Türkiye'de doktorlara güvenim kalmadı

Bazen öyle oluyor. Karşındaki insan konuşurken, onun acısı, senin boğazından aşağıya inmeye başlıyor. Boğum boğum, düğüm düğüm. Son derece basit şeyleri son derece sıradan cümlelerle anlatıyor.

Ama seni öyle etkiliyor ki, öyle içini acıtıyor ki, ağlama halinin bir sonraki aşamasına geçiyorsun. Öyle mezar taşı gibi karşısında duruyorsun. Hissetmesi ve anlatması tuhaf bir durum. Kim bilir yaşaması nasıl? Düşünmek bile istemiyorum. Birkaç röportajımdan biliyorum ki, bunun bir ölçüsü olamaz, yaşamamış hiç kimse, evlat acısı nedir bilemez. ‘‘Seni anlıyorum’’ diyemezsin çünkü onu anlayamazsın. Sadece dinlersin. Üstelik anlattıkları benzersiz şeylerdir. Çünkü birebir bir deneyimdir. Hariçten birilerinin, ‘‘Çocuğunuzun uyuşturucuya bulaşmasını istemiyorsanız şunları şunları yapın! Bunları bunları yaparsa uyuşturucu kullandığını

anlarsınız!’’ türünden, hayatın uzağındaki gazellerine benzemez. Onun konuştuklarında riya yoktur. Katıksız, damardan, acının diliyle konuşur... Konuştu. Gülüm Atılgan, bir kadın doğum uzmanı. Önceki hafta, ölümüyle manşetlerden inmeyen Burçin'den önce, 30 Kasım'da altın vuruşla kaybettiğimiz Selen Atılgan'ın annesi. Daha önce evlerine gitmiş, konuşmaya çalışmıştım. Ama acıyla o kadar iç içeydiler ki, benimle uğraşacak halleri yoktu. Burçin olayından sonra, anlatacakları benim kafamı kurcaladığı için şansımı bir kere daha denemek istedim. Ve bu kez ikna edebildim. Yine sakinleştiriciyle ayakta durabilen bir anne vardı karşımda. Yine bakışları tuhaf ve yaşanan bu dünyanın ötelerine doğruydu. Ve bir kere daha gördüm ki, bu felaket, hepimizin başına şu ya da bu şekilde gelebilir. Anlattıkları belki de bu yüzden beni fena halde sarstı...

Her gün gazetelerde yeni bir uyuşturucu haberi yer alıyor. Selen'den sonra Burçin... Başka gençlerin de eroin yüzünden hayatını kaybetmesi, acınızı çoğaltıyor mu?

- Aksine hafifliyor! O haberler bana ‘‘Bak, herkesin başına gelebilirmiş. Selen'im tek değilmiş! O son değilmiş’’ dedirtiyor. Tabii ki üzüldüm Burçin'e ama 30 Kasım'da kızım yerine ölen o olsaydı, Selen belki bugün hayatta olurdu...

Değişen ne olacaktı ki...

- Belki farklı davranacaktım. Selen'i kapıp, yurtdışına götürecektim, Metadon kullanacaktı kızım. Gözümüzün önünde Burçin gibi bir örnek olduğu için Selen korkacaktı. Çünkü korkmuyordu. O şey yüzünden ölebileceğini düşünmüyordu. ‘‘Anne deli misin, aşacağız bunları’’ diyordu.

Bu vakalarda en zor durumda olan kim? Anneler mi?

- Babalar da kahroluyor. Ama anne olmak farklı bir şey. Sadece anne olan kadınlar anlayabilir bu söylediğimi. Tuhaf ama bazen de ‘‘İyi ki olmuş bütün bunlar!’’ diyorum. Çünkü eroin yüzünden Selen'le anne-kız olmanın çok ötesinde şeyler yaşadık. Her şeye rağmen ölümünün o gün, o saatte olacağına inanıyorum. Dini inançları çok kuvvetli biri değilim ama kadere inanıyorum. Yine 21 yaşında kaybedecektim Selen'imi...

Başka bir ölüm biçimi...

