Kim bu Erol Egemen?

Bugünlerde “Kaybedenler Kulübü”nü seyredenlerin zihnini hamur gibi yoğuran soru: Kim bu Erol Egemen ya...

Haberin Devamı

Böylece 90’lı yılların Kadıköy muammalarından biri, tam unuttuğumuzu sanırken hayatımıza döndü. Kimdir Erol Egemen ve ne iş yapar?
Mı6 disipliniyle çalışıp “arkadaşın arkadaşı” müessesesinden yararlanarak edindiğim birkaç done: Kendisi grafik tasarımcıymış ve gençken feyz aldığımız pek çok kitabın kapağını yapmış. Ben diyeyim Roland Barthes, siz deyin Enis Batur. İkinci olarak da, meğer ben hariç herkes bir yerden tanımaktaymış Erol Egemen’i.
Bense o şerefe nail olamadığımdan mıdır nedir (herhalde 2000’lerde bir ara mallaştığımdan olacak), filmi seyrederek kimliği hakkında çıkarsamalarda bulundum.
Onun Kadıköy sokaklarındaki bir yalnız olabileceğini düşündüm mesela. Bahariye’den Moda’ya elleri ceplerinde yürüyor ve efendice takılabileceği bir yalnızlar partisi arayışında.
Sonra aklıma bir Cem Akaş romanı kahramanı olabileceği geldi. Bir akşam Beşiktaş İskelesi’nde karşılaşıyoruz ve yazarı hayırsızın teki olduğu için resmen özür diliyor.
“Bırak Allah’ını seversen” diyorum: “Seninki yazar olmuş vefalı olamamış. Aradığı sorduğu yok.” Tabii aklıma Kargo şarkılarından birinin söz yazarı olabileceği ihtimali de geldi. Ne de olsa “Kadıköy Sound” altın yıllarını yaşarken ben de Bahariye’deki iki göz evimde bakır yıllarımı yaşıyor ve sadece radyomla sevişiyordum.
Bizim zengin olduktan sonraki halimiz olabileceği ihtimalini de düşünmedim değil. “Zengin olmak” ne demekse, işte ondan bahsediyordu, Altıyol’daki boğaya kırmızı mendil sallayarak.
Kalbini kırdığım bir kadının dertleştiği erkekti belki. Belki de bendim, onun kırdığı kadının sırdaşı. Hepsiydi ya da hiçbiriydi Erol Egemen. Bu yüzden bir bellek kapanı gibi, hatırlanan her şeyi bünyesinde topluyordu.
Film mi? Bence süper. Gidin, gülün, eğlenin.
Ya da benim yaptığım gibi, duman olmuş gençliğinize ağlayın.

Boşuna geçmemiş zaman

Haberin Devamı

Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisine küsmüştüm. Bu hafta beş dakika bakayım dedim. Bir de baktım sonuna kadar seyretmişim.
Hele Orhan Alkaya’nın canlandırdığı ‘Balıkçı’nın Cemile’yi çocuklarından istemeye geldiği sahne, inceliklerle örülüydü.
Allah Allah. Demek ki dizi zaman içinde epey bir serpilmiş, güzelleşmiş.
Küçük Osman’ın bile yüzüne renk gelmiş.
Demek ki zaman her şeye asıl anlamını veriyormuş.
Demek ki duygu sömürüsü yapmadan da başarılı olmak mümkünmüş. Bunları gösterdikleri için “Öyle Bir Geçer Zaman ki” ekibine ne kadar teşekkür etsek az.

İncir  Çekirdeği

Haberin Devamı

Erotizm: Vapurda dizleri kızarmış bir kadının karşısında oturmak.

Yazarın Tüm Yazıları