Tatlısu koalisyonu

Ayşe Özek KARASU
Haberin Devamı

Koalisyonun rengi büyük ihtimalle kızıl-yeşil olacak. Alman seçimlerinden çıkan parlamento aritmetiği bu iki rengin birlikteliğini dayatıyor. Ve eğer SPD-Yeşiller koalisyonu kurulabilirse, Almanya'da ilk kez 1968'in devrimci öğrencileri topluca iktidara gelmiş olacaklar.

ANCAK 68 kuşağının iktidara gelmesi, 68 ruhunun da iktidara taşınması anlamına gelmeyecek. Müstakbel hükümet ortaklarının son bir yıl içinde yazdığı kitaplar, kampanya döneminde attığı nutuklar ve seçim sonrasında verdiği mesajlar Almanya'yı gelecek yüzyıla taşıyacak ekibin 68'in değil, aynı Tony Blair gibi Üçüncü Yol'un yolcusu olduğunu gösteriyor.

Önce kızılları; daha doğrusu 30 yıl önce kızıl olup da, kızılımsıya dönüşen Sosyal Demokratları ele alalım. Seçimden birinci parti olarak çıkan SPD'nin Başbakan adayı Gerhard Schröder, bir zamanlar parti gençlik kollarının en kavgacı liderlerinden biriydi ve nükleer güç karşıtı her gösteride elindeki megafonla boy gösterip, zehir zemberek sloganlar atıyordu. Sonra birdenbire 54 yaşına geldi, Aşağı Saksonya Başbakanı oldu ve nükleer enerji karşıtı gösterilerin önünü kesebilmek için ülke tarihinde görülmemiş miktarda polisi gençlerin karşısına salıverdi. Toplu sözleşme görüşmelerini yarıda kesip ücretleri düşük tuttuğu için de ‘‘Patron yoldaşı’’ ünvanını kazandı.

SPD Başkanı Oskar Lafontaine de o öfkeli gençlerdendi. Ülke topraklarına Amerikan Cruise füzelerinin yerleştirilmemesi için sokaklarda sol yumruk sallıyor; hatta 1982 yılında Almanya'nın NATO'dan çıkması için esip savuruyor, Sosyal Demokrat Başbakan Helmut Schmidt'i çileden çıkarıyordu.

Şimdi ise muhtemel Maliye Bakanı gözüyle bakılan Bay Lafontaine, ‘‘Globalleşmeden Korkmayın’’ adlı eserini yayınladı. Kızıl-yeşil koalisyonun manifestosu olarak değerlendirilen bu kitap, sosyal demokrasiyle yeşil politikaları, rekabetçi ekonomiyle sosyal adaleti uzlaştırmaya çalışıyor.

1990 yılında bir kadın tarafından bıçaklanıp yaralanan Lafontaine, böyle bir saldırının insanı değiştirdiğini savunuyor.

Kabinede İçişleri Bakanı olarak görev alması beklenen Otto Schily'nin durumu ise daha beter. Kendisi bir zamanlar Kızıl Ordu'nun bir numaralı avukatıydı. (Başbakan adayı Schröder'in de bir zamanlar bir teröristin avukatlığını üstlendiği biliniyor.)

Dışişleri bakanı olması beklenen, Yeşiller'in fiili lideri Joschka Fischer'in devrimci geçmişi ise büyük ortaklardan daha ateşli. Devrimci Mücadele adlı militan grubun eski üyesi olan Fischer Opel fabrikasına sızıp gizli devrimci hücreler organize etmeye çalışırken deşifre olmuş ve işten atılmış. Çok sıkı molotof kokteyli atan Fischer, ABD karşıtı gösterilerde polis kordonunu yarmakta gösterdiği beceriyle ünlendiği gibi, yarım gün çalıştığı taksiyi, geçenlerde Fransa'da tutuklanan terörist Hans-Joachim Klein'a bir eylemde kullanması için ödünç vermiş.

Şimdi ise Fischer'in kaolisyon için verdiği mesaj ise şöyle: ‘‘Asi politikalarla devlet idaresi olmaz...’’ Schröder de Fischer için, ‘‘O bir zamanlar profesyonel devrimciydi, şimdi ise rasyonel bir politikacı oldu’’ diyor.

YEŞİLİMSİLER

Sosyal Demokratların geçirdiği bu evrim, hareketi modernleştirecek doğal bir süreç gibi görünebilir. Ancak Yeşiller için aynı şeyi söylemek güç. Çünkü Yeşillerin koalisyona ortak olabilmesi için, ideolojiyi iyice aşındırmaları gerekiyor. Üstelik Sosyal Demokratlar gibi homojen bir değişim içinde değiller. Parti içi dengeler inanılmaz derecede karışık.

Parti başlıca iki eğilime ayrılıyor: ‘‘Realos’’ (gerçekçiler) ve ‘‘Fundis’’ (radikaller). Ancak bölünme bu kadarla bitmiyor. Bu iki grup sayısız kanatlara ayrılıyor. Partinin 50 bin üyesi arasında radikal pasifistler, eko-kurtuluşçular, iktidara gelme taraftarı solcular, iktidarı reddeden solcular, insan hakları savunucuları, kara-yeşiller, vejateryenler, feministler ve antifaşistler bulunuyor. Ve bunların tamamı, kendi yolunun doğru olduğuna inanıyor.

Bütün bu karışıklık içinde kendine göre bir denge kurmaya çalışan parti, herşeyi ikiye bölüyor. Realo ve fundiler, kadın ve erkekler görevleri yarı yarıya bölüşüyor. Örneğin SPD ile koalisyon pazarlığına oturan ekipte iki kadın, iki erkek yer alıyor. Bunların ikisi Realo, ikisi Fundi. İki Realo'dan biri kadın, biri erkek. İki Fundi'nin de biri kadın, diğeri erkek.

Bilindiği üzere partinin lideri yok; sözcüleri var. Başsözcü ise Jürgen Trittin. Ancak partinin en tanınmış, en sevilen üyesi Joschka Fischer ve o bir ‘‘Realo’’.

‘‘Yeni Bir Toplumsal Sözleşme İçin’’ adlı son kitabını yayınlayan Fischer çok acı konuşuyor: ‘‘Yeşil hareket ya pragmatik politikalar uygulayıp globalleşmeyi kabullenir, ya da gerçeklerden uzak bir folklor ekibi olarak ömrünü tamamlar.’’

Amerikanlaşmaya karşı gerçekçi çözümler öneren Fischer şöyle akıl yürütüyor:

‘‘Globalleşme bir devrimse eğer, sosyal adaleti savunan devrimcilere ihtiyaç var demektir. Peki devrimcilik alanında, 68'lilerden daha deneyimlisi var mı?’’

Yazarın Tüm Yazıları