- Acımı hafifletmezdi! Ölümün nedeni, açıkçası beni hiç ilgilendirmiyor. Varlık sebebim yok artık. Beni tek ilgilendiren şey bu. Her gün üzerime sanki bir çığ düşüyor, büyüyor büyüyor, içimde kocaman oluyor...

Peki eroin, ikinizin arasına girmiyor muydu? İlişkinizi bozmuyor muydu?

- Aslında ilişkimiz daha iyi olmuştu. Hiçbir şey söylemeden öpüyordu beni, saatlerce boynuma sarılıyordu. Büyük olasılıkla madde kullanımı, acılarımı daha yoğun hissetmesine sebep oluyordu. Selen de çok acı çekti. Benim şu an çektiğim acıdan daha fazlasını. Çünkü kurtulmak istiyordu. Gerçekten gayret gösteriyordu. Üstelik bize karşı açıktı. Tablo şu: Anne, baba, çocuk hep birlikte mücadele ediyoruz. Ama işte, bazen kendinizden bile fazla sevdiğiniz birinin gücünü yitirdiğini görüyorsunuz. Yardım etmek için çırpınıyorsunuz, hiçbir şey fayda etmiyor...

Hálá halledemediğiniz bir şey var mı? Üstesinden gelemediğiniz, insanlarla paylaşmak istediğiniz birşey...

- Artık Türkiye'de psikiyatriye inanmıyorum. Doktorlara inanmıyorum. Ve onlara çok kızıyorum. Doktorun biri çıkıp, ‘‘Metadon kullansaydı ölmezdi Selen!’’ diyor. Yani benim kızım, pisi pisine mi öldü? Bunu bana daha önce neden söylemedin! Boşu boşuna mı gitti? Bu kadar basit mi? Bana deseydin ki, ‘‘Bu ilaç Türkiye'de yok. Dozu ayarlanıyor. Burada yapılamıyor. Git yurt dışında yaşa!’’ ben kızımı alıp giderdim. Bu ülkede uyuşturucuyla mücadele edildiğine dair hiçbir inancım kalmadı benim. Doktorları affedemiyorum.

Peki kendinizde affetmediğiniz bir şey...

- Keşke Paris'teyken bir psikiyatriste gitseydik. Bu işin alternatif tedavi yöntemlerini öğrenseydik. Bir de Bilkent'te okurken ona ev tuttuk. ‘‘İkinci sene yurtta kalmam’’ demişti. Keşke tutmasaydık. Çünkü eroine o evde başladı...

Sizce anneler, babalar, basında sıkça yazıldığı gibi çocuklarının uyuşturucuya meyletmesini engelleyebilir mi?

- Hiç sanmıyorum. Biz engelleyebildik mi? Türk gelenekleri içinde düzgün yaşayan bir aileydik. Mutfakta her gün tencere yemeğimiz pişerdi. Çok zengin miydik? Hayır. Ama mutluyduk. Çok büyük bir aşk evliliği yaptım ben. Selen'in ‘‘Bakın, babam nasıl yakışıklı!’’ dediği, ölüp bittiği bir babası vardı. Çok mu şahaneydi her şey? Valla, bir dolu şey mutsuzluklarımızın önüne geçiyordu. Ve tabii hayatımda kızım vardı. Ben bir de çok takıntılı bir anneydim. Bir anne, kızının bütün arkadaşlarının hatta onların annelerinin, anneannelerinin telefonunu bilir mi? Selen, alay ederdi benimle: ‘‘İnanmıyorum! Üç yıl önce Bilkent'teki arkadaşlarımın bile telefonunu biliyorsun.’’ Şimdi ben ‘‘Niye bunlar bizim başımıza geldi?’’ demiyorum, diyemiyorum. Çünkü herkesin başına gelebileceğini biliyorum.

Bir annenin, hayattaki en büyük çaresizliği çocuğuna ulaşamaması mı? Görüp, duyup, müdahale edememesi mi?

