Sen ne yiyorsan osun-You are what you eat

Şahane bir kadınla tanıştım: Hale Sofia Schatz. Antalya Hillside Su Otel’de detoks dersleri veriyor. Edip İlkbahar’ın önerisi, Nalan Apa’nın organizasyonuyla bir ay boyunca Türkiye’de kalacak.

Bu aralar çok moda biliyorsunuz. Aslında adı önemli değil, detoks-metoks, bir zaman gelecek demode olacak, başka bir ad verecekler. Önemli olan insanın ruhuyla bedeni arasında ilişki kurabilmesi. Ruhu ve bedeninin ihtiyaçlarını anlayabilmesi. "Ne yiyorsan osun" diyen kadın insana işte bunu, bu bilinci öğretiyor. Hayatındaki bütün fazlalıklarından kurtulmayı. Bunu nasıl yapabileceğini. Bunun için ne yapman gerektiğini. Şeytan diyor, "Kap Alya’yı git, ne olacak ki üç gün, hem kız Antalya görmüş olur", dur bakalım...

Hale Sofia Schatz kimdir? Kimin nesidir, nereden geldi, nereye gidiyor?

- Ben bu ülkeyi sekiz yaşında terk etmiş, hayatının geri kalanını Amerikalarda yaşamış, şimdi de geçici olarak hizmet vermek için ülkesine dönmüş bir kadınım.
/images/100/0x0/55eaf7d7f018fbb8f8a258b1
Bu çok özet oldu. Biraz açar mısınız?

- Annem Zühtü Paşa Ailesi’nden. Çok özgür ve cesur bir kadın. Üniversiteyi bitirdikten sonra tutturuyor, "Ben Amerika’ya çalışmaya gideceğim" diye, sözünü ettiğim yıl 50’ler, düşünün. Gidiyor, Washington’da Türk Konsolosluğu’nda çalışmaya başlıyor ve küt diye bütün eğitimini Amerika’da tamamlamış müthiş gelecek vaat eden, yakışıklı babama aşık oluyor. Evleniyorlar. Babam bir iş teklifi alıyor, Ankara’ya geliyorlar. Ben ve kardeşim doğuyoruz. Sekiz sene Türkiye’de yaşıyoruz. Sonra Amerika’ya geri dönüyoruz. Dönüş o dönüş...

48 yıldır yaşayan biri Türk müdür Amerikalı mı?

- Aslında ben de 40 yıldır bu sorunun cevabını arıyorum! İkisinin de iyi bir senteziyim galiba. Zaman alıyor tabii hayatta ya o ya öteki olmamamız gerekmediğini kavramak. Ben ikisi birdenim.

En Türk özelliğiniz ne, en Amerikan özelliğiniz ne?

- Yemeğe, yenecek şeylere karşı duyduğum tutku, kesinlikle benim Türk olduğumun kanıtı! Küçükken bile insanlar ne yer, ne içer izlerdim. Hayranlıkla. Bu ülkenin insanları için toprak çok özel bir şey. Hepimiz bir şekilde toprakla, toprak anayla bağlantı halindeyiz. Hayatımızı topraktan çıkanlarla idame ettiriyoruz. Bu bir sağlık işareti. Türkiye’de çok yer gezdim ve insanların toprakla kurduğu önemli ilişkiyi gözlemledim. Bunlar benim Türk tarafım.

Peki Amerikalı tarafınız?

- Bütün duygusal ve ruhsal gelişimimi Amerika’da tamamladım. 68 kuşağıyım. Soru sormayı orada öğrendim. Açık olmayı, orada yetişmeme borçluyum. Hale Sofia Schatz’ın gerçekte kim olduğunu da Amerika’da öğrendim...

O zaman haliyle kendinizi İngilizce daha iyi ifade ediyorsunuz?

- Evet tabii. Ama Türkiye’de iki haftadan fazla kalınca, rüyalarımı yeniden Türkçe görmeye başlıyorum.

Siz kitabınızı (Buda Size Yemeğe Gelse) İngilizce yazdınız. Türkçe’de çevrilerek yayınlandı, bu size tuhaf gelmiyor mu?

- Yok hayır tam tersine, bayılıyorum. 35 yıldır sürdürdüğüm çalışmaları bir anlamıyla doğduğum topraklara getirmiş oluyorum. Bu da beni büyülüyor. Eğer Türklerin hayatında küçücük bile olsa bir değişikliğe yol açabileceksem, ne mutlu bana.

