Paylaş
Google, iş liderlerinin sürdürülebilirlik konusundaki zorluklarını ve fırsatlarını araştıran yeni bir anketin sonuçlarını paylaştı…
Google’ın anketinden çıkan sonuçlar da yukarıdaki tespitlerimi doğrular nitelike… Anket sonuçlarına göre, yöneticilerin %63'ü sürdürülebilirliğin kuruluşlarında bir odak ve büyüme alanı olarak görüldüğüne inandıklarını söylerken; %74'ü sürdürülebilirliğin iş dünyasında güçlü dönüşümleri sağlayabileceğini belirtiyor. Bununla birlikte, şirketlerin sürdürülebilirlik konusunda ne kadar başarılı oldukları ve bunu ne kadar doğru ölçebildikleri konusunda artan bir endişe var… Yöneticilerin %80'i, kendi kuruluşlarına çevresel sürdürülebilirlik çabaları için ortalamanın üzerinde bir puan verirken; %86’sı çabalarının sürdürülebilirliği geliştirmede bir fark yarattığına inanıyor…
Ancak, ankete katılanların yalnızca %36'sı kuruluşlarının sürdürülebilirlik çabalarını ölçmek için doğru araçlara sahip olduğunu belirtiyor. Yöneticilerin yarısından fazlası (%58’i), kendi kurumları dışındaki çoğu kurumun sürdürülebilirlik odağında yanlış bir izlenim verdiğini veya şirketlerinin ürünlerinin veya uygulamalarının gerçekte olduğundan daha çevre dostu olduğunu söyleyen yanıltıcı bilgiler içerdiğini söylüyor. Genel olarak, %66'sı kuruluşların sürdürülebilirlik çalışmalarının ne kadar gerçek olduğunu sorguladığını belirtiyor…
İş dünyasına çok yüklendik; ancak sürdürülebilirlik temelinde organizasyon kültürünün bir parçası haline gelmeli. Tüm çalışanların da bu bilince sahip olması ve gerekli şekilde eğitilmesi gerekiyor. İyi şeyler de oluyor; bilinçli bireyler yetiştirmek adına temel eğitim müfredatlarında iklim eğitimine yer verilmesi oldukça önemli bir adım.
Peki, bu kadar eleştiri yanında sen ne yapıyorsun diyenleri duyar gibiyim…
Ben şahsen, evimin önündeki ağaç kuruduğunda, sokağımdaki bitkiler yok olduğunda ya da doğal afetler insanlara, canlılara zarar verdiğinde büyük rahatsızlık duyuyorum. Begonvillerin eskisi kadar ve zamanında çiçek açmaması, denizlerin kirlenmesi, dolu yağışının bir savaşa hazırlık gibi önlemler gerektirmesi, ormanlarımızın göz göre göre yanması benim gerçekten çok canımı sıkıyor… Ancak, sadece psikolojimi bozup da kendime zarar vereceğime, iklim krizine karşı nasıl mücadele edebileceğimizi sürekli araştırıyorum, bu araştırmalarımı düzenli olarak paylaşmaya gayret gösteriyorum. Teknolojiyi bu krizle mücadelede öne çıkarmaya çalışarak; iklim krizine yönelik çözüm geliştiren gençlerin projelerini desteklemeye, bunları doğru yapılarda hayata geçirmeye ve sosyal inovasyonları artırmaya çabalıyorum. Çevremde samimi bir şekilde bu çalışmaları destekleyenler ile bir ekosistem oluşturmaya gayret gösteriyorum. Bu doğrultuda, bugüne kadar ülkemizde gerçekleşecek (Ocak ayında) en geniş kapsamlı sürdürülebilirlik zirvesinin içeriğine ve organizasyonuna çok değerli sektör profesyonelleri ile birlikte destek olmaktayım. Bu etkinlik özelinde detayları yakında Sizlerle ayrıca paylaşacağım.
Bunları neden paylaşıyorum, çünkü insan her şeye alışıyor diyoruz, ancak iklim krizine alışmamamız gerekiyor. Bu konuda hepimizin rahatsız olup, bir şeyler yapması; tüm toplumun farkındalık kazanması ve tüm seçimlerimizde sürdürülebilirliği bir refleks haline getirerek bilinçli kararlar almamız gerekiyor.