- Bence en büyük çaresizlik anlayamamak. Ben anlayamadım kızımı. Selen, hayata benden farklı bakıyordu. Ve benim aklım ermiyordu, çaresizlik içinde onu izliyordum. İyiliği bile beni ürkütüyordu. ‘‘Bu çocuk fazla iyi ne yapsak acaba?’’ diyordum. Bir çocuğa da ‘‘Kötü ol evladım!’’ diyemezsin ki! Babam öldü mesela. Selen çok severdi dedesini. Bir gün olsun ‘‘Benim dedem öldü’’ demedi. ‘‘Annemin babası öldü. O çok üzülüyor şimdi’’ dedi. Benim acım ondan daha büyük ya, rol çalmıyor, bencillik yapmıyor. Tuhaf bir çocuktu...

Bunu ilk ne zaman fark ettiniz?

- İlkokul birinci sınıfta. Gözüne pansuman yapılan bir arkadaşının ödevini hazırlıyor, bu yüzden de kendisininkini yapamıyor. ‘‘E söylersin öğretmenine, bu önemli bir mazeret’’ dedim. ‘‘Söyleyemem’’ dedi. Ben de bir pedagog arkadaşımı aradım. ‘‘Hiçbir şey yapamazsın’’ dedi, ‘‘Ne diyeceksin çocuğa? Bencil olacaksın, önce kendini düşüneceksin mi diyeceksin? Hayatta darbe ala ala, bunu kendisi öğrenecek.’’ Ama öğrenemedi. Hep kızımı nasıl koruyabilirim, nasıl daha güçlü yapabilirim diye düşündüm. Aslında kimseye kendini nasıl koruyabileceğini öğretemiyorsunuz...

Kendinizi başka anneler tarafından suçlanıyor gibi hissettiğiniz oldu mu?

- Bir arkadaşıma, ‘‘Kadın doğumcu tabii! Çok çalışıyordur, haliyle çocuğunu ihmal etmiştir’’ demişler. O da gülmüş: ‘‘Siz onun gibi anne görmemişsinizdir! Hanginiz çalışırken kızınıza yaprak ve lahana sarması sardınız. O öyle bir manyak işte!’’ Çok da ilgilendirmiyor beni insanların ne düşündüğü. Ama tabii ‘‘Bu kadar mükemmelsen, niye oldu?’’ diye sorarlar insana. Bilmiyorum bunun cevabını.

Peki siz meseleyi nasıl değerlendiriyorsunuz: Kötü arkadaşlar mı yoksa içindeki boşluk duygusu mu?

- Torbadan o insanları çekti! Kötü arkadaşlar yani. Tabii Işık Lisesi'nde okumasının etkisi var. 40 gün okula gitmese de, ‘‘Ailesi havai fişek gösterisi yapacak. Devamsızlığını silecekler’’ dediği insanlar vardı. O okulda, bu ülkenin çelişkisini çok erken öğrendi. ‘‘Niye okuyorum, niye çalışıyorum. Her şey boş aslında’’ diyordu, haksız da sayılmazdı. Bir de Selen'in korkuları yoktu. Ama korkularınız olmalı ki, kendinizi koruyabilesiniz. Başka bir jenerasyon onlar. Ben, hiç boğulma tehlikesi geçirmediğim halde denize rahat giremem. Selen öyle değildi. Her şeye balıklama atlayabilirdi. Çok cesur olması da onu bu hale getirdi. Bir de tabii Taksim'i lisede okurken keşfetti. Önce hafif uyuşturucularla başlamış, sonra kademe kademe ilerletmiş...

BİR ANNENİN KEŞKE'LERİ...

Keşke, Işık Lisesi'ne gitmeseydi. Keşke, Bilkent'te okurken ona ev tutmasaydım. Keşke, onu eroine alıştıran o sevgilisi olmasaydı. Onunla başladığı halde hiç onu sorumlu tutmuyordu. ‘‘Kim peki sorumlusu?’’ diyordum. ‘‘Hiç kimse’’ diyordu. Keşke birini suçlasaydı! Keşke, deseydi ki: ‘‘Anne senin yüzünden!’’ Oysa, ‘‘Sorumlusu ve suçlusu benim!’’ diyordu, ‘‘Kimse kimseyi zorla eroinman yapamaz. Kolunu tutup eroini dayayamaz...’’

