‘Taşeronluk’ başarısızlığın izahı olamaz

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, son günlerde artan terörü, PKK’nın “taşeron” olarak kullanılmasına bağlıyor.

Haberin Devamı

Doğal olarak açıkça söylenmese bile hedefteki sorumlu “yeni düşman” İsrail.

Olabilir, devletlerin, PKK türü örgütleri kendi çıkarları için kullanmaları, beslemeleri, barındırmaları tarihte rastlanmamış bir şey değil.
PKK’yı vaktiyle Suriye’nin de nasıl besleyip kullandığını hatırlayalım.

Şu anda da PKK’nın İran kolu olan PEJAK’ın, İsrail tarafından desteklendiği de herkesin bildiği bir “devlet sırrı”!

Yani Başbakan, PKK’nın birileri adına taşeronluk yaptığı iddiasında haklı olabilir.

Ancak bu durum, hükümetin terörle mücadele konusundaki başarısızlığı gerçeğini de değiştirmez.

Birileri size karşı bir terör örgütünü kullanıyorsa, sizin eliniz armut mu topluyor?

Sınırlarınızı korumak, terör örgütünü etkisiz hale getirmek sizin işiniz değil midir?

Ayrıca bu konuyla ilgili olarak yapılacak mücadele sadece kendi iç güvenliğinizi ve sınır emniyetinizi sağlamakla da kalmamalıdır.

Bir terör örgütüne destek verdiğinden emin olduğunuz ülkeyi, uluslararası alanda bu yüzüyle de teşhir etmeniz gerekir.

Elinizdeki bilgileri masaya koyup, hesap sormanız, bu desteği kesmek zorunda bırakmanız gerekir.

Bunları yapmadan sadece “taşeronluktan” söz etmenin iki anlamı olabilir:

1- Ya bunu yaparak terörle mücadeledeki zafiyetinizi örtmeye çalışıyorsunuzdur.

2- Ya da “taşeronluk” iddiası kanıtlanamayan bir komplo teorisinden ibarettir.


Her ikisi de çıkar bir yol değildir. Bu strateji üzerinde terörle mücadelede sonuç almak mümkün değildir.

Askeri önlemlerimizi tartışmak zorundayız

YILLARDIR aynı şeyleri konuşup duruyoruz. Her karakol baskınından sonra, her terör saldırısından sonra bize bölgedeki arazi şartlarının zorluğundan, profesyonel ordu gerekliliğinden, ileri teknoloji ürünü gözlem ve istihbarat cihazlarına olan ihtiyaçtan söz ediliyor.

Ama aradan bir süre geçtikten sonra bakıyoruz ki yine aynı şeylerden söz ediliyor.

Karakol binalarının yapısı, arazi üzerindeki konuşlanmaları durumun gereklerine göre düzeltilmiyor.

Askeri harcamalar konusunda dünyanın önde gelen ülkelerinden biriyiz ama hâlâ sınırda erken uyarı sağlayacak düzenimiz yok.

Hayali düşmanlar için dev erken uyarı uçaklarına paramız yetiyor da sınırda neler olup bittiğini görmemizi sağlayacak maliyetleri de öbürlerinin onda biri tutmayan küçük insansız uçakları bulamıyoruz, bulsak çalıştıramıyoruz.

Nerede kullanacağımız meçhul tanklara paramız yetiyor, sınır boylarındaki erlere zırhlı giysiler, araçlar sağlayamıyoruz.

Dört aylık eğitimden geçirdiğimiz çocukları sınır boylarına terörist takibine gönderiyoruz, bu işi daha etkili yapabilecek profesyonel ve iyi eğitimli bir orduyu onlarca senedir kuramadık.

Bu meseleyi, tabuların arkasına saklanarak ve işi oluruna bırakarak çözemeyiz.

Askeri harcamalarımızı ciddi bir mercek altına alıp tartışmak zorundayız.

Bunun yerinin de TBMM olduğu çok açık.

Mızrak çuvala sığmıyor

THE New York Times yorumcusu Thomas Friedman, “İstanbul’dan Mektuplar” başlıklı yazılarının ikincisinde Türkiye’den dönüşünde kafasında yankılanan 4 sorudan söz ediyor.

Sorular, gazeteciler, akademisyenler ve işadamları ile yaptığı konuşmalarda kafasına takılmış.

Bunlardan bir tanesinde konuştuğu kişiler Friedman’dan isimlerinin yazılmamasını rica ediyorlar.

Friedman, bu isteğin, “hükümet korkusundan” kaynaklandığını yazıyor. 

Yazısından Friedman’ın da bu isteğe hak verdiği anlaşılıyor. Erdoğan’ın “otoriter eğilimlerinden” söz ediyor.

Bu yazıyı okuyanların şu anda “Kardeşim, iyi de bunları zaten siz aylardır yazıyorsunuz” dediklerini duyar gibiyim.

Evet, doğru, bunu aylardır anlatmaya çalışıyoruz.

Ama biliyorsunuz Thomas Friedman yabancı bir gazeteci ve bizim ülkemizde bir şeyi Türkler söylerse başka anlaşılıyor, aynı şeyi bir yabancı dillendirince farklı algılanıyor.

Ve malum “liberal” çevrede Friedman muteber bir isim. Belki onların gözlerinden kaçmış olabilir diye de aktarıyorum. Friedman da “Ergenekoncu” değil ya!

Öyle görünüyor ki hükümetteki otoriterleşme eğilimi, ki bunu ben “Putinleşme hevesi” diye tarif etmiştim, artık Türkiye dışından da fark ediliyor.

Muhalefetin susturulması, basının yasadışı uygulamalarla cezalandırılmaya çalışılması, aykırı düşünceleri savunanlara yönelik cezalandırma hevesleri artık saklanamaz hale geldi.

Hükümetin derin bir nefes alıp bu durumu yeniden düşünmesinde yarar var!   

Yazarın Tüm Yazıları