Sofia ismi nereden çıktı?

- Ben icat ettim!

Neden bu ismi icat etme gereği hissettiniz?

- Annemin ve babamın bana verdiği isim Hale. Sofia ise benim ruhani (spritüel) ismim. Kitabı yazarken ailemin bana verdiği ismi kenara koymamın zamanı gelmişti. Kendi seçimim olmalıydı.

Tam anlamıyorum...

- Bazen isminiz sizi yansıtmaz, sizinle örtüşmez. Bir şekilde içinize sinmez. Bir başka isim vardır ki, onun sizi daha iyi yansıtacağını düşünürsünüz. Daha doğrusu hissedersiniz. Tekrar bir kız çocuğu dünyaya getirseydim adı Sofia olacaktı, bu ismi o kadar severim...

Üç çocuktan sonra bir kız daha doğuramayınca kendinizi mi yeniden doğurmayı amaçladınız!

- Siz espri olsun diye soruyorsunuz ama doğrusu bu. Sofia, bilgeliğini anlatır. Bütün düşünce sistemlerinde ve dinlerde karşılığı vardır. Ben bu ismi hep çok sevdim, bir biçimde beni yansıttığını düşünüyorum. Biri babamın bana verdiği isimdi, diğeri kocamın; araya benim kendi kendime verdiğim ismi koydum ki, dengelesin....

İsimlerinden hazzetmeyenlere böyle bir yöntemi önerir misiniz?

- Hiç kimseye hiçbir şey önermem. Bu hakkı kendimde görmem. Sadece içinizden geliyorsa, yapın derim. Doğanız size söylüyorsa...

Siz yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz?

- Ben insanlara vücutlarını dinlemeyi öğretiyorum. Bizler bedenlerimizle bağlantıyı kaybettik. Ben o bedenleri duyuyorum. Ve insanların tekrar bedenleriyle ilişki kurmaları sağlıyorum. Ama bilgiyi onlar veriyor. Ben değil. Çünkü herkesin bedeni farklı bir şey söylüyor. Ben sadece yol gösteriyorum.

Ne söylüyor insanların bedenleri?

- Pek çok şey. Onların bedenlerini dinleyip, duygularıyla ilgili veriler de elde ediyorum. "Ne yedin?" diyorum. "Nasıl hazmettin?" diyorum. "Enerjin nasıl, yükseldi ve pat diye düştü mü? Yoksa üzerine kola, kahve mi içmen gerekti?" Bunlar bana o kişinin önce beden ritmi sonra da ruhuyla ilgili doneler veriyor. Bir şeyler mi var içinde tuttuğu mesela, ne onlar, neyi bırakmıyor, neden kendi koy veremiyor?

Peki insanın duygularını tutmasıyla, yediklerinin ne alakası var?

- Var. Olmaz mı? Korkularımızı, acılarımızı, gelişmemiş duygularımızı, geçmişten gelen duyguları vücudumuz bunların hepsini hissediyor...

Yani kanser olmamızın sorumlusu da bir şekilde biz miyiz?

- Evet. Hastalıklarımızla, kişiliğimiz birbirinden ayrı şeyler değil ki. "Kanser üretiyoruz" demiyorum ama içimizde biriktirmememiz, açılmamız lazım, kendimizi tanımamız lazım, affetmemiz lazım...

İyi güzel de bunları nasıl becereceğiz?

- Detoks bu yöntemlerden biri. Bedenimiz, detoksla bir uyanış yaşıyor. Üç günlük detoks programı sonunda bile bir farkındalık hissediyorsunuz kendinizde. Küt diye...

Size o zaman "beslenme uzmanı" filan demek, bir hakaret!

- Aslında öyle. Mesleğimi soran birine "Yazarım" diyorum. "Nasıl yani?" diye ısrar ederse, "Ruhsal ve bedensel beslenme uzmanıyım" diyorum.

Ruhsal beslenme ne alaka?

- Artık yeryüzündeki her şeyin birbiriyle bir bağlantısı olduğuna inanılıyor. Dolayısıyla ruh ve bedeni ayırmak zor. İkisinin birlikte yürümesi gerekiyor. Beslenmen değişince, sağlıklı ve doğal bir hale gelince, bedenin tepki vermeye başlıyor. Enerjin artıyor, gördüğün rüyalar değişiyor...

O yüzden mi "Ne yersen osun" diye bir slogan icat ettiniz?

- Evet.

