Sosyolog gözüyle bazı köşe yazarları

Herhangi bir sosyolog değil herhalde!

O bir Emre Kongar.

O bir duayen.

O konuşmaya bir başladı mı, size susmaktan ve dinlemekten başka çare kalmıyor. Ama kulağınızı dört açmalısınız.

Çünkü önemli şeyler anlatıyor.

Çünkü söyledikleri sıradan şeyler değil, mühim tespitler.

Mesleki deformasyonun zirvesinde bir adam. Her şeyi bir sosyolog gibi değerlendiriyor.

Karşısındaki röportajcı dahil!

*

Hayret o beni seviyor!

Özgürlüğün ve şefaflığın markası olduğumu iddia ediyor.

Ben direniyorum.

Onun işi araştırmak, değerlendirmek, sistematize etmek, yazmak ve anlatmak, anlatmak, anlatmak...

Benim için bir taraftan müthiş bir şey, karşımda Türkiye'nin sosyolojik resmini çiziyor ama bir taraftan da müthiş bir işkence.

49 binlik konuşuyor.

O ne demek derseniz, benim röportajlarımın sınıflandırılması böyle.

Mesela, Süleyman Demirel 27 bin konuşmuştu.

Orhan Pamuk da fena değildir.

24 bin filan konuşur.

Emre Kongar ise liderliği kimseye bırakmıyor!

10 yıl boyunca ilk kez 49 binlik konuşan biri.

Aslında bu, 5 röportaj demek, çünkü bir röportaja 10 bin vuruş iyi gidiyor.

Yılbaşımın nasıl geçtiğini sormazsınız artık herhalde!

Önümüzdeki yıl, sevgilimin de benimle kaset çözeceğini tahmin ediyorum.

Fotoğraf sorunu olduğunda yardım etmeyi kabullendiğine göre, aşk bu, kaseti de birlikte çözeriz herhalde...

*

Ruhuna ve kişiliğine uygun bir evde yaşıyor diyemeyeceğim, çalışıyor. Çünkü yaşadığı mekana gitmedim. Bu röportajı becerikli karısının ona hazırladığı çalışma evinde gerçekleştirdim.

İlk izlenim şu: Sosyolog dediğin çok parçalanmış bir ruha sahiptir!

Salonun ortasındaki yuvarlak masanın üzerindeki şeyleri görseniz, alıp eve götürmek istersiniz. O kadar güzeller. Ve sadece kırtasiye orası. Renk renk, cins cins, çeşit çeşit, ucu sivriltilmiş kurşun kalem. Dünyanın her tarafından toplanmış. Ve tükenmez kalemler. Ve dolma kalemler ve diğer kırtasiyeler...

Oyuncakçı dükkanına gelmiş gibi oluyorsunuz.

*

Sonra, baston koleksiyonunu, kibrit koleksiyonunu, tahta bilmeceler koleksiyonunu görüyorum.

Onun dünyasında her şeyin bir hikayesi var ve o her şeyi ayrıntılarıyla anlatıyor.

Yerimiz, günümüz ve gücümüz yettiği kadar aktarmaya çalışacağım. Bir kusurumuz olursa affalo...

PEKİ YA BEN, YA BEN?!

Bir de rica etsem beni değerlendirebilir misiniz?

-2002 Marka Konferansı'nda verdiğim bir tebliğde, Türkiye'de marka olmuş ürünleri, daha doğrusu ürün haline gelmiş markaları, politikacıları ve basın mensuplarını değerlendirmiştim. Orada Ayşe Arman'ı özgürlüğün ve şeffaflığın markası olarak nitelemiştim. Hálá böyle düşünüyorum. Başarısı da bundan geliyor. Tabii özgürlük ve şeffaflık, fazla pop kültür deyimleri. Her başarının arkasında çok ciddi bir ihtiras ve o ihtirasa uygun çok disiplinli bir çalışma yatar. Benim için asıl Ayşe Arman, yaptığı işe aşık ve o aşkını çok büyük bir disiplinle sürdürebilen bir yazar...

HER KÖŞE YAZARI BİR KAMUOYU LİDERİDİR

Hani hep söylenir: ‘‘Çok fazla köşe yazarı var bu ülkede. Her gün memleketi kurtarıyorlar. Ama aslında hiçbir işe yaramıyorlar...’’ Bence bu tespit doğru değil. Türkiye'de gazetelerin hálá okunmasının nedeni köşe yazarları. Haber verme işlevini zaten televizyonlar yerine getiriyor. Peki insanlar neden hálá gazete okuyor? Çünkü takip ettikleri köşe yazarlarında kendilerini buluyorlar. Her köşe yazarı bir kamuoyu lideridir. Pek çok insan köşe yazarlarını okuyarak, kendilerini onlarla özdeşleştirerek varlığını ve kimliğini sürdürüyor. Dolayısıyla, Türkiye'de ne kadar değişik grup varsa -en çoğunlukta olan gruplardan en azınlıkta olan gruplara kadar- hepsinin sesinin basında olması lazım...