İklim krizi ile mücadelede hepimize görevler düşüyor… Eğer dünyamızı, bu problemden kurtaracaksak, bu birlik olmayı, ortak vizyon ve hedefte ilerlemeyi gerektiriyor. Bu süreç bir varoluş mücadelesi ve gelecek nesillere gerçekten bir dünya bırakıp bırakamama sorunu; reklam yapılacak, üzerinden gelir oluşturmak için kurgulanacak bir alan değil…
Birleşmiş Milletler’den yeni rapor: United in Science (Bilimde Birleşme)
Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan bir rapora göre (ki ne yazık ki gerçekleştirdiğim araştırmalarda bu raporun sonuçlarının paylaşımına pek rastlayamadım), “Dünya yanlış yöne doğru ilerliyor"… “United In Science” (Bilimde Birleşme: İklim değişikliği, etkileri ve müdahaleleri ile ilgili bilimin, farklı organizasyonların desteği ile üst düzey bir derlemesi) başlıklı raporda, sera gazı emisyonlarını azaltmak için çok daha iddialı eylemler gerektiği; aksi takdirde iklim değişikliğinin fiziksel ve sosyoekonomik etkilerinin giderek daha yıkıcı olacağı uyarısı yapılıyor ve “hayaller ve gerçeklik arasındaki büyük uçurumun” altı çiziliyor (şu an bile pek çok korku filmini aratmayacak felaket ile yüzleşmek durumunda kalırken; daha kötü, daha yıkıcı vurgusu, konunun vahametini göstermek adına önemli). Ayrıca, iklimle ilgili afetlerin mevcut yoksulluğu ve eşitsizliği artırdığı da belirtiliyor.
Rapora yönelik olarak, BM Genel Sekreteri António Guterres’in şu açıklamaları önemli: "Sel, kuraklık, sıcak hava dalgaları, aşırı fırtınalar ve orman yangınları kötüden daha kötüye gidiyor, endişe verici sıklıkta rekorlar kırıyor: Avrupa'da sıcak hava dalgaları, Pakistan'da büyük sel, Çin, Afrika Boynuzu ve Amerika Birleşik Devletleri'nde uzun süreli ve şiddetli kuraklıklar...”
Daha kötü ne olabileceğini anlayabilmek için, önce şu anki durumu gözler önüne sermekte yarar var…
Hava ile ilgili doğal afetler son 50 yılda beş kat arttı ve günde ortalama 115 kişinin ölümüne neden oluyor. Sera gazı konsantrasyonları rekor seviyelere yükselmeye devam ediyor. Fosil yakıt emisyon oranları, karantina sürecinde geçici bir düşüş yaşasa da bugün pandemi öncesi seviyelerin üzerinde… Son yedi yıl, Dünya'nın kayıtlara geçen en sıcak dönemiydi. Önümüzdeki beş yıl içerisindeki bir yılda, yeni bir rekor sıcaklık görme olasılığımız %93 seviyelerinde. İklim aktivisti gençlerin mesajlarını doğru anlamak, pankartlarındaki yazıları dikkatli okumak gerekiyor. Ne diyor bu gençler: “Bu yaz çok sıcaktı; ancak bundan sonraki yaşantımızın en serin yazı olabilir…”
Bu önemli raporda, küresel ısınma arttıkça iklim sistemindeki “eşik noktalarına” yaklaşacağımız uyarısı da yapılıyor. Bu eşik noktaları arasında Grönland ve Antarktika'daki buz tabakalarının erimesi ve Amazon yağmur ormanlarının kuruması da yer alıyor.
