Ormanın derinliklerinde kaybolan gizemli saksafoncu iş başındaydı

Eymir’e ve göl kıyısındaki mekanlara yıllardır gitmemiştim. Doğrusu ismini birazdan aktaracağım yakın arkadaşım beni ve yakın birkaç dostumuzu brunch’a davet etmese gideceğim de yoktu.

Ankara’nın göbeğinde konuşlanmış cennet gibi vahaya o gün doyamadım. Ağaçların gölgesindeki restorana çöreklenip, göl kenarında olmanın hazzını yaşarken de kimi zaman kuşlara ve balıklara ekmek attım, kimi zaman da gözümü suyun büyüsünden ayırmayıp sohbetlere daldım. İşte o anda da ormanın derinliklerinden gelen saksafon sesiyle irkildim.
Ancak önce bu cennet köşeyi anlatayım. Eymir’in arazisi ve içindeki gölü ODTÜ’ye ait. ODTÜ kürek takımının çalışma alanı ki, takıma ait bir de kayıkhanesi var. Gölün tüm kıyısını çevreleyen yürüyüş yolu doğa tutkunları için ideal bir parkur. Eymir’e Oran semtinden giriş yapılabildiği gibi, Gölbaşı’ndan da ulaşmak mümkün. Ancak iş tepelerle çevrili göle ulaşmakla bitmiyor. Güvenlik kapısından girebilmek için ya ODTÜ personeli olmanız gerekiyor, ya da okulun öğrencisi. Tabii bir de rektörlükten misafir statüsünde kimlik kartı alanlar ile mezun olanlar girebiliyor. Yani şehir gürültüsünden ve kirlilikten uzak bu cennet köşeye her elini kolunu sallayan giremiyor.
Eymir Gölü’nde kürek ve su sporlarının yanı sıra olta ile balık avlama ve piknik gibi etkinlikler de yapılabiliyor. Vatandaşın girişine kapalı olan bu mekanın halka açılması için girişimler olduysa da ODTÜ yönetimi özel arazisi olduğu için hep karşı çıktı. Hele bu alanı isteyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek olunca taleplere iyice set çekti. Kim bilir, belki de ODTÜ yönetimi haklı. Kaş yapayım derken göz çıkaran Gökçek, arazide her an göl manzaralı bir AVM’ye izin verebilir, ya da koşu yolunu dört şeride çıkarabilir. Şaka bir yana doğası korunmak kaydıyla Eymir pek ala vatandaşa açılabilir.

NE ORMANI TEK BİR AĞAÇ BİLE YOK

Bu arada Eymir Göl’ün eski halini görenler ODTÜ’nün nasıl bir doğa harikası yarattığını anlatacaktır. Ben 1964 yılında çekilen bir fotoğraf buldum ki, gazeteci Bedii Faik, Süleyman Demirel ile gölün kenarında yürüyor. Bırakın ormanı o çorak arazide tek bir ağaç bile yok. Bir de bu güne bakın.
Biz dönelim konumuza... Eğer yolunuz Eymir’e düşerse sizi hoş bir sürpriz bekliyor. Ormanın derinliklerinden gelen saksafon sesi, kulaklara hoş nağmelerle ulaşıyor. Dahası sesin geldiği tarafa doğru yöneldiğinizde ise orta yaşlarda bir kişi, çevresindekilere aldırış etmeden göle doğru konserine devam ediyor. Yanına gittiğiniz zaman ise konserini kesip, saksafonunu kutusuna koyduğu gibi bulunduğu yerden ayrılıp gidiyor.
Peki, kim bu esrarengiz saksafoncu? Her halinden kendi zevki için çaldığı belli olan bu kişinin amacı ne? İşte bütün bu soruların yanıtını ve gizemli saksafoncunun ilginç hikayesini anlatacağım.

ÜLKEMİZİN İLK 500’Ü ARASINDA

O gün yakın dostlarını Eymir’e davet eden arkadaşım bu esrarengiz saksafoncunun ta kendisi. Dahası Türkiye’nin en büyük 500 sanayicisi arasına adını yazdırmış ünlü bir iş adamı. Lafı daha da uzatmayayım, Yakupoğlu Tekstil ve Deri Sanayi’nin sahibi Vedat Yakupoğlu... Saksafon ise onun yaklaşık dört yıl önce başlayan hobisi. Doğaya yöneliş ise en büyük tutkusu ki, Eymir’le yetinmeyen bu tutkusu ona fabrikasının bahçesinde mini bir hayvanat bahçesi ve onlarca bitkinin yer aldığı botanik parkı bile inşa ettirmiş.
Evinin yakınındaki Eymir Gölü ve Park Alanı ise sabah yürüyüşlerini yapıp, müzik tutkusunu giderdiği yer. Belki de iş stresinden sıyrıldığı terapi mekanı. Komşuları ve fabrika çalışanları rahatsız olmasın diye Eymir’e gidip, doğanın içinde hobisini tatmin ise son yıllardaki en büyük alışkanlığı. Ayrıca saksafona bu kadar hakimken, yanına birileri gelince utanıp, bulunduğu yeri terk edecek kadar da hassas.