ÖLDÜRÜRLER DİYE KORKTUM

O kadar korkunç boyutta ki uyuşturucu mayfası. Adamların telefonları bile kendi isimlerine kayıtlı. Böyle bir fütursuzluk yok. Selen'in telefon faturasında iki üç kere aranmış bir numara tespit ettim. ‘‘Bu numara kime ait?’’ diye aradım, küt diye uyuşturucu satıcısının ismini verdiler. Ben bu işi yapsam, korkarım, kendi adıma telefon almam. Bunların umrunda bile değil! Polis bilmiyor mu bu insanları? Biliyor. Şu an narkotiğin başındaki son derece düzgün biri. ‘‘Neden bizimle temasa geçmediniz?’’ dedi. ‘‘Çünkü korktum’’ dedim, ‘‘Kızıma zarar verirler. Onu öldürürler diye korktum...’’ Ama polisin, o kişileri bilmemesi zaten mümkün değil...

BANA HEDİYE EDİLMİŞ 21 YIL

Şu anda en kısa zamanda ve tek hamleyle nasıl ölebilirim diye düşünüyorum. Ama sonra da şu geliyor aklıma: ‘‘Gülüm Atılgan. Hayat boyu çırpındı durdu. Parasız yatılı okudu. Doktor oldu. Biraz rahat nefes alacaktı, öldü’’ diyecekler, ‘‘Kızı yüzünden hayatı mahvoldu!’’ Oysa gerçek bu değil. Kızım benim hayatımı mahvetmedi, o benim hayatıma çok şey kattı. Onunla geçirdiğim 21 yıl bana hediye edilmiş bir 21 yıl idi...

KİMSE KOLUNA ZORLA EROİN VERMEDİ

Selen'in babası beş vakit namaz kılar. Yani bizim evde namaz ve oruç kültürü vardır. Ama herkes kendini yaşar. Zaten ben bazen dinlerin kötü insanlar için de olduğuna inanırım. Oysa, Selen ahlaklı bir çocuktu. Bu şeyi kullanmak da bir ahlaksızlık değil. Selen'in bu anlamıyla dinin desteğine ihtiyacı yoktu. Paylaşmak ve zekat vermek mi? O zaten cebindeki bütün parayı sokak çocuklarına dağıtırdı. Nefsini köreltmek mi? Bir şey yerken, bir başkasının yememesinden rahatsız olurdu. Dahası hayatta, tuhaf bir şekilde kendisi dışında başkasını herhangi bir şey için suçlamadı. Ben onu eroine başlatan sevgilisini suçladım mesela. ‘‘Saçmalama anne’’ dedi. ‘‘Böyle konuşmak sana yakışmıyor. Kimse benim koluma zorla eroin vermedi!’’

EROİN KULLANDIĞINI ÖĞRENDİM... KULAKLARIMA KADAR YANDIM... MUTFAKTA, ANA-KIZ AĞLIYORUZ

Biz ne zannederiz: Uyuşturucu kullananların etrafla ilgisi kesilir, kendine bakmaz, banyo yapmaz, makyaj yapmaz, üstüne başına dikkat etmez. Hiç öyle değildi Selen. Sabah akşam banyo yapıyor, ortalıkta son derece bakımlı dolaşıyor, saatlerce ‘‘Saçımı şöyle mi yapsam, böyle mi?’’ diye düşünüyordu. Yani ne sosyal
yaşamdan kopmuştu ne de ortada kendiyle ilgili görünen bir kopukluk vardı.

Eroin kullandığını öğrendiğinizde ne hissettiniz?

- Kulaklarıma kadar yandım. Ağlamaya başladım. Bir akşam ‘‘İyi görünmüyorsun neyin var?’’ dedim. ‘‘Biraz alkol aldım’’ dedi. ‘‘Yok, yok bu başka bir şey’’ dedim. Söyleyiverdi. Şaşkınlığımı anlatamam size. Hani hep başkasının çocuğunun başına gelir ya. Üstelik, hekim olmama rağmen çok da bilmiyorum: Nedir bu? Nasıl bir şeydir? Ecstasy'den, kokainden farkı nedir? Mutfakta ana-kız ağlıyoruz...

