Cıvıl cıvıl Carcassonne

Gecenin ortasında varıyorum bu küçük Fransız şehrine. Ama o saate bile tarihi şur içi nasıl hareketli, nasıl cıvıl cıvıl. Kahvelerden, teraslardan, minik lokantalardan kahkaha sesleri yükseliyor. Oysa ‘eski şehir’ denilen sur içinde ikamet edenlerin sayısı sadece yedi kişi!

Haberin Devamı

Araya Dublin girdi. Oysa niyetim önce Carcassonne’u yazmaktı. Paris’ten sonra gidip beş gün geçirdiğim şehri yazacaktım...
Gezerken yazmayı sevmiyorum. Oradan yazmadım, ardından da bavulu boşaltmaya fırsat bulamadan İrlanda’ya gittim.
Bambaşka bir iklim bambaşka bir coğrafya bambaşka bir kültür. İsyankâr Kelt ülkesinden yaz yazabilirsen asi Katharları... Velhasıl bu haftaya kaldı Carcassonne yazısı.
Fransa’nın güneybatısındaki bu bölgeye Oc dilinin vatanı anlamında Languedoc adı verilmiş. Bölge adını 17. yüzyıl sonlarına kadar ülkenin güneyinde konuşulan dilden alıyor. Fransızlar, 1789 devrimine kadar kuzeyde Oil, güneyde Oc dili konuşuyorlar.
Bu bölgenin kuşkusuz en büyük şehri Toulouse. Ancak tek güzel şehri değil..
Onun yanı sıra onlarca güzel yer var ve kuşkusuz bunların en bilineni Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış bir ortaçağ kenti olan Carcassonne.
Ancak doğrudan Carcassonne’a gitmek yerine biraz da civarı görmek adına önce Narbonne’da konaklamaya karar veriyorum.

Haberin Devamı

NARBONNE’UN ULU AĞAÇLARI

Bölgeyi az çok bilirim ama bu Narbonne’a ilk gelişim. Kitaplar, 50 bin kişilik nüfusuyla şehrin bölgenin önemli yerleşim yerlerinden olduğunu, son yıllardaki kazılarla Roma dönemine ait müthiş kalıntılar bulunduğunu, yolu buraya düşenlerin mutlaka tipik bir ortaçağ yapısı olan belediye sarayını görmesi gerektiğini, Akdeniz’i Atlantik’e bağlayan güney kanalı boyunca Napolyon’un ektirdiği ulu ağaçların gölgesinde dolaşmanın hoşluğunu, şehre yaklaşık yarım saatlik mesafedeki sahil şeridinde her yıl uluslararası rüzgâr sörfü yarışları düzenlendiğini anlatıyor. Gelen herkesin bölgenin en ünlü ürünü kaz ciğerini tadıp bölgeye has etli kuru fasulye yemeği ‘cassoulet’ yemelerini salık veriyor.
Pırıl pırıl bir havada Paris’in Lyon Garı’ndan bindiğim trenden iniyor ve kitaplarda önerilen her şeyi yapıyorum. Şehir turum tam iki saat sürüyor... Bir saat de yemek..
Sonra ? Sonrası yok. Narbonne bitti. Kaldım mı dımdızlak ortada?
Gelsin gene kitaplar. Bakıyorum her ikisinde de Lagrasse kasabasıyla şehre yarım saat uzakta bir manastırın adı geçiyor.
Kalıp sıkılmaktansa gidip hüsrana uğramak yeğdir diyor sıkı bir pazarlık sonrası müthiş komik bir kadın şoförün taksisini tutup beklentimi fazla yükseltmemeye özen göstererek sözü edilen yerlere gidiyorum.
Her ikisi de muhteşem. Biri 11’inci yüzyılda inşa edilen, son 150 yıldır da dünyanın en büyük Gauguin koleksiyonuna sahip Fallet Ailesi’nin özel mülkü bir manastır, diğeri gene aynı yüzyılda inşa edilmiş başka bir manastırın çevresinde kurulmuş güller içinde küçük bir kasaba. Ama ne kasaba! Keyfim yerine geliyor.

