Türkiye yürüyor

Bugünlerde bir yabancı bana ‘Sizin memleket ne alemde?’ diye sorsa, vereceğim cevap şudur:
‘Türkiye yürüyor.’

Tabii o bundan muhtelif manalar çıkaracaktır.

Karanlığa yürüyor...

Aydınlığa yürüyor...

Belirsizliğe yürüyor...

Atatürk’ün izinden yürüyor...

AB’ye yürüyor...

E, bunlar da yanlış sayılmaz tabii... Zaten biz de her birimiz bu dediklerimden birine doğru yürüdüğümüzü düşünüyoruz. Fakat memleket üçe beşe bölünüp de her parçası ayrı bir tarafa yürümeyeceğine göre hepimiz yanılıyoruz demektir. Zaten büyük ihtimalle bir yere gittiğimiz yok, koşu bandında yürüyüp duruyoruz.

Her neyse...

Benim demek istediğim hiçbiri değil zaten. Yani ‘yürüme’nin mecazi bir anlamı yok. Bildiğimiz ‘yürüme’ benim dediğim. Hani önce bir bacak sonra öteki bacak öne atılarak ilerleme durumu. ‘Türkiye’ dediğimse ‘Her Türk vatandaşı’. Yatalaklarla kundaktaki bebekler hariç.

Evet, son günlerin modası, ‘yürüyüş yapmak’.

Sabah ve akşam saatlerinde İstanbul’da araç trafiği neyse sahillerdeki insan seli de o. Çoğunun da hızı arabalardan aşağı kalmadığından bir omuz darbesiyle kendinizi yerde bulmanız işten değil.

Fakat memnuniyet verici tabii. Düne kadar lök gibi oturma eğiliminde olan bir toplum için bu vızır vızır gidip gelme durumu...

Ben bu hareket halindeki yurdum insanını kendimce gruplandırdım.

Aslında gözü yatakta olan fakat doktor dayatmasıyla yola dökülmüş bulunan yaşlılar...

Vazife icabı yürüdükleri her hallerinden bellidir. Her seferinde yürüyüşü hedeflenen mesafeden önce bitirmek için bir bahane bulurlar. Tıkalı damarlarını kandırmaktan mutlu, evlerine dönerler.

Sağdan soldan yürüyüşün faydalı olduğunu duymuş ancak idrakına varamamış olanlar...

Yürürler ama öylesine. Arada durup manzaraya bakarlar. Bazen önünden geçtikleri bahçelerden gül koparırlar. En sonunda bir banka otururlar. Dondurma yalayarak yürüyenleri de vardır. Genellikle ayakkabıları topukludur. Eşofman giymezler.

Kendini atlet sananlar...

Gören ertesi gün dünya şampiyonası koşacaklar zanneder. Üst baş tam tekmil sporcu, kan-ter deseniz fazlası... Önlerinde kendinizi yere atsanız üstünüze basıp yollarına devam ederler. Öyle bir ‘Spordan aşağı Kasımpaşa’ durumu.

İnsanda ‘Acaba yürümesek mi?’ tereddüdünü oluşturanlar...

Kıdemli yürüyücülerdir. Ancak bir yandan da balık etinden obeze doğru yürümektedirler. Hani insanın neredeyse yürüyüşün şişmanlattığını düşünesi gelir. Büyük ihtimalle yürüyüş parkuru üzerindeki kafe ve restoranlarda mola vermektedirler.

Ne idüğü belirsizler...

Ruh durumlarına ve günün şartlarına göre saf değiştirirler. Bir gün Süreyya Ayhan gibiyken ertesi gün bir kafede, yürüyenlere aval aval bakarken görebilirsiniz kendilerini. Ki, merak eden varsa bendeniz bu gruba dahilimdir.

MIŞ-MUŞ

Konaklama vergisi geliyormuş. Geriye bir tek ‘hayatta olma’ vergisi kalıyor.

Kişinin kendi kararlarını kendi vermesi ömrü uzatıyormuş. Bizim toplumun yapısında cesedimizin yakışıklı olması kaçınılmaz.

Selüliti gideren pantolon geliyormuş. Şu kanser konusunu da kozmetikçilerle tekstilcilere mi havale etsek acaba diyorum.

İnsan ne yerse oymuş. Yalan, ben çoktan ‘Kepekli Pakize’ olmuştum şimdiye kadar.

Seks yapan üniversiteli daha başarılı oluyormuş. Doğrudur; seks, olması gereken yerlere gidince akıl boşalıyor haliyle.

Emniyet Müdürü’nün evini soyup arabasını çalmışlar. Petek Dinçöz’ün kulakları çınlasın! ‘Şaka gibi, şaka gibi...’

G-8 liderlerini karşılama töreninde Erdoğan’a ve Irak, Afganistan, Cezayir, Ürdün ve Yemen liderlerine kırmızı halı serilmemiş.

Bundan beteri yeşil halı serilmesi olurdu.
Yazarın Tüm Yazıları