Silivri ilk başka örnek yok

ÇÖP sepetinde imzasız bir mektup. Casusluk ihbarı yapan bir mektup. Mektubu bulan kadın bunu derhal gizli servise gönderiyor.

Haberin Devamı

Ardından soruşturma başlıyor.

Mektuptaki yazı bir yüzbaşının el yazısına çok benziyor. Yüzbaşı mektupta bildiği askeri sırları karşı tarafa vermeye hazır olduğunu bildiriyor.

Somut hiç bir kanıt yok, sadece yazı benzerliği var. Buna rağmen, yüzbaşı ordudan tart ediliyor, mahkum oluyor. Yüzbaşının duruşmasına binlerce insan katılıyor.

Aradan iki yıl geçiyor, el yazısının yüzbaşıya değil, bir binbaşıya ait olduğu ortaya çıkıyor. Binbaşı yargılanıyor, el yazısının ona ait olduğu kanıtlandığı halde, binbaşı beraat ediyor.

Emile Zola çıkıyor ve bir gazetede “Suçluyorum” diye bir yazı yazınca, ortalık  karışıyor. O sırada hükümet değişiyor.

Mahkumiyetini çekmekte olan yüzbaşı yeniden yargılanıyor. Duruşmasını binlerce kişi izliyor, bütün gazeteler günlerce bu davadan söz ediyor. Yüzbaşı bu kez beraat ediyor. Tam on iki yıl sonra. Rütbesi ve nişanları geri veriliyor.

O yüzbaşının adı Dreyfus. Hukuk tarihine damgasını vuran davalardan biri.

Çöp sepeti, imzasız ihbarlar, yıllar süren davalar, somut kanıtlardan yoksun iddialar. Ne kadar benziyor değil mi?

Haberin Devamı

MCCARTHY DÖNEMİ

Atom sırlarını Sovyetlere vermekle suçlanıyorlar, casuslukla.

Demokrasi tarihinin kara sayfalarından biri, McCarthy dönemi. Binlerce demokratın kovuşturmaya uğradığı, işlerinden atıldığı bir dönemde acı kader  Musevi asıllı karı kocanın kapısını çalıyor.

Casuslukla ilgili ortada tek bir somut kanıt yok. Ama, dönemin mantığı belli, onların mahkum olması gerek.

Haksızlık ve hukukun ayaklar altına alınması karşısında bütün dünyada kitlesel gösteriler birbirini izliyor. Dünyanın her yerinde “adalet istiyoruz” sloganları çığlık çığlığa.

Duruşmaları binlerce kişi izliyor. Karı koca sonuçta suçlu bulunuyor ve idam ediliyor.

Onların adı Ethel ve Julius Rosenberg. Onlar tarihe geçiyor, onların adına tiyatro eserleri yazılıyor, “Rosenbergler Ölmemeli”. Bugün dünyanın her yerinde onları bilmeyen yok. Onları mahkum edenlerin isimlerini bilen yok.

VİCDANLARIN SESİ

Dreyfus davası 1894 ile 1906 arasında Fransa’da. Rosenberg’ler davası 1953’te Amerika’da. “Hukuk ve adalet arayışı” her zaman ve her ülkede var ve bundan sonra her yerde yine olacak.

“Hukuk ve adalet arayışı
” nerede varsa, ona ilişkin davaların konusu ne olursa olsun, aralarında mutlaka ortak noktalar var. İhbar mektupları, somut kanıt eksikliği, gizli tanıklar gibi.

Pek çok kişi günlük işini, gücünü erteliyor, dün için “Silivri’de buluşmak” üzere sözleşiyor. Kendi vicdanlarını dinleyerek. Ergenekon’da sona doğru yaklaşılırken.

Türkiye’de bu kadar insanın mahkeme önünde toplanarak gösteri yaptığı bir başka dava yok. Bizim hukuk tarihimizde benzeri yok.

Dava sayısı arttıkça, mahkeme önlerinde toplanan kalabalıklar da artıyor. Son on yılda böyle oluyor.

Haberin Devamı

İnsan hakları kurumu

İNSAN hakları ihlalleri ne kadar artarsa, hukuksuzluk ne kadar yaygınlaşırsa, insan haklarını korumak için oluşturulan kurum sayısı o kadar artıyor. Artıyor ama, yine de güdük kalıyor.

CHP Ankara milletvekili Levent Gök’ün verdiği bilgiye göre, 22 Eylül tarihinde İnsan Hakları Kurumu oluşturuluyor. Kurum Başbakanlığa bağlı olarak çalışacak.

Kurumu oluşturan on kişilik ekibin kompozisyonu harika. Yedisini Başbakan, birini Cumhurbaşkanı, birini YÖK, birini de Barolar Birliği seçiyor. Nasıl bir İnsan
Hakları Kurumu olduğu üyelerinden belli. Bu gibi kurumlar bağımsız olması gerekirken, bizimki doğrudan iktidara bağlı. Hangi insan hakları, nasıl yani.

Bu yapısına rağmen, 22 Eylül’den bu yana, Barolar Birliği üyesi hariç, kurumun diğer üyeleri henüz belli değil.

Üyeleri belli olmayan kurum nasıl toplansın, elbette toplanamıyor.

Yazarın Tüm Yazıları