Koridorlar, hayata açılabilir

BİZ çoktan beri mahsur kalmamıştık. Bugün, ‘‘Neydi o eski mahsur kalışlar’’ diye bir yazı yazmak varken çok daha farklı bir konudan söz edeceğim.

Oysa, ilk mahsur kalma anımı anlatmak istiyordum. Sibirya'dan kopup gelen buzların Boğaz'ı kapatmasıyla ilgiliydi. Hayal meyal anımsıyorum, biz Yeniköylü çocuklar, işlerine gidemeyen babalarımızla birlikte, insanların buzların üzerinden seke seke Boğaz'ı aşmalarını izlemiştik.

Sonra diğerleri de vardı. Levent'i İsviçre dağlarına çeviren 60-70 kışları. Mahallenin çocukları ve büyüklerinin merdivenleri kızak gibi kullanıp yokuştan kayma yarışları düzenlediği günlerden, karlı kış gecelerinin ‘‘şöminede sucuk' partilerinden söz edebilirdim.

Cuma günü, Taksim'in ortasında mahsur kalışımı da anlatmadan geçemezdim tabii. İstanbul'un, topyekün kuşatılmışlık hikayesi.

Ama bugün başka bir kuşatılmışlıktan söz edeceğim, açlık grevleri ve ölüm oruçlarından.

* * *

ASLINDA bu konuya artık değinmek istemiyordum. Çünkü, insanların hayatı üzerinden kitle temeli yaratıp siyasi güç kazanmaya kalkan bir örgüt, ölüm oruçlarıyla ilgili yazı yazan, bu eylemin insan haklarına uygun çözüm bulunarak sona erdirilmesini isteyen herkesi tehdit etti.

En çok çaba harcayanları bile bezdirecek bir sindirme politikası uyguladılar. Ölümlerin devam etmesini istediler. Başarılı da oldular. Kamuoyu, ölüm oruçlarında yaşamlarını yitirenlerin sayısının 83'e ulaştığını bile fark etmedi. Ama onların, orada burada kullanabilecekleri bir rakam var artık.

83 ölü. Evet, ölenlerin sayısı 83.

Devlet de, örgütler de soruna çözüm aramak yerine ‘‘bırakınız ölsünler’’ tavrını tercih ettiler.

Bir süre önce, Türkiye'nin dört büyük barosu, uzun süredir içine gömüldükleri suskunluğu bozup bir hamle yaptılar.

İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya baro başkanları arkalarında örgütlerinin de desteğini alarak yeni bir öneri getirdiler, ‘‘3 kapı-3 anahtar’’.

* * *

‘‘F TİPİ cezaevlerinin mimarisinde, yapısında ve güvenliğinde hiçbir şey değiştirmeden, üçer kişinin kaldığı yan yana üç odanın kapılarını açarak dokuz kişinin, o birim içinde sabahtan akşama kadar bir arada olmalarının sağlanması’’nı öneriyor barolar. Tecriti sona erdirme iradesinin ortaya konması olarak algılanabilecek bu öneri koğuş sistemine geri dönüş anlamına gelmiyor. Zaten bunu artık kimse savunmuyor.

Gelen habere göre, içeridekiler öneriyi kabul etmiş.

Adalet Bakanı kabul etmiyor. ‘‘Koridorlar, ortak yaşam alanı değildir’’ diyor. Bakan Türk, duruma gözünü kapatmıyor, tamamen kulak tıkamıyor ama kendi önerisi var.

‘‘Önce ölüm oruçlarını ve açlık grevlerini bıraksınlar. Sonra söz veriyorum, ceza infaz hukuku ile ilgili uluslararası bir sempozyum düzenleyeceğim. Türkiye'den Mimar ve Tabip odaları da dahil birçok gönüllü kuruluşun yanı sıra uluslararası örgütlerden uzmanları da davet edeceğim. Ve burada F tiplerini de tartışmaya açmaya hazırım.’’

Bakan'ın sözlerini, ‘‘Önce onlar eylemi bıraksın, sonra değişiklikleri yaparız’’ diye anlamak mümkün. Bir değişim eninde sonunda yapılacak. Öyleyse? ‘‘Bırakınız ölsünler’’ mi?

‘‘Bize ne, ölürlerse ölsünler. Kendi düşen ağlamaz. Akılları başlarına gelince bırakırlar’’ diyemiyor insan.

Baroların önerisi dikkate alınmalı. Koridorlar, hayata açılan yollar olabilir pekala.

İnsanları hayata döndürmek bir taviz değil, onları kuşatılmışlıklarından kurtarmaktır sadece. Devletin görevi de bu değil midir?
Yazarın Tüm Yazıları