Hiçbir anormallik hissetmiş miydiniz?

- Yok. Yeniden sınava girecek, okula başlayacaktı. ‘‘Ne yapmak istediğini tam olarak bilmediği için huzursuz’’ diyordum, ‘‘Boşlukta hissediyor kendini.’’ Hatta ‘‘Psikiyatriste gitmek ister misin?’’ dediğimde ‘‘Tamam’’ demişti. Meğer, ‘‘Hayatına yön vermeye çalışıyor ondan gergin’’ dediğim bütün o dönemlerde, hayatında eroin varmış. Ama ortada hiçbir bariz işaret yok. Biz ne zannederiz: Uyuşturucu kullananların etrafla ilgisi kesilir, kendine bakmaz, banyo yapmaz, makyaj yapmaz, üstüne başına dikkat etmez. Hiç öyle değildi Selen. Sabah akşam banyo yapıyor, ortalıkta son derece bakımlı dolaşıyor, saatlerce ‘‘Saçımı şöyle mi yapsam, böyle mi?’’ diye düşünüyordu. Yani ne sosyal yaşamdan kopmuştu ne de ortada kendiyle ilgili görünen bir kopukluk vardı...

Sonra...

- Ertesi gün için randevu aldığımız psikiyatriste telefon açtım: ‘‘Dün gece kızımın madde bağımlısı olduğunu öğrendim. Siz kabul etmezseniz başka bir doktora da gidebiliriz.’’ ‘‘Hayır, hayır gelin’’ dedi. Söz konusu Amatem'den biri değil, normal bir doktor. Tedavisi çok iyi gitti. 7 ay sonra doktoru ‘‘Selen'i çok fazla takip etmeyin’’ dedi, ‘‘Bu işi artık kafasından attı. Ona güvenmeniz gerekiyor.’’ Çünkü ben sürekli eline, koluna bakıyorum. Ama doktor, ‘‘Gerekirse kumar oynayacaksınız. Gitmesine izin vereceksiniz.‘‘ deyince, Selen de ‘‘Söz anne, her şeyi seninle paylaşacağım’’ diye ekleyince, çaresiz peki dedim. 11 ay geçti, her şey iyi. Tabii hekim olmam benim dezavantajım...

Nasıl yani?

- Hekim olduğum için, karşımdaki doktora normal bir anne kadar soru sormuyorum. Karşımdaki de bir doktor, nasıl olsa beni bilgilendirir diye düşünüyorum. Mesela bir insan uyuşturucuyu bırakmaya çalışırken, zincir çok kolay kırılabilirmiş. Herhangi bir şey, uyarıcı olabilirmiş. Madde kullanmak bir dürtü. ‘‘Dürttü’’ derler ya, onun gibi bir şey. Bir yıl sonra arkadaşlarıyla ders çalışmak için Taksim'e gitti. Birileri ‘‘İyi bir şey var verelim’’ diyor, bu kadar basit ve zincir kırılıyor. Eroin tekrar hayatına girdi.

Bu sefer n'aptınız?

- Amatem'e gittik. Demek ki, bir önceki tedavi işe yaramamıştı. Amacımız, farklı kurallarla daha sıkı bir takip. Ben isterdim ki, Amatem'in doktoru Metadon'dan söz etsin. Etmedi. ‘‘Hastaneye yatırabiliriz’’ dedi. ‘‘Şu anda bu işlere bulaşmış 3 kişiyi tanıyorsa, orada 5 kişiyi tanımayacak mı?’’ ‘‘Haklısınız, işin o kısmı da var’’ dedi, biz de şehir dışı olanağını değerlendirdik. 9 haftalığına Batman'a gitti. Anneannesi var orada. 8-9 kişiler, aile ortamı. Ben de gittim 10 gün kaldım.

Batman'a gitmesi ölümünden ne kadar önce...