KONUSUNDA BİR DÜNYA DEVİ

İşte birlikte olduğumuz o gün yine ormanın derinliklerinde kaybolup etrafa hoş nameler saçmaya başlamıştı. Dikkat ettim de o an çevrede bulunan herkes, müzik sesine kulak kabartıp onun çaldığı şarkıları dinliyordu. Tabii bu gizemli müzisyenin kim olduğunu birbirine sorarak... Bense sesin kaynağını yakından tanımanın verdiği rahatlıkla müstehzi müstehzi gülerek merakları gidermeye çalışıyordum.
Vedat Yakupoğlu’nu tanımayanlar için küçük bir bilgi akışında bulunayım. Kendisi, yaklaşık 27 yıl önce babasından devraldığı küçük imalathaneyi, Türkiye’nin ilk 500 sanayi kuruluşu arasına sokmayı başaran yetenekli bir iş adamı. Bugün ülkemizin en büyük askeri ayakkabı ve teçhizat üreticisi olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Askeri alanda tekstil, deri, ayakkabı-bot ve çadır gibi ürünleri NATO standartlarında üreten ve bunları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanı sıra, yurt dışına da satan bir markanın sahibi... Ayrıca UNICEF, Kızılhaç gibi uluslararası kuruluşlara da malzeme satarken, kendi alanında en son teknoloji, malzeme ve laboratuar imkanlarına sahip tek Türk firması olmanın gururunu da yaşıyor.

DEŞİFRE OLDUĞU YETMEZMİŞ GİBİ NEFESİ DE GİTTİ

Ürünlerini başta İngiltere olmak üzere Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka gibi ülkeler ile birlikte Bağımsız Devletler Topluluğu, Orta Doğu ve Körfez ülkelerine ihraç ediyor.
Eh, bu kadar geniş yelpazede savunma sanayinin içinde bulununca, üstelik ekmek verdiği binlerce kişinin sorumluluğu üzerinde olunca stresten sıyrılmak için saksafonlu anlar onun için en büyük terapi oluyor. O gün solo konserini yarım bırakıp, yanımıza geldiğinde ben çevremdekilere kimliğini çoktan deşifre etmiştim. Önce tatlı bir sitem etti, ardından da ısrarlarımıza dayanamayıp, arabasının bagajına gizlediği saksafonu getirtip, kaldığı yerden devam etti. Konser bittiği zaman ise nefesini tüketmenin verdiği ıstırapla köşesine çekilip, uzun süre sohbetlere katılamadı. Anladım ki o gün Vedat’ı hem deşifre etmiş, hem de soluksuz bırakmıştım.
Hazır söz müzikten açılmışken bir başka ilginç konuyu daha aktarayım.

PALA REMZİ’NİN GERÇEK ÖYKÜSÜ

Daha önce de yazmıştım; “Pala Remzi” şarkısı İbrahim Tatlıses’in repertuarına girince meşhur olmuştu. Aslında şarkıyı, Selahattin Alpay, İzzet Yıldızhan, Kazancı Bedii gibi bir çok ünlü isim de seslendirmişti, ama hiçbiri İbrahim Tatlıses gibi yorumlayıp, hit haline getirememişti.
Peki, şarkıda adı geçen Pala Remzi, hayal ürünü bir kahraman mıydı? Sizi fazla yormayayım, adına şarkı bestelenen kişi gerçekti ve Bingöl doğumlu Ramazan Tekmen’den başkası değildi. Ramazan Bey, lider ruhlu bir kişiliğe sahipti ve Türk Elektrik Kurumu’nda bakım ekip şefi idi. Görev yaptığı Anadolu’da, önce namı yürüdü, sonra da şarkısı söylendi. Yöre halkı ona ya “Pala” diyordu, ya da “Pala Remzi”... Yaklaşık 10 yıl önce öldüğünde İbrahim Tatlıses’in tüm ülkeye mal ettiği şarkının popüler olduğunu göremedi.
Ve Ankara’ya yolu düşenler iyi bilir: Oran Şehri’nde çarşı merkezinin altında, Kalbur isminde meşhur bir balık restoranı var. Yer bulmak için neredeyse dört gün önceden rezervasyon yaptırılan o küçük işletmede, belki de Türkiye’nin en lezzetli deniz ürünleri sunulur. Herkes Pala Remzi’yi merak ede dursun, kardeşi Mehmet Tekmen eşi ile birlikte, Ankara’nın bu gözde balık restoranını işletiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse de, ne kimse onun Pala Remzi’nin kardeşi olduğunu biliyor, ne de o ağabeyini anlatıyor.
Yazarın Tüm Yazıları