Neden beş günde bir Pera Palas’tayım

Yolum 15 gün içinde tam üç kez Pera Palas’a düştü. İlkinin sebebi yakın dostum olan bir çiftin evlilik yıldönümüydü. İkincisi Mutfak Dostları Derneği’nin galası, üçüncüsüyse Türk Kahvesi Kültürü ve Araştırmaları Derneği’nin yemeği

17 yıldır İstanbul’u mesken tutan Maximilian Thomae, seksen kişiye önümüze gelecek yemeklerin hazırlanma hikayesini akıcı ama kırık Türkçe’siyle anlatırken, yanımdaki Deniz Alphan’a, “Şu sıralar oğlumdan çok Max’ı görüyorum inanır mısın?” diyorum.
Gerçekten de son iki haftadır kendimi ha bire Pera Palas’ın büyük salonunda buluyorum.
Kürsüde her zamanki gibi heyecan dozu yüksek bir konuşma yapan ve şimdilerde de Pera Palas’ın mutfağını yöneten şef; Ahmet Örs gibi yemek kültürüne gönül vermiş ustalarca İstanbul’un en iyi şefi olarak görülünce, Pera Palas da ister istemez gala yemeklerinin yeni adresi.
Konuşma bittiğinde kahveli yemeklerimizin ilkini, tatlandırılmış zargana ve uskumrulu yaprak sarmasıyla lahana terini yemeye başlıyoruz. Yazıldığında “Ne menem bir yemek ola ki” dedirten ancak sunumu zarif, lezzeti latif giriş yemeğimize eşlik eden şarapsa gecenin şarap sponsoru Vinkara’dan Sauvignon Blanc 2009. Ama yemeklere geçmeden neden burada olduğumuzu anlatayım önce. Ya da en iyisi niye on beş günde niye üç kez Pera Palas’a geldiğimle başlayayım.
İlki Feride ile Tanju’nun (Edige) 34. evlilik yıldımdönümleri için özel bir davetiydi. Küçük salonda otelin tadilatı sırasında bulunan 5 bin adet gümüş yemek takımı arasından seçilenlerle kurulmuş, yeşil orkidelerle donatılmış uzun masanın etrafında on altı kişiyiz. Büyük kristal avizenin ışığı kısılıp bol mum yakıldığından mı, Murat Patavi’nin geceye özel hazırladığı şarkılardan mı, birbirini tanımayanların bile konuşacak bol konusu olduğundan mı bilmem, otelin geneline hakim soğuk havadan eser yok. Bir de köşelere iri saksılarda dev yeşillikler yerleştirilse her şey dört dörtlük olacak...
/images/100/0x0/55ea6304f018fbb8f87c9b20
MUTFAK DOSTLARI DERNEĞİ

Max’ın harika yemekler hazırladığından zerre şüphem olmasa da mönüyü merak etmiyor değilim. Çünkü masadakilerin ortak damak zevki olmadığına adım gibi eminim. Kendisine asla vejetaryen demeyen ama “Yüzü olan hiçbir şey yemediğini” söyleyen Feride’nin aksine Tanju koyu bir et severdir mesela. Öyle ki, önüne dört parmak kalınlığında çiğ et koy karısının “Bunca yıldır bir yamyamla mı yaşıyorum” bakışına aldırmadan, son lokmasına kadar afiyetle yer. Berikinin de topraktan çıkan her sebzeyi çiğ çiğ kemirmesini şaşkınlıkla seyreder.
Tanıdığım bu ‘en ahenkli aykırı çift’ için mönüyü kim hazırladı bilemem. Ama deniz ürünleriyle başlayıp sebzeli turtayla devam edip harika bir yufkalı tandırla sürüp üç çeşit tatlıyla biten yemek sevgili Mehmet Yaşin’in deyişiyle ‘damak çatlatan’ cinstendi.
Bu dost buluşmasından iki gün sonra kendimi gene Pera Palas’ta buldum. Bu kez büyük salonda Mutfak Dostları Derneği’nin Gala yemeğindeğiz. Dernek başkanı Ahmet Örs ve yönetim kurulu üyeleri gelenleri smokinlerine taktıkları kırmızı regatalarıyla karşılıyor. Ahmet Bey’in açılış konuşmasından gala yemeğinin her zamanki gibi yılın son günlerinde değil de ilk ayında yapılma nedenin öğreniyoruz: Hem Max’ın Pera Palas’ın mutfağını devralmasını beklemek, hem de bu gece için hazırlanacak mönü için defalarca tadım yapılması... Derneğin en genç üyesinin, Kıbrıs ve uzak illerden gelen dostların ve sponsorların tanıtımından sonra şölen başlıyor. O gece sunulanların adlarını ve tatlarını yazmaya kalksam üç yazı çıkar. Son yıllarda yediğim en iyi yemekti demekle yetineyim.

YEMEKLER TÜRK KAHVESİ KOKUYOR

Bu seferki gala yemeğinin davet sahibi başkanlığını Merve Gürsel’in yaptığı Türk Kahvesi Kültürü ve Araştırmaları Derneği. Salonda yetmiş kişi var yok. Kokteyl sırasında yemeklerin hepsinin Türk kahvesiyle çeşnilendirildiğini söylüyor birileri. Kahveyle yapılan başka yemekler tattım ama üstüne tarçın gibi kahve serpiştirilmiş elma ve ayva dilimleri dışında, Türk kahvesiyle pişen bir yemek yemedim. Salonda burnumuza mis gibi kahve kokusu çarpıyor. Önce masaların ortasındaki çiçeklerin altındaki kahve yatağından geldiğini düşünüyorum ama değil. Ya bir yerlerde taze kahve çekiliyor ya salona ‘pısst pısst’ diye kahve kokusu veriliyor. İlk yemek yukarıda sözünü ettiğim uskumrulu zargana. İkincisi ricotta topları ve ıspanak eşliğinde sığır konsome, üçüncüsü de pırasa ve bıldırcınla doldurulmuş İngiliz usulü turta. Yeşil elma sorbesinin ardından da ana yemek kuzu provansal ve Türk kahvesi dondurmasıyla servis edilen kremalı armut strudel...
Yazarın Tüm Yazıları