- Üç hafta önce. Kaldığı evin adresini hiçbir arkadaşı bilmiyor. Cep telefonu yok, birilerini aramak istediği zaman arkadaşımın telefonunu kullanıyor. Arkadaşım da hemen bana hangi numaraları aradığını söylüyor ben o numaraları arıyorum, kiminle konuştuğunu öğreniyorum. Yani her şey kontrol altında zannediyoruz. Selen'in de keyfi yerinde. Cümbür cemaat Mardin'e, Midyat'a, Nemrut'a, gidiyorlar. Gerçi, sonradan erkek arkadaşı İlkay, ‘‘Batman'dayken de zincir kırıldı!’’ dedi. Böyle bir şey varsa, İlkay yollamıştır. Bir kere kitaplar gitti Batman'a. ‘‘Onun içine mi koydu?’’ diye obsesif şeyler düşünmeye başladım. Ama tabii o zamanlar böyle bir ihtimalden habersiz olduğum için rahatım.

Peki Batman'dan sonra...

- Sürekli dipdibeyiz. Neredeyse, hiç yalnız kalmadı. Bir kere köpeğini Petshop'a götürdü. ‘‘Hemen dönerim’’ dedi. Huzursuz oldum. Sonradan itiraf etti, erkek arkadaşı İlkay'ın doğum günüymüş, o arabayla gelmiş, bir tur atmışlar. Zincir o gün bir kere daha kırılmıştır. Ama enjeksiyonla değil, bir şeyler koklamıştır. Çünkü o arada, sürekli Amatem'e gidiyoruz ve idrar testi yapılıyor. Hepsi negatif çıkıyor. Gerçi, maddeyi üç gündür kullanmıyorsanız negatif çıkıyor. Sonra da ana-kız birlikte Paris'e gittik. Döndük. Daha valizimizi açmamıştık.

Peki son gece...

- Erkek arkadaşı İlkay için Paris'ten aldığı botları götüreceğini söyledi. Doğum günü hediyesiymiş. ‘‘Gitme’’ diyemedim. Gece 11'de telefonla konuştuk: ‘‘Yarın sabah kahvaltıya geliyorsun değil mi?’’ ‘‘Tamam anneciğim.’’

Kızınızın nasıl öldüğünü biliyor musunuz?

- Hayır. İlkay'la buluşmaya gitti. Yanlarında bir gazeteci arkadaşları da var. Vatan Gazetesi'nde çalışıyor, adı Ayhan. Ben de tanıyorum onu. Hatta, Batman'dan geldikten sonra ‘‘Vatan Gazetesi'ne gidiyorum’’ dedi. Ben de Ayhan'a telefon açtım: ‘‘Taksim'e filan gitmek isteyebilir. N'olur evladım beni haberdar et.’’ ‘‘Gülüm Teyze, sen hiç merak etme. Tuvalete gitse bile yanında olacağım’’ dedi. Meğer Selen'e annen aradı beni diye söylemiş, bizimki de eve gelince, ‘‘Sen benim arkadaşımı nasıl ararsın?’’ diye bozuk attı.

Öldüğü gece Ayhan da mı oradaymış?

- Evet. Ve ben sonradan ‘‘Çocuğumun ölümüne sebebiyet verdin!’’ diye telefon açtım ona. Çünkü Selen beni aradıktan sonra hep birlikte Taksim'e bir kulübe eğlenmeye gitmişler. Ayhan beni arayabilirdi, uyarabilirdi. Ayhan uyuşturucu kullanmıyor, daha hassas olması gerekirdi. Sabaha karşı eve dönüyorlar. Eroini yapıyorlar, Selen kötüleşiyor ve ölüyor.

Peki Ayhan ne diyor?

- ‘‘Çok uykum vardı ben yattım’’ diyor. Sen bu zıkkımı kullanmıyorsun ve bu kızın bırakmaya çalıştığını biliyorsun. E o zaman engel ol! Al elinden ve at!

Peki İlkay'la görüşmesini engellemeyi niye düşünmediniz?

- Selen'in bütün arkadaşları bana ‘‘İlkay onun kötülüğünü istemez. N'olur inanın’’ diyordu. İnsan inanmak istiyor. Zaten kızım elinden geleni yapıyordu. Bir de sevgilisine doğum günü hediyesini vereceği gün ‘‘Hayır görüşme onunla’’ mı deseydim? Diyemedim...
Yazarın Tüm Yazıları