Saygın bir bilim dergisi olan PNAS’da uluslararası araştırmacılar tarafından yayınlanan bir çalışma, iklim değişikliği kaynaklı felaketlerin yeterince araştırılmadığını ve insanlığın yok oluşuna dair senaryoların incelenmediğini belirterek; hükümetleri iklim krizine karşı “en kötü senaryoya” hazır olunmasına yönelik uyarmıştı. Bu senaryo, insan neslinin tükenmesi, kitlesel göç ve toplumsal çöküş gibi felaketleri içeriyor…(bu araştırmayı öğrenmemi sağlayan “Youth for Climate”a teşekkürler…)
İklim değişikliği tartışmasız Dünyamızın en büyük sorunu ve ne yazık ki kolay ve tek tip bir çözümü yok… Ancak, bu alanda çözüm üreten start-up’lar sürecin en önemli aktörleri olacak...
İklim değişikliği ile mücadelenin interdisipliner bir bakış açısı gerektirdiğini ve bu alanda çözüm üreten start-up’lardan ya da şirketlerden geleceğin inovasyonlarının ve unicorn’larının ortaya çıkacağını daha önceki paylaşımlarımda dile getirmiştim. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından yapılan analiz de benzer şekilde şu sonuca varıyor: “2050 yılına kadar net sıfıra ulaşmak, mevcut teknolojilerin hızlı bir şekilde konumlandırılmasının yanı sıra henüz piyasada olmayan teknolojilerin yaygın olarak kullanılmasını gerektiriyor.”
Bu nedenle de iklim krizi ile mücadelede girişimcilik ekosistemi ve start-up’lara çok önemli roller düşüyor ve bu mücadelenin merkezinde yer almaları gerekiyor. Dünya Bankası raporuna göre 2023 sonuna kadar iklim ve temiz teknoloji sektörlerine yapılacak toplam yatırımın 6,4 trilyon dolara ulaşması bekleniyor.
Peki gelelim, her iklim krizine yönelik yazımda olduğu gibi, sürdürülebilirlik odaklı çözümler geliştiren start-up’ları incelemeye…
Kaliforniya merkezli bir start-up olan Twelve’in,devrim niteliğindeki karbon dönüşüm teknolojisi tıpkı bir bitkinin fotosentez süreci gibi işliyor. Yani, doğadaki bir bitki gibi, girdi olarak sadece su ve yenilenebilir enerjiyi alıp, çıktı olarak da sadece su ve oksijen üreterek, CO2'yi faydalı ürünlere dönüştürüyor. Küresel emisyonları ortadan kaldırma ve fosilsiz bir gelecek inşa etme misyonuyla iklim çağında bir kimya şirketi olmanın ne demek olduğunu yeniden keşfettiklerini belirten Twelve, karbondioksiti güneş gözlüğü ve araba parçalarından; jet yakıtlarına ve deterjana kadar bir dizi günlük ürüne dönüştürmeyi başarmış durumda.
Ubiquitous Energy, özel kaplamalı cam paneller kullanarak güneş ışığını enerjiye dönüştüren bir pencere çözümü sunuyor, yani kısaca cam pencereleri güneş panellerine dönüştürüyor. Güneş panelleri normal cam pencerelere benziyor, ancak güneşten elektrik üreten güneş panelleri gibi hareket ediyor ve bu sayede ışığın geçirgenliğini engellemeden enerji elde etmek mümkün hale geliyor. Kaliforniya merkezli start-up, çözümü ile gökdelenleri “dikey güneş çiftliklerine” dönüştürmeyi planlıyor. Hollanda merkezli, Physee adlı bir şirket de benzer bir çözüm sunarak, Avrupa'daki ofis binalarına şimdiden 15.000 adet “SmartWindows” (Akıllı pencere) kurmuş durumda. Bu pencereler hem enerji üreten güneş panellerini hem de binanın enerji kullanımını ve konforunu yönetmeye yardımcı olan sensör teknolojisini içeriyor. Physee, pencerelerin bina enerji maliyetlerini %30'a kadar azaltacağını belirtiyor.
WiTricity, uzun süredir, elektrikli araçları kablosuz olarak şarj etmek için kablosuz güç aktarımı sağlayan bir çözüm üzerinde çalışıyor ve bu alanda pek çok patenti bulunuyor. Firmanın kablosuz şarj çözümü, marka ve modeli ne olursa olsun her tür elektrikli araca uyumlu olarak çalışabiliyor.
