Kosta Rikalı çiftçi Carnegie’de klarnet çaldı

YouTube’ün 70 ülkeden seçtiği 100’e yakın amatör müzisyenle kurduğu orkestra, Carnegie Hall’da sahneye çıktı. Konser girişi, ünlü şef Steven Mercurio’yla karşılaştım. Kızgındı. "Versinler bana bu kadar bütçe, size dünya çapında bir iş çıkarayım" dedi.

Kentin en büyük kültür merkezi Lincoln Center’ın bir bölümünü 3 gün boyunca kapatmışlar. New York’a 70 ülkeden gelmiş 100’e yakın amatör müzisyenin rahat rahat prova yapabilmesi için.

Şef, ünlü Michael Tilson Thomas. San Francisco Senfoni Orkestrası’nın müzik direktörü. Onun dışında kadroya ilave edilmiş başka ünlü müzisyenler var. Repertuvara yeni senfonisi Eroica’nın dünya prömiyerini koyan Tan Dun’ı hiç saymıyorum.

Provalar, basın toplantıları derken tam 3 gün sürdü bu curcuna. Pazartesi sabahı başladı, çarşamba akşamı Carnegie Hall’daki performansa kadar da devam etti. Aylarca YouTube’a video yükleyenler arasından yapılan seçmeler, internet üzerinden provalar, New York’taki bu debdebe, o tek gecelik konser içindi işte.

Aslında sıradan bir şirket aktivitesi. Google, video paylaşım sitesi YouTube’u satın almış, kurumsal iletişim yapıyor. Ancak bu gösterişli işin tam da sponsorların azaldığı bir kriz dönemine denk gelmesi, sanırım Upper West Side’daki müzisyenler için kolay hazmedilecek bir durum olmadı. Dünyanın en ünlü konser salonu Carnegie’de müthiş bir ışık gösterisi altında klarnet çalan Kosta Rikalı çiftçi ağır kaçtı.

YOUTUBE’Ü SANSÜRLEYENLER ORKESTRANIN DIŞINDA KALDI

Konserin girişinde, New York’un ünlü şeflerinden, Özgürlük Heykeli Konseri’nin maestrosu Steven Mercurio’yla karşılaştım. Harcanan paralar karşısında dili tutulmuş. "Detroit çöktü (otomobil sektörü), bankalar battı, hiç kimse para bulamazken bu krizin ortasında inanılmaz bir organizasyon" dedi. "Performans nasıl olur" diye soracak oldum, sinirlendi: "Versinler bana bu kadarlık bir bütçe, size dünya çapında bir iş çıkarayım. Etraf yetenekli konservatuvar öğrencisi kaynıyor."

Basın toplantısında ise bazı tartışmalar oldu, orkestrada neden İslam ülkelerinden kimse yok, diye. Oylamayla belirlendi çünkü senfoni üyeleri. Dolayısıyla YouTube’u sansürleyenler, oyunun dışında kaldılar. Bizim gibi...

Google müziğin yeni Medici Ailesi

Krizden önce şirketlerin müzik piyasasının meseni haline geleceği çok sık söyleniyordu Amerika’da. Pepsi, Kraft dışındaki firmaların da şarkıcılarla anlaşmalar yapacağı anlatılıyordu. Ancak mortgage balonu patlayınca işler tepetaklak oldu. YouTube ve Google’ın Carnegie’de yaptığı şov bu açıdan çok istisnai bir iş. Birkaç hafta önce, Çin’deki korsan piyasasıyla baş edemeyen müzik yapımcılarının sonunda Google’la anlaştığı açıklandı. Google’ın bu şarkıları Çin’de herkese bedava servis etmesine müsaade etmişler. En azından Google’dan reklam parası alırız, diye... Birkaç gün sonra, Universal’ın Google ile ortak olup Vevo diye bir müzik sitesi kurduğu söylendi. Gidişata baktığınızda, şöyle demek mümkün: Müziğin yeni Medici Ailesi, yavaş yavaş Google oluyor.

Met’te sahneye çıkacak ama aklı Türkiye’de

Ünlü bas Burak Bilgili’ye "Bundan sonraki hedefiniz ne" diye sordum. "La Scala’da şöyle bir temsil var, orada şu rolü istiyorum" demedi. "Türkiye’deki kültür seviyesini yükseltmek" dedi. Bencil olmaktan vazgeçmiş bir sanatçının sıradan bir sivil toplum gönüllüsüne dönüşme riski geldi aklıma.