ERTUĞRUL ÖZKÖK

Benim öz kardeşim kadar bana yakın bir akademisyendir. Dolayısıyla, ona karşı tutumum insanların öz kardeşlerine olan tutumları gibidir. Kardeşiniz, eroin bağımlısı olabilir, katil olabilir ama yine de sizin kardeşinizdir, değil mi? Türk basınının en yetenekli ve en iyi yetiştirilmiş yöneticilerinden biridir. Kendi çalışma arkadaşlarını onurlandırmakta ve ön plana çıkarmakta üzerine yoktur. Hürriyet, varlığını bütün Türkiye'deki düşünce akımlarının temsil edildiği gerçek bir düşünce gazetesi olarak hálá sürdürebilmektedir. Ama tabii kaçınılmaz olarak Ertuğrul Özkök kendi bulunduğu sermaye grubunun da yöneticisidir...

GÜNERİ CIVAOĞLU

Valla, artık bilge haline gelmiş bir kişilik. O bir bilgedir ne yazsa yeridir!

FATİH ALTAYLI

En son yaptığından başlayayım: Çok özel bir arkadaşlık grubunun bir yemek daveti konusunda, o özel arkadaşlık grubu içerisindeki bir arkadaşının o yemekle ilgili bir yorumunu, yani Hıncal Uluç'un Akmerkez'de korktuğu için yemek yemek istemediğini sütununa taşıyacak kadar sevgiye, dostluğa, arkadaşlığa inanmayan birisi olarak görüyorum kendisini. Ve Türk basınında böyle bir insanın yöneticilik yapmasından dolayı fevkalade korku ve endişe duyuyorum.

HASAN PULUR

O bir duayendir. Son zamanlarda Yahya Kemal konusunda bana büyük haksızlık yaptı ama olsun. Bana haksızlık yapmış olması Hasan Pulur'un değerini azaltmaz.

EMİN ÇÖLAŞAN

Demokrasiye ve dürüstlüğe sonuna kadar bağlı, hiçbir şeyden korkmayan, çok iyi yetişmiş -ODTÜ mezunudur- değerli bir gazetecidir. Ankara kentinde olup biten bütün kötülükleri ve çirkinlikleri yılmadan usanmadan yazar, üstelik de belgeli yazar.

BEKİR COŞKUN

Hoş üsluplu bir yazar. Ne yazarsa yazsın, okutuyor. İnce mizahi esprisi çok güçlü. Ve tabii demokrasiye ve temel hak ve özgürlüklere çok bağlı. Üstelik hayvansever. Daha ne olsun? Benim de bir köpeğim var.

TAHA AKYOL

Militan bir milliyetçilikten, muhafazakar bir milliyetçiliğe evrimleşmiş. Bundan dolayı da saygı duyulması gereken bir yazar. Ama maalesef, fikir yürüttüğü konularda yeterince birikimi olmadığı için hem bilimsel anlamda hem siyasal anlamda çok sık yanlışlar yapıyor. Üstelik bazı temel metinleri -Huntington'ın kitabında söyledikleri gibi- ya anlamıyor ya da bilerek okura yanlış aktarıyor. Bu da çok kötü bir şey.

HINCAL ULUÇ

Türk basınının en renkli, en dürüst, en etkili ve en birikimli insanlarından biri. Yaşamı dolu dolu yaşadığı için, onu da olduğu gibi sütununa yansıtıyor. Tabii okunabilir olmak için bazen düşündüğünden ve duyduğundan daha sivri ifadeler kullanıyor. Ama Hıncal Uluç'u fevkalade önemsiyorum ben. Çünkü erozyona uğrayan, yozlaşan değerlerin düzgün ve doğru olanlarının savunucusu. Dürüstlükten, vefadan, bilimsellikten ve kültürden yana. Ha bir çok şeyi eleştiriyor. Eleştirecek tabii. Ama baktığınız zaman, Hıncal Uluç ‘‘En yüce değer paradır’’ demeyen, ‘‘Vefadır dostluktur!’’ diyen bir adam. Bugün Türkiye'de savunulması gereken değerlerin simgesi halinde. Kendisiyle iftihar edilmesi gerekir.

GÜLAY GÖKTÜRK

Konuşmaya değer görmüyorum.

MEHMET ALİ BİRAND

Çok fazla iddialı. Bir gazetecinin olmaması gerektiği kadar siyasal konulara angaje bir arkadaş. Ama deneyimli ve başarılı bir gazeteci. Ama tabii bunları, inandığı fikirlerin daha etkili olması doğrultusunda kullanınca gazetecilikten çıkıyor, politikacılığa kayıyor.

İLHAN SELÇUK

O bir ekol. Beni şaşırtacak derece sabırlı ve müsamahalı. Ama ekol olması buradan kaynaklanmıyor. Anadolu bağımsızlık hareketiyle sosyalizm arasındaki ilişkileri kuran ve Türkiye Cumhuriyeti'nin dünya tarihindeki büyük yerini hálá doğru talil eden bir yazar.

FEHMİ KORU

Birikimli ama takma isimle yazı yazması, bazı sorunları olduğunu gösteriyor.

MEHMET BARLAS

Valla, çok zeki, çok sempatik. Ama zekası ve sempatisi içerisinde, kime ne zaman kılıcını saplayacağı kestirilemeyen bir yazar.

SAMİ KOHEN

O bir mücevver. Dış politika konularında yazar olarak Türkiye'nin yüz akı.
Yazarın Tüm Yazıları