- Bunların hepsi terörist, ne yapacakları belli olmaz.
Bu sözler, nasıl yetiştiğini gösteriyor. Kendime göre, askeri hırpalamak istiyorum:
- Bir adamı tankla ezmiş olmak nasıl bir duygu?
Bu da, soru mu? Cinayete şerbetli İsrail askeri aynı fütursuz tavrıyla:
- Savaş bu, o da tankın altında öldü.
Vahşete, işlediği korkunç cinayete bakışı, bu kadar basit, bu kadar sıradan, bu kadar yalın.
BEŞ DUYU
İsrail ne zaman bir yere saldırsa, aklımda hep bu vahşi diyalog. Gözlerimin önünde hep o vahşi görüntü.
Kulaklarımı kapatıyorum. İşte, şu anda yine tankın altında ezilen genç adamın çığlıkları.
Bir insanın her şeyi olan beş duyunun, insana böylesine işkence edebileceğini yeniden fark ediyorum.
İsrail yine bir Filistin’e, bir Lübnan’a saldırıyor. TV’ler ve gazeteler savaş bültenleriyle dolu.
Savaş bültenleri insana ulaşmıyor. Tıkır da tıkır, tıkır da tıkır, ajans haberleri. Jetler uçtu, köprü uçtu, gibi, insanla insan arasında mesafe bırakan bültenler.
VE SANSÜR
1982’de bir başka ciddi olay daha var.
Sansür.
82’deki Lübnan’a saldırıyı, dünyanın her yerinden gelmiş gazeteciler izliyor. O yıllarda ne laptop var, ne internet. Sadece telefon ve faks.
İsrail, hangi ülkeden ve hangi dilden olursa olsun, bütün gazeteciler için bir merkez kuruyor. Yazılar oradan geçiyor. Aynı anda denetimden.
Türkiye’ye döndüğümde, o sırada Ankara Cumhuriyet, görüyorum ki, yazıların çoğu gazeteye ulaşmıyor, İsrail sansürüne takılıyor.
İsrail, işlediği cinayetleri sansürle kapatmaya çabalıyor. Nafile bir çaba.