Önemli olan...

HARARETİ soğumadan şu ‘Avrupa Birliği (AB) ile müzakerelere başlama’ kararını belki de son bir kere ele alıp bu konuyu kapatmaya niyetliyiz.

Aslında tartışma bugünkü koşullarla müzakerelere başlamak lehimize midir, aleyhimize midir sorusuna verilen yanıtlardan çıkıyor.

Biz gerçi bu sütunda daha önce düşüncemizi birkaç kere açıkladık. AB’nin önümüze koyduğu -dayattığı- bazı koşulların Roma Barışı zihniyeti ürünü olmasından şikáyet ettik. Bunlardan kabul edilemez olanları saydık. Örneğin, ‘Kuzey Kıbrıs’tan vazgeçmeye hiçbir Türk hükümetinin gücünün yetmeyeceğini’ söyledik.

Ama o geride kaldı. Bugün karşımızda müzakerelere başlama kararı var.

O halde yapmamız gereken oturup dövünmek mi yoksa bu gerçekten hareketle birlik ve bütünlüğünü koruyan, çağdaş uyarlıkla bütünleşmiş, müreffeh, özgür ve demokratik bir Türkiye idealini nasıl gerçekleştireceğimizi aramak mı?

Bizim inancımız o ki uluslararası anlaşmalar önemlidir ama onlardan daha önemlisi, sizin ne kadar güçlü olduğunuzdur.

Nitekim geriye doğru bakınca ağır şekilde eleştirilmemiş hiçbir önemli anlaşmamız olmadığını görürsünüz.

Örneğin, Lozan daha anlaşmaya varılmadan yani 1923 Şubat’ında görüşmeler kesilip de delegasyonumuz Türkiye’ye dönünce yerden yere vurulmuştur.

TBMM tutanakları tanıktır. TBMM’deki görüşmelerde İsmet Paşa sanki Lozan’ı değil de Mondros yahut Sevr’i imzalamış gibi eleştirilmiştir.

Lozan’ın bir ürünü olan 1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi de ‘Türkiye’nin kendi ülkesi içindeki boğazlar üzerinde egemenlik hakkına sahip bulunmadığı’ iddiasıyla tenkit edilmiştir.

Sadece onlar değil, yıllardır Kıbrıs üzerindeki haklarımızın dayanağı olan 1959-60 Londra-Zürih Antlaşmalarını yetersiz bulup eleştirenlerin başında İsmet İnönü vardır.

Aynı İnönü daha sonra 1963 Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Türkiye’nin egemenlik haklarından -dolayısıyla tam bağımsızlık ilkesinden- AB lehine vazgeçmekle suçlanmıştır. Ne var ki Türkiye bunlara aldırış etmeden yolunda devam etmiştir. İyi ki öyle yapmış -geç de olsa- bugünkü noktaya gelmiştir.

Bir örnek de Gümrük Birliği Antlaşması’dır. Buna karşı çıkanlardan biri de biziz. Antlaşmaya bu sütunda ‘karar mekanizmalarına katılamadığımız bir örgüte kendimizi teslim ettiğimiz’ gerekçesiyle itiraz ettik. Hálá da iyi ettiğimizi düşündüğümüz olur. Ama bir gerçek de o ki, o sayede Türk sanayii kendini AB standartlarına yükseltti. Ve anlaşma da başarıyla uygulanıyor.

Biz Türkiye’yi ‘AB üyesi olmaya aday ülke’ ilan eden 1999 Helsinki kararlarına da karşı çıkanları görmedik mi? Kervan ona rağmen yürümüyor mu?

Sadece bize değil, Almanya’nın, Japonya’nın imzaladığı birçok anlaşmaya bakarsanız oralarda da ilk bakışta haklı görünen itirazlar bulursunuz. Ama görüyorsunuz... Anlaşmalar bir süre sonra káğıtta kalıveriyor... Yeter ki siz kuvvetli olun.

Ama pazılarınızla değil, bilimde, teknolojide, üretimde kuvvetli olun.
Yazarın Tüm Yazıları