Sıradan küçük mutluluklar

Ahtapot gibiyim...

İsa gibi kollarımı iki yana açtım, bir kolumda sevgilim, diğerinde kızım yatıyor.

Üçümüz minicik bir odadayız.

Onlar daha uyuyor ben tavana bakıyorum, kollarım biraz uyuştu ama olsun, huzurdan ve mutluluktan ölüyorum. İnanmayacaksınız ama ben kendimi şimdi kadın gibi hissediyorum. 39 yaşında. Kadın ve anne.

* * *

İki yatağı birleştirdik.

Ben ortadayım, yatakların birleşme yerinin tam üzerinde yatıyorum. Sırtım biraz tutuldu ama şikayetçi değilim. Anne olduktan sonra daha verici, daha fedakar bir şey oldum, ben de inanamıyorum, eskiden duvar kenarlarını kapmak isterdim, ya da uçakta giderken koridoru, cam kenarını...

Şimdi baştan "Ortada ben oturuyorum, ortada ben yatıyorum, bir yanımda baba, bir yanımda Alya" diyorum.

Baba- kız bazen beni paylaşamıyor. Alya beni kendime çekerek, "O benim annem" diyor, sevgilim de "Ama benim de karım..."

Genelde sevgilim lafı hoşuma gider, ama Ömer’in ağzından "Gel bakalım benim güzel karım" lafını duymaya bayılıyorum.

Onun hem sevgilisi hem karısı olmayı seviyorum.

Metresi olmaya da itirazım olmaz,

Bazen dalga geçiyorum "Keşke başkasıyla evli olsan da, ben senin metresin olsam!"

Çünkü aynı anda hem eş hem sevgili hem de metres olmak daha zor.

Öbüründe, tek bir role soyunuyorsun.

* * *

Yıllarca, insanlar bir göz odaya nasıl sığarlar diye düşündüm.

Ama bu sabah, bu evde fark ediyorum ki, küçük bir metre karede birbirini seven insanların iç içe olmasının da tuhaf bir güzelliği ve sıcaklığı var.

Güçlü hissediyorsun kendini.

Birkaç günlüğüne Londra’da minik bir eve geldik. Parka bakan, kutu gibi bir ev. Babaçi Betûl Mardin’in doğum günü için geldik. 81 oluyor. Babaanne bir odada uyuyor, bizim çekirdek diğer odada.

Gün hızlı başlayacak. O, çoktan planlamış bile her şeyi.

Önce hayvanat bahçesine gidilecek! Alya yol boyu "Kaplan da görecek miyiz, aslan da görecek miyiz? Ya köpek balığı?" diye soruyor. Benim de aklıma Ayşenur Arslan’dan dinlediğim Sevgi Sosyal hikayesi geliyor. Kanser ve öleceğini biliyor ama bir şekilde iki kızı onu hatırlasın istiyor, onlarla işte bu hayvanat bahçesine geliyor, hani ileride hayvanat bahçesini anımsarlar da anne de bu mekanın içinde bir leke olarak kalır diye.

Ağlamak istiyorum. Sonra gülmek. Hem sevgilimin hem kızımın elini daha sıkı tutuyorum.

Ve sonra biz tam hayvanat bahçesini dolaşırken, sıkı bir yağmur başlıyor, aman Allah’ım durmak bilmiyor, iliklerimize kadar ıslanıyoruz.

Kendimizi, en yakın Marks & Spencer’a atıyoruz, Babaçi, dünyanın en pratik kadını, "Bu trafikte kim gidecek şimdi eve?" diyor. Paçaları ıslandığı için kendine yeni bir pantolon alıyor, soyunma kabininde giriyor ve hayata o yeni pantolonla devam ediyor. Alya da fırsattan istifade, lastik çizmeler seçiyor kendine, o çizmeleri ayağından hiç çıkarmak istemediği için "Anne hep yağar değil mi yağmur? Lütfen yağsın" diyor.

O da hazır.

Sırada, dünyanın en büyük oyuncakçılardan biri olan Hamleys var.

Babaçi, Alya’nın elinden tutuyor ve içeri giriyorlar. Kocaman bilmem kaç katlı bir yer. Alya büyüleniyor. Hatta çıldırıyor, deliriyor. Ne yalan söyleyeyim ben de. Bir sürü oyuncağa bakıyor, bakıyor, "Orman hayvanları çiftliğini istiyorum" diyor, çok hoşuma gidiyor, demek ki biraz evvel ki hayvanat bahçesi macerasından etkilenmiş.

Hediyeyi yüklenip oradan çıkıyoruz...

Ve doğum günü yemeği için Cliveden’e gidiyoruz.

Şu anda otel olarak işletilen görkemli eski bir şato. Aslen Amerikalı olan Lady Astor, bir dönem İngiliz aristokisinin önemli şahsiyetlerini bu şatoda ağırlamış, Londra’ya bir saat uzaklıkta, Thames nehri kenarında. İnsan çok pahalı bir yer zannediyor, değil aslında, Papermoon’da bir öğle yemeğinde ödediğinizden daha azını ödüyorsunuz, hem de ödediğiniz her kuruşa değiyor. Profuma skandalının baş kahramanı İngiliz bakan John Profumo da Christine Keeler’ı ilk burada öpmüş. Her tarafından tarih fışkıran müthiş bir yer.

Alya ile baba şatonun bahçesini keşfe çıkıyorlar, biz Babaçi ile laflıyoruz ve sonra hep birlikte doğum günü yemeğini yiyeceğimiz salona geçiyoruz.

* * *

Geri dönüşte arabada...

Alya, lastik çizmelerini çıkarıyor, minik ayaklarını burnuma dayıyor ve bildiği bütün şarkıları bağıra çağıra söylüyor.

Dikiz aynasında sevdiğim adamla göz göze gelmek, gülümsemek, kızımın saçlarını okşamak, sevgilimin 81. yaşındaki annesiyle konuşmak, dedikodu yapmak, gülmek, ondan bundan söz etmek...

Son derece sıradan şeyler aslında...

Sıradan küçük mutluluklar...

Belki de yaşlanıyorum ben, artık bu sıradan mutluluklar, anlar, keyifler çok hoşuma gidiyor.

Hiçbir şey, aile olmanın verdiği huzurun yerini tutmuyor.

Hepinize ailenizle ve sevdiklerinizle birlikte iyi bayramlar dilerim.
Yazarın Tüm Yazıları