Haberin Devamı

GECE GECE AFALLADIM

Taşrada akşam sıkıntılıdır. Hayat erken çekilir. Saat akşamın sekizi, henüz hava bile kararmadı ama kepenkler çoktan indi...
Kalmalı mı, gitmeli mi sorusu aklımda yazı tura atıyor. Tura geliyor... Şoförüm Sophie’ye “Çek Carcassonne’a diyorum.”
Ne de olsa bütün kitaplarda ‘biricik’ diye adlandırılan şehir hepi topu bir saat uzaklıkta.
Akşam alacasının laciverde kestiği hayalet bağların, tek tük ampul yanan çiftlik evlerinin arasından geçip Carcassonne’a vardığımda vakit artık gece...
İyi ki de öyle. Düz ova ortasında yükselen şehir surları öyle aydınlatılmış ki affallamamak mümkün değil.
Sur içine otomobil girmediği için konaklayacağım otelden birilerinin gelip beni almasını beklerken önümde yükselen ışıl ışıl şehri seyrediyorum.
Minicik bir otomobil gelip beni alıyor ve daracık sur kapısından geçirerek Hotel de la Cité’ye götürüyor..
Otelim 17’nci yüzyıldan kalma bir yapı. Ama asıl çekici bölüm dışarıda. Dar sokaklar insan kaynıyor... Dükkanlar çoktan kapanmış ama kahvelerden, teraslardan, minik lokantalardan kahkaha sesleri yükseliyor... Oysa ‘eski şehir’ denilen sur içinde ikamet edenlerin sayısı sadece yedi kişi!
Göze batan uyumsuz tek bir unsur yok... Ne bir anten ne bir klima.
Ovada kurulu ‘bastide’ adlı ‘yeni şehre’ kuşbakışı bakan bir terasa oturuyor ve bir yorgunluk kahvesi ısmarlıyorum kendime.
THY de Toulouse’a doğrudan uçuyor birkaç yıldır. Yani Carcassonne o kadar da uzak değil bize.
Côte d’Azur iyidir iyi olmasına da, biliniz ki burada da harika bir uzun hafta sonu geçirilir...

Haberin Devamı

80 YILLIK BAŞKALDIRI

Sonradan Orta Çağ adını alacak karanlık çağda ülke prensliklere bölünmüş durumda... Neredeyse her şehir bir prenslik. İktidarın kâh ona kâh buna ama hep zengin olana geçtiği ve aynı zamanda kanlı din savaşlarının da süregittiği dönem. Ülkeyi, ama özellikle de bölgeyi kan götürüyor. Savaşların burada yoğunlaşma nedeniyse İsa’nın ilk müritleri gibi yaşamayı ilke edinmiş azımsanmayacak sayıda insanın Katolik kilisesi ve Papalık’a başkaldırıp bölgeye yerleşmesi ve çoğalıp yaygınlaşarak kilise için tehdit oluşturmaya başlaması...
Yaklaşık 80 yıl hüküm sürecek bu isyan süresince egemenlik bir oraya bir buraya savruluyor. Kimi prenslikler Katharlar adı verilen alçakgönüllü bu zındıkların yanında yer alırken kimileri Papalık’ın yanında saf tutuyor... Savaşın sonu her iktidar oyunun sonu gibi geliyor. Kan, ter ve gözyaşı. Ve yüz binlerce ölü ve derebeylik sisteminin çöküşü. Bölgenin tarihi kısaca bu. Dolayısıyla da bölge o kanlı tarihe tanıklık etmiş SİT alanı dolu. Sayısını bilemeyeceğim kadar şato, manastır ve sur içi şehir. Hepsi de görülesi yerler. Deee beş gün hangisine yeter?

Yazarın Tüm Yazıları