Memur alımı gibi

Gecenin bir vakti...

Bir klip çıkıyor karşıma kanalın birinde...

50 yaşını çoktan geçtiğini bildiğimiz, ünlü bir erkek sanatçımız... "Sevgili"yse "çıtır" diye tanımlanan kızlardan.

Deniz kenarında cilveleşiyorlar... Biri kaçıyor öteki kovalıyor, küsüyorlar, barışıyorlar...

Benzer sahnelerin olduğu filmleri de vardı erkeğin. Çok gençken ve daha sonraları çektiği filmler... Hepsinde daima şimdiki gibi genç ve güzel kızlar eşlik etti kendisine. O, 30 oldu, 35 oldu, 40 oldu, 50 oldu, kızlar 20’de kaldı.

"Klip sahibi" erkeklerin "sevgili"ye koyduğu bir yaş sınırı var galiba.

"21 yaşından gün almamış olacak!"

Memur alımı gibi bir nevi.

Benim de dediğime bakın... Sanki hayattaki durum farklıymış gibi!..

Assolist ruhu

Demet Akalın...

Hoş kız doğrusu.

"Türkiye’nin en iyi şarkıcısı" değil elbet, ama "en çok iş yapan" olmak için ne yapması gerektiğini iyi biliyor.

E, bu da yeter.

Öteki türlüsü bu topraklarda çoğunlukla "hüsran" demektir. Dünyanın en iyi sesleri arasına girebilecek nice sanatçımızın durumu ortada.

Demet Akalın, konsere, gece kulübüne kim gider, kim albüm satın alır ve bu insanlar ne bekler biliyor, gereğini yapıyor.

Buraya kadar iyi.

Fakat ah o topuklar olmasa!

Beyaz Show’da gördüm, topuklu ayakkabılarının üstünde duramıyordu.

İşin acı tarafı, son albümünde gençleri dansa davet ediyor.

Gençler davete icabet etsinler, fakat Demet Akalın’dan kendilerine eşlik etmesini beklemesinler!

O topuklarla ancak tay tay durabilir o!

Nitekim bütün gece öyle yaptı.

Şeytan dedi ki, git bas stüdyoyu, çıkar o topukluları ayağından, giydir lastik ayakkabıları!..

Ayrıca yüzünü gözünü de yıka, o keten helvası saçlarını da indir!..

Ben anladım... Aslında hepimizin içinde "assolist ruhu" var. Bir gün aniden çıkıveriyor ortaya.

Köşe yazarları deplasmana gitmeli

Köşe yazarları zaman zaman zıt görüşteki gazetelerin köşelerine misafir olmalılar.

İşi gereği bütün gazeteleri takip etmek durumunda olan gazetecilerin dışındaki okur, kendi görüşüne yakın olan gazeteyi satın alıp okuyor. Ve haliyle hemen hemen hepsi aynı görüşte olan köşe yazarlarını.

E, ne oluyor o zaman?

365 gün körler sağırlar birbirini ağırlıyor.

Bütün köşe yazılarında "okuru ikna etme çabası" var dikkat ederseniz. Ama "senin okurun"un ikna olmaya ihtiyacı yok ki! O zaten senin gibi düşünüyor.

Senin gibi düşünmeyen "öteki" gazeteyi okuyor. Esas ona anlatmalısın.

Onun için "gazetem benim fikrimde değil" diye köşesini bırakıp gitmemeli yazarlar...

Aynı sebeple gazeteler yazarlara kapıyı göstermemeli...

Meclis gibi olmalı belki de her gazete.

Olamıyorsa da işte zıt görüşten konuk yazarlar almalı zaman zaman.

Belki böyle böyle düşünmeyi öğrenir toplum. Öteki türlü ezberini tekrar ediyor durmadan. Kime benziyor durumumuz biliyor musunuz, yıllarca yurtdışında kalmış ama hep Türklerle arkadaşlık ettiğinden tek kelime yabancı dil öğrenemeden dönmüş birine!

Ama kendisi gibi düşünmeyen biriyle aynı kaldırımda yürümeyi bile reddeden yazarlar nasıl ikna edilir bu işe...

Gazetesinin her yazarının "ortak bir davanın neferi" olduğunu düşünen, bunun dışına çıktığına inandığı yazarlar için "Atın bu adamı!" diye gazeteye baskı yapmaya kalkan okur nasıl zaptedilir...

Bilmiyorum.

MIŞ MUŞ

ÆAysun Kayacı’yla sevgilisi işlerinin yoğunluğu nedeniyle ayrılmışlar.Sanki bütün çiftler boşta geziyor!

Æİspanya’nın Cadiz kentinde mini etek giymeyen hemşire 30 Euro ceza ödeyecekmiş.Şimdi ister misiniz "dinci kesim" "İspanya olur muyuz?" diye bunalıma girsin!
Yazarın Tüm Yazıları