Álemi kendin gibi sanmak...

DIŞİŞLERİ Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül bunu hep yapıyor.

Daha doğrusu Başbakan sıfatını taşıdığı 14 Ocak 2003 tarihinde de "Türk medyasının, Amerika Birleşik Devletleri’nden Irak konusunda (ABD’nin isteğine uygun şekilde) kamuoyu oluşturma amacıyla para aldığını" söylediği ileri sürülmüştü.

Doğrusu biz, Abdullah Gül'ün bu sözleri söylemiş olacağını tahmin etmiştik ama kendisi "demedim" deyince unutmayı uygun görmüştük.

Galiba hata etmişiz. Çünkü Dışişleri Bakanı Gül'ün iki akşam evvel Samanyolu isimli TV kanalında "İsrail'in, HAMAS'la PKK arasında bağlantı kurmasına büyük öfke duyduğunu" belirttikten sonra;

"Bu benzetme onların (İsrail'in) basınında çıkmadı. Bir cümle bulamazsınız. Ama Türkiye'de yazıldı çizildi. Basının, yabancı servislerin, diplomatların manipülasyonlarına (yönlendirmelerine) açık olduğunu görüyorum" dediğine o yayını izleyen herkes tanık oldu.

Başbakanlık da yapmış bir Dışişleri Bakanı eğer ağzından çıkanı kulağı duymayan bir kişiyse, o makamda bir dakika oturması dahi bu ülkeye zarar verir.

Yok, ağzından çıkanı kulağı duyuyorsa ne dediğini biliyordur, dediğinin ardında olacak kadar da namuslu, dürüst ve gerçeğe bağlı olmak zorundadır.

Basın Konseyi Genel Sekreterliği işte tam bu noktada gerçeklerin ortaya çıkması -yani basınımız gerçekten yabancı servislerin ve diplomatların manipülasyonuna açık ise onun tüm kamuoyu tarafından görülebilmesi- için Abdullah Gül'e mektup gönderdi. Bu sözleri söylemek için hangi belge ve bilgilere dayanıyorsa onları Konsey'e göndermesini rica etti.

Gül, bu isteği ister yerine getirir ister getirmez. O onun bileceği şey. Ama zihninde yeter sebep yahut elinde belge ve bilgi olmadan basına böyle uluorta saldırıp "yabancı servislerin ve diplomatların yönlendirdiği bir basınımız var" dediyse bilsin ki Konsey'den ağır bir karar çıkabilir.

Bu meselenin birinci tarafı.

İkinci tarafı, yapılan en ılımlı eleştirileri dahi "hakaret" gibi algılayan bu iktidar ileri gelenlerinin, sıra başkasının -özellikle medyanın- itibarına gelince pek pervasız olmalarıdır.

Medya mensupları aslında eleştiriye tahammülsüzlük nedeniyle yapılan saldırılara aldırış etmezler. Çünkü hem alışkındırlar hem de işleri onu gerektirir.

Gazeteci işini yapar. İşini yanlış yaptığı zaman da hesabını ya Basın Konseyi'ne yahut yargıya verir. Medya açısından durum bu kadar basittir.

Ama aynı şey iktidar sahipleri için geçerli midir, pek emin değiliz. Bir başka ifadeyle biz şimdi ortaya çıksak ve;

"Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, yabancı sermayenin yönlendirmesine açıktır. Bunu káh İsrailli işadamlarıyla káh Arap Emirliklerinin şeyhleriyle kurdukları ilişkilerle gerçekleştirirler. Galataport birincinin, Dubaili şeyhlere verilen ödünler ikincinin kanıtıdır" desek, yani aklımıza eseni de kanıt diye ortaya atsak Abdullah Gül acaba ne der?
Yazarın Tüm Yazıları