Vahşet, gözümün önünde

Olmaaaaaz! Hayıııııır! Olmaaaaaz!

Tank paletleri dönüyor. Her dönüşte yerde derin izler bırakıyor. Altı, yedi tonluk bir ağırlık.

Olmaaaaaz! Hayıııııır!

Tank paletleri daha hızlı dönüyor. Her dönüşte bıraktığı izler daha derinleşiyor.

Genç bir adam elinde bir taş, tankın önüne çıkıyor. Tankı durdurmaya çalışıyor.

Olmaaaaaaz! Hayııııır!

Tankın paletleri dönüyor, dönüyor, dönüyor, genç adam tankın altında. Tank genç adamın üstünden geçiyor.

Dehşet veren sahne 24 yıldır gözlerimin önünde.

SUR VE SAYDA

Yine İsrail saldırısı. Yine Lübnan’a.

Yıl 1982. İsrail’in kara harekatı. Savaşı izlemek üzere, İsrail ve Lübnan’a gidiyorum.

İsrail’den Lübnan’a uzanan Akdeniz şeridi, tarih dolu.

Hani, o ilk uygarlıklar. Sayda ve Sur kentleri.

Sayda’da bekliyorum. İsrail tankları yaklaşıyor. Halk silaha sarılıyor.

Hangi silah? Tüfek, altı patlar tabanca, taş ve sopa, silah niyetine. Tanka karşı, taş ve sopa.

VAHŞETİN DİYALOĞU

Tank paletlerinin hızlandığını işte o sırada görüyorum. Genç adam tanka taş atmaya çalışırken...

Hemen üç, beş metre önümde. Gözlerimin önündeki vahşet, beni yıllardır sarsıyor.

Beni en az bu vahşet kadar sarsan bir diyalog var.

Adamı ezen tank duruyor. Tankın içinden, olsun olsun da, en çok 20 yaşında olsun, İsrailli bir asker çıkıyor.

Yere iniyor, işlediği vahşi cinayete şöyle bir göz atıyor.

Yerimde duramıyorum. İsrailli askere yaklaşıyorum:

- O adamın elinde sadece taş vardı...

Sözümü bitirmemi beklemeden:

- Bunların hepsi terörist, ne yapacakları belli olmaz.

Bu sözler, nasıl yetiştiğini gösteriyor. Kendime göre, askeri hırpalamak istiyorum:

- Bir adamı tankla ezmiş olmak nasıl bir duygu?

Bu da, soru mu? Cinayete şerbetli İsrail askeri aynı fütursuz tavrıyla:

- Savaş bu, o da tankın altında öldü.

Vahşete, işlediği korkunç cinayete bakışı, bu kadar basit, bu kadar sıradan, bu kadar yalın.

BEŞ DUYU

İsrail ne zaman bir yere saldırsa, aklımda hep bu vahşi diyalog. Gözlerimin önünde hep o vahşi görüntü.

Kulaklarımı kapatıyorum. İşte, şu anda yine tankın altında ezilen genç adamın çığlıkları.

Bir insanın her şeyi olan beş duyunun, insana böylesine işkence edebileceğini yeniden fark ediyorum.

İsrail yine bir Filistin’e, bir Lübnan’a saldırıyor. TV’ler ve gazeteler savaş bültenleriyle dolu.

Savaş bültenleri insana ulaşmıyor. Tıkır da tıkır, tıkır da tıkır, ajans haberleri. Jetler uçtu, köprü uçtu, gibi, insanla insan arasında mesafe bırakan bültenler.

VE SANSÜR

1982’de bir başka ciddi olay daha var.

Sansür.

82’deki Lübnan’a saldırıyı, dünyanın her yerinden gelmiş gazeteciler izliyor. O yıllarda ne laptop var, ne internet. Sadece telefon ve faks.

İsrail, hangi ülkeden ve hangi dilden olursa olsun, bütün gazeteciler için bir merkez kuruyor. Yazılar oradan geçiyor. Aynı anda denetimden.

Türkiye’ye döndüğümde, o sırada Ankara Cumhuriyet, görüyorum ki, yazıların çoğu gazeteye ulaşmıyor, İsrail sansürüne takılıyor.

İsrail, işlediği cinayetleri sansürle kapatmaya çabalıyor. Nafile bir çaba.
Yazarın Tüm Yazıları