Ot ağırlıklı beslenen inek mi oluyor yani... Çok et yiyen de vahşi mi?..

- Öyle de denilebilir. Tabii ki eti fazla yiyen agresif olur. Bazı vejetaryenler de fazla sakindir mesela. Oysa, her şeyin bir dengesi var hayatta. Yiyecekler de bedenler de birer araç aslında. Hayat da bir açık büfe. O açık büfenin önüne geldiğinizde "İşte bu bana göre!" diyebilmek, neyin kendinize iyi geleceğini bilebilmek önemli. Tabii ki "You are what you eat" (Sen ne yiyorsan osun.) Canın acıyor, bir problemin var, kendini yalnız hissediyorsun, tatlılara saldırıyorsun. Bunu doğru sanıyoruz. Değil oysa. Ya da ağlayan bir çocuğun ağzına bir şey veriyoruz. Bir küçük şeker, mutlu olsun, sussun diye. Bu da doğru değil. Benim detoks derslerimde insanlar içinde bulundukları ruh halinden kurtulmak için ne yapmaları gerektiğini, neye ihtiyaçları olduğunu öğreniyorlar.

Önce neden yemek yediğimizi mi çözmemiz gerekiyor? Ve kimi beslediğimizi mi: "İçimdeki yalnız çocuğu... Mutsuz kadını... Ne istediğini bilmeyen insanı..." Bu mudur mesele?

- Aynen. İçimizdeki mutsuz kadın baklava yemesin demiyorum. Yesin. Ama farkında olsun. Üzüntülü olduğu için yediğini, yalnız olduğu için yediğini bilsin. Neden kocasını ve çocuklarını o şekilde beslediğini bilsin. Sırada "nasıl" sorusu var? Nasıl yediriyor? Ve sonra "Ben gerçekte kimi yediriyorum?" sorusu geliyor. "Kimsin sen gerçekte?" Belki de hepimiz bu sorunun peşindeyiz.

Neden detoks moda oldu?

- Çünkü insanlar hayatlarına çok şey aldılar. Ve doldular. Doldular. Sonunda da taştılar. Çok mobilya, çok ayakkabı, çok kadın, çok erkek, çok telefon, çok yapacak şey, çok gidecek yer, çok yemek, çok içmek, çok gürültü, çok saçmalık, çok kalabalık. Çok, çok, çok... Ve her şey tüketim üzerine. Haliyle an geliyor bu çokluk içinde yokluk yaşıyorsun, bu kalabalıkta kendini kaybediyorsun ve yeniden bulmak istiyorsun. Ve basitliği, sadeliği, yalınlığı arıyorsun. Bunlar da fazlalıklardan arınarak oluyor, gereksiz şeylerden kurtularak. İşte bu, detoks demek. Sadece yemekle ilgili bir kavram değil yani. Ben "Beş kilo vermek istiyorum, bana yardımcı olabilir misiniz?" diyenlerle uğraşmıyorum. Benim detoks programım öyle bir şey değil. Sonuçta o kiloyu verir tabii ama amaç sadece kilo vermek değil, ona bir yaşam biçimi kazandırmak. Artık herkes rejimlerin bir işe yaramadığını biliyor. Evet, veriyorsun kiloyu ama geri alıyorsun. Demek ki başka bir şey yapmak lazım. Hayat tarzını, beslenme biçimini, kafanı değiştirmen lazım. Hayatımıza farkındalık getirmemiz gerekiyor...

Sizin yaptığınız detoksun farkı ne? Teknik olarak, yer olarak...

- Olağanüstü bir yerde yapıyorum bu bir. Hillside Su, resmen bu iş için ideal. Basitliğiyle, beyazlığıyla, yalınlığıyla, mobilyasızlığıyla. Hiçbir fazlalığı yok. Bir tarafta dağlar var. Önü deniz. Çok açık, çok ferah. Bütün dertlerini denize bırakabilirsin. Bırak zaten. Gitsin sulara. Sonra masaj, hamam, sauna, orman yürüyüşü. İnsanın ruhu için çok uygun burası. Dönünce bütün Amerika ve Kanada’daki meslektaşlarıma uluslararası detoks sempozyumlarının burada yapılmasını önereceğim...

Son soru: Detoks demode olacak mı?

- Burası Türkiye. Olacaktır. Ama bunun bir önemi yok. Detoks lafına takılmayın, bunlar uyanış dersleri. Yemek filan araç...
Yazarın Tüm Yazıları