Dokuz yıl önce New York’a gezmeye geldiğim bir sefer sokakta Fazıl Say’a rastlamıştım. Carnegie Hall’un yakınlarındaydık, durdurup imza istemiştim. New York’ta yaşıyordu ve ben seneler sonra biletleri 1 liraya satılan saat kuleli Albert Long Hall konserine kadar Say’ı sokaktaki o ürkek, kırılgan sanatçı görüntüsünden hatırlayacaktım.

Hafta içi Metropolitan’da (Met) sahneye çıkacak operacı Burak Bilgili’yle konuşurken o olay aklıma geldi nedense. Say’ın magazinden politikaya uzanan Türkiye serüvenini ve aynı onun gibi eleştirmenlerin bugün yere göğe sığdıramadığı başka bir Türk’ün şimdiki durumunu düşündüm.

Burak Bilgili’nin adını 5 yıl önce mutlaka duymuşsunuzdur. Dünyanın en önemli opera salonlarından Met’te sahneye çıkan Türk diye epey haber olmuştu.

Şimdi 34 yaşında ve 5 yıl önce Don Giovanni’de ikinci kast olarak rol aldığı dönemden çok daha ünlü, çok daha bilinen bir bas.

Sekiz yıldır Philadelphia’da yaşıyor. Geçen yıl Kübalı bir sopranoyla evlendiğini öğrendim ama fazla görüşemiyorlarmış. Berlin’den San Francisco’ya sezon boyu 8 ayrı temsili var. Menajerinin harıl harıl kontrat hazırladığı, çok yoğun bir dönem.

Anne bir polis. Anneden mi yoksa diaspora sendromundan mı bilmiyorum, milliyetçi biri. Obama’nın Türkiye seyahatinden laf açılınca, konuşmasında Ermeniler hakkında yaptığı yorum yüzünden Obama’yı sevmediğini söyledi.

Geçmişte diva Leyla Gencer’den Kenan Işık’a kadar birçok isimle tartışmalar yaşamış. Sivri dilli.

Genel bir beğenmeme hali var. Bilinen birkaç Türk operacıyı soruyorum, beğenmiyor. Lang Lang’dan açılıyor konu, beğenmiyor. Arada "Beğenirim" dedikleri oluyor, onların da bu sefer gazete beyanatlarını sevmiyor. Alice Tully Hall var, Lincoln Center’daki konser salonu, yeni mimarisi çok olumlu eleştiriler aldı ama "Ne bu böyle" deyip önünden geçerken binaya da kızdı.

Bilgili’yi hiç sahnede izlemedim. ilk defa Salı günü, Met’te 5 kez rol alacağı Il Trovatore’deki Ferrando rolünde göreceğim.

Ancak performansından önce, Met’in kulisinde yaptığımız konuşmada şu dikkatimi çekti: Başarılı olmuş, hálá da dünyada kendine yer edinmeye çalışan birine " Sonraki hedefiniz nedir" dedim, " Türkiye’ye dönüp kültür seviyesini yükseltmek" diye cevap verdi. " Şöyle bir temsil şu rolü istiyorum" değil, "Ne olacak bu seçim sonuçlarının hali" dedi.

Apolitik Boğaziçililer’in darbecilikten içeri alındığı absürdlükler yaşanıyor Türkiye’de. O yüzden Amerika’da yaşayan bir opera sanatçısının bile böyle yorumlarda bulunması rahatlatıcı gelebiliyor. Ama olması gereken bu mu, sonra düşününce bir türlü emin olamadım.

Bencil olmaktan vazgeçmiş bir sanatçının sıradan bir sivil toplum gönüllüsüne dönüşme riski geldi aklıma... Gündelik mevzulara dalıp üretememe, tıkanma tehlikesi...

Fazıl Say’ın imzasını tam zirvedeyken almıştım. Bilgili’den ise daha imza istemedim.

BİR OPERA DEDİKODUSU

New York City Operası’na alayı válá ile Paris’ten Gerard Mortier’yi getirmişlerdi. Parisli daha fazla bütçe istedi, reddedilince de istifa edip sezon başlamadan gitti. Yerine Dallas’tan yeni birini getirdiler ama New Yorklular "köylü" diye dalga geçiyorlar.
Yazarın Tüm Yazıları