Gaspadin Putin’in ruh ikizi

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rusya gezisinde Putin’e şöyle demiş: “Şanghay İşbirliği Teşkilatına Türkiye’yi alın. Bizi de sıkıntıdan kurtarın.”

Haberin Devamı

Bunu şaka olarak söylüyor, Türkiye’nin AB üyeliğinin bir türlü gerçekleşmemesinden yakındığı için böyle bir şaka yapmış!
Ama bunun tümüyle bir şaka olmadığını da biliyoruz.
Bu yılın ocak ayında kendi seçtiği gazetecilerin sorularını televizyonda yanıtlarken şöyle demişti, hatırlayalım:
“Geçenlerde Sayın Putin’e söyledim, ‘Bizi Şanghay Beşlisi’ne alın’ dedim. Alın bizi Şanghay Beşlisi’nin içine, biz de AB’ye allahaısmarladık diyelim, ayrılalım oradan.”
Her şakanın gerisinde bir gerçeklik olduğunu bize tekrar hatırlatan bir durum bu!
Başbakan Erdoğan’ın, geçmişte AB’yi bir tür “demokrasi çıpası” olarak gördüğünü biliyoruz.
O vakitler askerler ile iktidarı paylaşmak gibi bir durum vardı ve mecburen “demokrat” idi, bu yüzden de AB’ye sarılmıştı.
Şimdi askeri vesayet meselesi bitti, demokrasiye de ihtiyacı kalmadı. Şimdi AB’yi “demokrasi çıpası” olarak değil, “ayak bağı” olarak görüyor belli ki.
AB’nin ilerleme raporunda kendi tek adam yönetimine, polisin faşizan uygulamalarına yönelik eleştirilere siniri bozuluyor, bir fırsatını bulup AB’den kurtulmak peşinde.
Şanghay Teşkilatı’na girerse rahat edecek, Putin orada, Cinping orada, Nazarbayev, Rahmanov, Kerimov orada!
Ortak özellikleri muhalefetten hoşlanmamaları. Memleketlerini sıkı bir polis kont-rolü altında tutup, kendilerinden habersiz nefes alanları bile takip etmeleri. Bu konuda onların Erdoğan’dan öğrenecekleri şeyler mi çoktur, yoksa bizimkilerin onlardan öğrenecekleri mi, kestirebilmek kolay değil!
Belli ki “Putinleşme” eleştirilerine bir yandan kızarken, diğer yandan Putin’in
ta kendisi olmaya hevesli.

Haberin Devamı

Gizli servisin ‘koordine’ yargıçları

MİT’in Taraf gazetesi yazarlarını “kod isimler” üzerine alınmış dinleme izinleriyle takip etmesi ile ilgili olarak HSYK “inceleme” başlatmış. Bunu Radikal’de Deniz Zeyrek’in haberinden öğrendim.
“İnceleme” nereye varır, bunu şimdiden bilebilmek elbette mümkün değil.
MİT Müsteşarı konuyla ilgili olarak haklarında dava açılması istenen MİT mensuplarına yargılanma izni verilmemesi için şöyle söylüyor:
“Gizli servis faaliyetlerinin, gizli yürütülmesinin zorunlu olduğunu bilen–takdir eden hâkimlerle kurulan koordinasyon çerçevesinde tatbik ettik.”
Tam “vay anasına
sayın seyirciler”
denecek durum yani!
Demek ki MİT ile “koordine” olmuş bazı yargıçlar var, MİT’ten bir dinleme talebi gelince, eğrisine doğrusuna bakmadan izin veriyorlar!
Hesapta yargıçlar bağımsızlar, millet adına egemenliği kullanan bir organı temsil ediyorlar ama gizli servisle de “koordine” olmakta sakınca görmüyorlar.
“İnceleme” nasıl bitecek, gerçekten merak ediyorum!
HSYK’ya bir de önerim var: Mahkemelerden dinleme izni alınırken yargıçlara sunulan dosyaları inceleyecek bir soruşturma heyeti kursalar ne kadar iyi olurdu.
Acaba kaç yargıç önüne gelen dosyada, temel bir anayasal hakkı askıya alınacak vatandaş ile ilgili olarak sunulan delilleri tam olarak inceleyebilmiş? Acaba verilen dinleme izinlerinin kaçının dosyasında, dinlemeyi makul gösterecek suç şüphesine ilişkin kanıtlar konulmuş? Acaba bunların yüzde ne kadarı gerçek kanıt da, yüzde ne kadarı polisin hayal gücünün eseri?

Haberin Devamı

Deniz Feneri’nden Hacıbayram’a uzanan yol

GEÇEN hafta Ankara’da Hacıbayram Camisi çevresinde faaliyet gösteren iki dolandırıcı yakalandı.
Kendilerini “Hızır ve İlyas Aleyhisselam” olarak tanıtıyorlarmış ve 30 kişiyi dolandırmışlar.
Yakalanmalarına neden
olan olay ise dolandırılanların uyanması değil, ailelerinin işin farkına varması!
ODTÜ öğrencisi A.H.’ye şöyle demişler: “Senin bahtını açacağız, ama bunun için hayır işlemen gerek, bize para ver, senin adına hayır işleyip, bahtını açalım.”
Önce 800 lirasını,
sonra 500 lirasını, sonra da
300 lirasını almışlar.
A.H.’nin ODTÜ gibi bir okula nasıl olup da girebildiği ayrı bir mesele ama “dini duyguları sömürerek dolandırıcılık yapmanın” bütün unsurlarını içinde barındıran bir olay bu.
Önce kendilerinin “dini bütün insanlar olduğu” algısını yaratıyorlar.
Sonra inanmış saf Müslümanlardan “Senin adına hayır yapacağız, kurban keseceğiz, fakirlere yardım edeceğiz” diye para topluyorlar.
Topladıkları paraları da artık miktarına göre ya günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıyorlar ya da kendilerine başka işler kuruyorlar.
Bu yöntemi kullanarak televizyon kuranların, gemi satın alanların varlığını da biliyoruz. Bizim hukuk sistemimizde bu tür dolandırıcılığın tabii belli cezaları var. Teorik olarak az para çarpanın az, çok para çarpanın çok ceza alabileceğini düşünebilirsiniz ama gerçek hayatta böyle olmuyor. Federal Almanya’daki Deniz Feneri soygunu ile Hacıbayram’daki Hızır–İlyas Aleyhisselamlar arasındaki fark böyle bir fark.
Hacıbayramdakiler tutuklanıyor, Alman Mahkemesi’nin “Dini duyguları sömürerek asrın soygununu yaptılar” dediği kişiler Cumhurbaşkanı’nın Köşk’teki davetine katılabiliyor. Hacıbayram’dakilere kanunu uygulayanlar işlerini yapmaya devam edebiliyorlar, Deniz Feneri soyguncularına kanunları uygulamak isteyenler soluğu mahkemenin karşısında alıyorlar.
Hep diyorum ama belli ki bu köşeyi az okuyorlar, ders çıkarmıyorlar: Soygun ve dolandırıcılık yapacaksanız büyük yapın, büyük makamlarda tanıdıklarınız ve hatta ortaklarınız olsun. Büyük soyguncular serbest gezer, azla yetinmeye çalışanlar ise hapsi boylar!

Yazarın Tüm Yazıları