Belçikalı bir start-up olan Shayp, su verimliliği ve izleme konusunda lider bir firma olmayı hedefliyor. Şirket, binalardaki sızıntılar veya sistem farklılıkları nedeniyle suyun gereksiz yere israfını engellemek için makine öğrenimi ve gerçek zamanlı veriden yararlanıyor. Sharp’ün tüm ölçüm cihazları yaklaşık 10 yıllık bir ömre sahip ve sonrasında yenilenebilir veya %100 geri dönüştürülebilir.
Solenica, evinizi veya ofisinizi tamamen doğal güneş ışığıyla aydınlatan akıllı doğal aydınlatma robotu Caia'nın üreticisi. Caia, herhangi bir alana güneş ışığı getirmeye odaklanıyor. Caia’yı güneşli bir yere koyarak şarj ediyorsunuz; sonra da sistem, algoritması sayesinde ışığın yoğunluğunu ölçerek ve güneş ışığını seçilen hedefe yansıtmak için aynasını otomatik olarak ayarlayarak, istediğiniz yere gün ışığını getirmenize olanak sağlıyor.
Galler merkezli Space Forge, temiz sanayi devrimine öncülük etmek istiyor ve insanlığın yararına olacak şekilde, bazı ürünleri uzayda üretmeyi hedefliyor. Start-up’a göre uzay fabrikaları insanlığın sera gazı emisyonlarını azaltmasına ve iklim değişikliğini engellemesine yardımcı olabilecek. Spage Forge hedeflerini, gerçek anlamda dünyanın ilk karbon negatif uzay şirketi olmak ve yarattıkları her kilogram karbondioksit için, 15 tonun atmosfere girmesini engellemek olarak belirtiyor.
Vaayu, perakende mağazalarındaki karbon emisyonlarını otomatik olarak izlemek için yazılım geliştiren bir Alman girişimi. Bir uygulama programlama arayüzü (API) kullanarak mağazanın satış noktası (POS) sistemlerine entegre oluyor. Platform, satışları analiz ediyor ve her bir ürünün satışından kaynaklanan emisyonları hesaplamak için makine öğrenimini kullanıyor. Sunulan çözüm, perakendecilerin mağazalarında satılan ürünlerden kaynaklanan toplam karbon ayak izini anlamalarını sağlıyor. Ek olarak, perakendecilerin emisyonları dengelemek için uygun karbon giderme projeleri öneriyor.
Avustralyalı startup Future Neutral ise, perakende müşterilerinin mağazadan alışveriş yaptıklarında karbon emisyonlarını dengelemelerini sağlıyor. Girişimin platformu, mağazanın kullandığı ödeme sistemleriyle entegre hizmetler sunuyor. Müşterilere her satın alma yaptıklarında karbon denkleştirme ödemesi yapma seçeneği sunuyor. Bu yolla elde edilen finansman daha sonra rüzgar çiftlikleri veya ormansızlaşmayla mücadele gibi yenilenebilir enerji odaklı projelere bağışlanıyor. Bu sayede firma, alışveriş yapanların bilinçli kararlar vermesini ve perakende kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerini azaltmayı sağlıyor.
İngiltere merkezli Notpla, sürdürülebilir bir paketleme start-up’ı. Doğal yollarla, haftalar içinde biyolojik olarak parçalanan, deniz yosunu ve bitkilerden yapılmış bir malzeme sunuyor.
Yine İngiltere merkezli bir start-up olan Ananas Anam, ananas bitkilerinin atıklarından moda, ayakkabı, döşeme ve otomobil üreticileri tarafından kullanılan vegan tekstil ürünü geliştiriyor.
Ülkemizde de sürdürülebilirlik odağında çözüm geliştiren start-up’ları desteklemek, özellikle üniversitelerde ve sanayide bu alanda projeler geliştirecek insiyatifler sağlamak ve bilinçlendirme, farkındalık oluşturacak çalışmaları kurgulamak çok daha önemli hale geliyor. Bu doğrultuda sürdürülebilir yerli milli teknolojilere ve start-up’lara yer vermeyi sürdüreceğim…
Paylaş