Korku dünyası!

İSTİKLAL Marşımız “Korkma” diye başlar... Evet, korkmayalım tabii...

Haberin Devamı

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak...” diye devam eder marşımız... Evet, buna inanıyoruz tabii...
İyi de, son zamanlarda neden sık sık “korku devleti” haline geldiğimiz söyleniyor?
Türk toplumunun önemli bir kesiminde korku ve endişe var.
Korku, bulaşıcı bir hastalık gibidir, hızla yayılır, insanı işe yaramaz hale getirir, bitirir!
Peki, korku nedir? Korkunun sonu var mıdır? Korkaklıktan kurtulmak mümkün müdür?
Korku, sahip olunan bir şeyin kaybedilme ihtimalinin yarattığı bir duygudur.
Hayatını kaybetmekten korkanlar vardır. Parasını, özgürlüğünü, işini, eşini, sevgilisini kaybetmek endişesinin yarattığı, insana hayatı zindan eden korkular vardır.
Ceza korkusu, kaza korkusu, hastalık korkusu, hapis korkusu...
Kaybetme düşüncesinin olduğu her yerde korku vardır!
Korku güçsüzlüğün, zayıflığın işaretidir.
Gecenin karanlığından çok, ülkenin karanlığı korkutur insanları...
Evlatlarımıza ışıksız, umutsuz, karanlık bir Türkiye bırakmamaya çabalıyoruz.
* * *
Polisin, biber gazlı, coplu, tekmeli dehşet sahnelerinin yaşandığı günlerde bir polis müdürümüz Amerika’ya gider. New York’ta, uluslararası bir güvenlik semineri vardır.
Hikâye bu ya... Toplantıda, Türk polisi müdürü ile Amerikalı bir polis müdürü tesadüfen yan yana gelir, birbirlerine ülkelerinin erdemini anlatırlar. Amerikalı polis müdürü:
“Bizim ülkemiz özgürlükler ülkesidir. İnsanlarımız, başkan dahil tüm siyasileri korkusuzca protesto edebilir, aleyhlerinde gösteriler yapabilir. Ülkemizde polisin hoşgörüsü ve demokrasi anlayışı son derece ileridir.”
Türk polis müdürü “Nasıl yani?” diye sorar. Amerikalı polis müdürü bir örnek verir:
“Mesela bugün birileri ortaya çıkıp sokakta ‘Amerika Başkanı bir eşektir!’ diye bağırsa, bizde kimse müdahale etmez!”
Türk polis müdürü hemen şu cevabı verir:
“O halde demokrasi anlayışlarımız arasında bir fark yok. Türkiye’de de durum aynı... Bugün birileri sokağa çıkıp ‘Amerika Başkanı bir eşektir!’ diye bağırsa, inan ki dostum, bizde de kimse müdahale etmez!”
* * *
Shakespeare, korkuyu ve korkaklığı şu dizelerle anlatır:
“İnsanların çoğu, kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
Sevilmeye kokuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için...
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için...
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için...
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için...
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için...
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için!”
* * *
Velhasıl dünyamızda herkes bir şeyden korkuyor.
İşsizlikten, hastalıktan, vergi memurlarından, polisten, devletten, işindeki müdürden, terk edilmekten, dayaktan, yalnızlıktan, karanlıktan, aşktan...
Evet, aşktan bile korkanlar var. Oysa hayatta bir insana karşı aşk beslemek, onun heyecanını bedenindeki tüm hücrelerde hissetmek kadar güzel şey var mıdır?
Korku içinde yaşayanlar, hiç yaşamamış gibi ölürler. Korku, ışıksız bir dünyada yaşamak demektir. Korkan toplumlar yaşıyor sayılmazlar! Toplum olarak korkuyu üzerimizden atmalıyız. Fakat nasıl? İşte bütün mesele bu!

Yazarın Tüm Yazıları