaya çalıştığını, bununla ilgili haberlerin yayımlanmasından sonra medyaya yönelik büyük bir savaşın başlatıldığını da hatırlayalım.
Öyle görünüyor ki hükümetin hoşlanmadığı davayı açan savcıların yerlerinden edilip, üstüne bir de mahkemeye verilmeleri “cunta” ile hükümet arasındaki bir dirsek temasından kaynaklanmış.
Bu köşede yıllardır sorup duruyorum, Siemens rüşvet skandalına karışanlar ile ilgili neden dava açılmadı diye. Hatırlarsınız, rüşvetçilerle akşam yemekli toplantı yapan bir bakan da olaya karışmıştı.
Bunca zamandır bu davanın açılmamış olmasının nedeni de acaba yine böyle bir şey mi? Hükümet rica etti, dosya bir sümenin altına itildi durumu mu var?
Acaba KPSS sorularını çalıp dağıtan şebekenin hâlâ yakalanmamış olması da böyle bir talimattan mı kaynaklanıyor?

Haberin Devamı

Başbakan kendine ders çıkarmalı

KÜLTÜR Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul’da düzenlediği “Şeb–i Arûs” etkinliğinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan protesto edildi.
Başbakan’ın konuşması sırasında izleyicilerin bir kısmı tempolu alkış ve ıslıklarla protestoda bulundu.
Protesto uzayınca bazı gruplar da Başbakan lehine slogan atmışlar, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırmışlar.
Konuşma “yuh” sesleri ve “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları arasında tamamlanmış.
Başbakan’ın spor salonlarında, stadyumlarda böyle protestolarla karşılaştığına daha önce tanık olmuştuk ama sanırım böyle bir toplantıda bu ilk kez oluyor.
Mevlânâ’yı anmak için bir araya gelenlerin “gel, kim olursan ol yine gel” düsturunu yeterince içselleştiremediklerini düşündürtecek bir durum bu.
Böyle toplantılarda bu tür protestolar da ayıptır, başta Başbakan olmak üzere böyle toplantıları siyasi miting alanına çevirmeye niyetlenmek de ayıptır, önce onu söyleyeyim.
Öyle görünüyor ki cemaat ile yükseklerde yürütülen iktidar mücadelesi, giderek tabanda da karşılığını bulmaya başlamış.
Başbakan törende yaptığı konuşmada şöyle diyor:
“Anadolu’daki İslam düşünürleri zengin-fakir ayrımı, ‘Bu bizdendir, bu bizden değildir’ ayrımı yapmadılar. Senlik-benlik kavgasına asla prim vermediler.”
Bunu söylüyor ama seçimlerin ertesinde yaptığı balkon konuşmaları dışında, her sözüne ve hareketine damgasını vuran şey de ayrımcılıktan, bölücülükten başka bir şey değildir.
İki sözünün birinde “onlar–bunlar” diye belirli toplulukları aşağılamakta beis görmüyor, sonra da Mevlânâ’yı anarken aklına “bu bizdendir, bu bizden değildir” düşüncesinin kötü olduğu geliyor!
Eminim ki Başbakan protestolar nedeniyle toplantıyı düzenleyenlere de kızmıştır, böyle bir âdeti var çünkü.
Ama bir on dakikasını ayırıp, neden böyle toplantılarda bile protestolar ile karşılandığını düşünüp kendisine bir ders çıkarsa çok daha iyi olur, bunu da söylemiş olayım.

Haberin Devamı

28 Şubatçılar bunu akıl edemedi

HÜKÜMETİN tutumunu beğenmediği şirketlere karşı “vergi silahını” kullandığını artık herkes biliyor.
Kim Başbakan’ı sinirlendirecek bir söz söyler ya da davranış içine girerse ertesi gün maliye ordusu şirketleri basıyor, defterlere el koyuyor.
Bizde hukuk her zaman geriden geldiği için etkili bir yöntem tabii.
“Ben cezayı keserim, git derdini mahkemeye anlat” diyorlar, sonra ayıkla pirincin taşını.
28 Şubatçılar “Bunu zamanında biz niye düşünemedik” diye hayıflanıyorlardır diye tahmin ediyorum.
Vergi cezası keserek insanları cezalandırma kervanına şimdi sivil toplum kuruluşlarını da kattılar.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne (ÇYDD) kesilen vergi cezası 2 milyon lirayı buluyor.
Gerekçe: Çelenk bağışları için toplanan paralar ticari gelir sayılır, vergisini ödemeleri gerekirdi!
Dernek mahkemeye başvurmuş, mahkeme çelenk bağışlarının ticari bir faaliyet olamayacağına karar vermiş ama Maliye dinlemiyor tabii!
Maliye, pos makinesi ya da postayla derneğe yapılan bağışların da “ticari faaliyet kapsamında” olduğunu ileri sürüyor, bunların da vergisini istiyor.
Topladığı yardımlar ile kız çocuklarını okutma seferberliği başlatan bir dernek bu yolla bitirilmeye, kapısına kilit vurulmaya çalışılıyor.
Şimdi Maliye Bakanı’na cevabını alamayacağımızı tahmin ettiğim bir soru soracağım: Cenazelerde çelenkler aracılığıyla bağış toplayan böyle onlarca dernek var. Bugüne kadar bunlardan kaç tanesine böyle bir vergi incelemesi yapıldı ve çelenk gelirleri ticari faaliyet sayıldı?

Yazarın Tüm Yazıları