Eğitim bir torna tezgahı mıdır? Evet!

BAKIN, 14 Haziran 1973’ten beri yürürlükte olan Milli Eğitim Temel Kanunu’nun ‘Eğitimin amaçları’nı belirleyen 2. maddesinin birinci fıkrası aynen ne diyor:

Haberin Devamı

“Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek...”

Sorun, tam da burada başlıyor, eğer görebiliyorsanız, görmek istiyorsanız...

Atatürk devrimlerini yapmış ve gerçek manasını içine sindirmiş bir ülkede (O ülkeye isterseniz ‘Aydınlanmacı’ veya ‘Modernist’ de diyebilirsiniz) eğitimin amacı ‘Atatürkçü nesiller’ yetiştirmek olamaz zaten.

Çünkü Atatürk’ün kendisi, ‘Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir’ demiştir, ‘Ben size dogmalar bırakmıyorum’ demiştir.

Atatürk devrimleri özünde Aydınlanmacı, modernist devrimlerdir. Aydınlanma felsefesini özetlemek uzun sürer, onun yerine bu felsefenin kurucu düşünürü Kant’ın meşhur makalesinin başlığını söylemem yeterli olabilir: Sapere Aude!

Yani, ‘Aklını kullanmaya cesaret et!’

Ama hayır, biz aklımızı kullanmayız, onu başkasına, daha çok da devlete emanet ederiz. Devlet de bizi torna tezgahından geçirir.

Sadece Milli Eğitim Temel Kanunu değil, üniversite kanunumuz da, üniversite eğitiminin amacının ‘Atatürkçü nesiller’ yetiştirmek olduğunu söyler.

Düşünebiliyor musunuz, üniversite eğitiminin bir numaralı amacı Atatürkçü gençler yetiştirmek...

Bizde eğitim hep bir torna tezgahı olarak görülmüştür çünkü. Eğitim vermek yerine, insanlara bilgiyi ve bilgiye erişmeyi öğretmek yerine biz onları endoktrine ederiz. Aynen eski Sovyetler Birliği gibi.

Şimdi Başbakan bu endoktrinasyonun değişeceğini, artık ‘Dindar nesiller’ yetişeceğini söyledi.

Oh ne güzel, bir doktrin gider yerine diğeri gelir. Torna tezgahı çalışmaya devam eder.

Bağımsız düşünceyi, düşünceleri bilgiye dayalı olarak oluşturmayı, evrensel bilgiye erişmeyi, bilgiler değişince fikirlerin de değişmesi gerektiğini, kendi aklına güvenmeyi öğrenmiş ve kendi aklını kullanmaya cesaret eden nesiller yetiştirmeyi amaçlamaz elbette eğitim.

Ak Parti’nin Kemalist yöntemlere yeltenmesine şaşıranları anlamakta güçlük çekiyorum.

Hepimiz gibi onlar da aynı torna tezgahından geçmedi mi?

Haberin Devamı

Halktan korkmaya başladınız mı hep korkarsınız

Haberin Devamı

BENZETME bana değil, Amerikan devriminin ‘Bağımsızlık Bildirgesi’ni kaleme alan Thomas Jefferson’a ait.

Jefferson, dünyanın bugünkü manada ilk anayasal demokrasisi olan ABD için, mealen ‘Ben inanıyorum ki cumhuriyetimizde iki parti vardır ve bu yönetim biçimi dünyada yaygınlaştıkça her yerde de aynı iki parti olacaktır. Bunlardan biri halktan korkanlar partisi, diğeri de korkmayanlar partisi olacaktır’ demişti, bundan 200 küsür yıl önce.

Biz şanssız bir cumhuriyet ve demokrasiyiz, henüz 60 yıllık çok partili tecrübemizde halktan korkmayanlar partisini göremedik. Bütün partilerimiz halktan korktu.
Biz onları ‘Çok mu korkuyor, az mı korkuyor’ diyerek sınıfladık, ideolojik yelpazede bir yere yerleştirdik.

Ama hep aynı şey oldu. ‘Bunlar halktan diğerlerine göre daha az korkuyor’ denilenler iktidara geldikten bir süre sonra halktan daha fazla korkmaya başladılar.

Bugün daha önce defalarca yaşanmış olanın aynısının AK Parti’ye de olduğunu görüyoruz.

Bu durumu tersinden okumak da mümkün: Günün birinde AK Parti’nin alternatifi bir siyasi hareket çıkacaksa ortaya, o hareket halktan korkmayan bir hareket olmak zorunda.

Çünkü bu millet başından beri tercihini bu yönde yapıyor, her seferinde diğerlerine göre halktan daha az korktuğunu düşündüğü partiye oy veriyor.

Haberin Devamı

Bir düzeltme, bir sitem

FUTBOLDAKİ kaosla ilgili neredeyse yorumsuz bir yazı yazdım dün. Sadece olgulardan hareket etmeye çalışan ve olayları yakından izlemeyenleri son durum hakkında biraz olsun bilgi sahibi yapmayı amaçlayan.

Önce bir düzeltme yapayım, yazımda bir bilgi yanlışı var, Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’ne katılmaktan men edilmesiyle ilgili olarak sadece UEFA’yı dava ettiğini yazmıştım, hayır Fenerbahçe Türkiye Futbol Federasyonu aleyhine de dava açtı.

Bir de sitemde bulunayım: Futbolun içinde bulunduğu kaos ortamında kendimi taraf hissetmiyorum. Daha doğrusu benim tek bir tarafım var, bir futbol izleyicisi olarak, adil bir oyun seyretmek istiyorum, şampiyonlukların veya galibiyetlerin lekesiz olduğuna ikna olmak ihtiyacı içindeyim.

Kendimi son kaosta taraf olarak görmediğim için dünkü yazıyı olgulara dayalı yazmaya çalıştım. Ama dün sabahtan itibaren inanılmaz bir hücumun altında kaldım.
Gözlerin kör olduğu bir noktadayız galiba.

Futbol ve taraftarlık söz konusu olduğunda, olguları bile görmezden gelen, illa her şeye kendi penceresinden bakılmasını isteyen kalabalıklar varken sokakta, Mehmet Ali Aydınlar bunca zaman o koltukta iyi bile dayanmış.

Yazarın Tüm Yazıları