Köprünün ortasında bir solcu

SELİMİYE Askeri Kışlası. O tarihlerde, aynı zamanda askeri cezaevi. İstanbul’un Asya yakasında.

12 Mart askeri darbesiyle birlikte, çok sayıda solcu hapiste. Verilen hapis cezaları bir kaç yıldan başlıyor, ömür boyuna kadar uzanıyor. Hatta, idam sehpaları kuruluyor. İşkenceler, dayaklar cezaevlerinin sıradan uygulamaları. Herkes nasibini alıyor.

1974 affıyla birlikte, cezalar hafifliyor, hapisaneler boşalıyor. Selimiye Askeri Cezaevi’nde yatan solcular da, aftan yararlanarak hapisten çıkıyor.

Selimiye’den çıkan solculardan dördünü yakından tanıyorum. Birini daha da iyi tanıyorum.

Onlar Selimiye’den çıkıyor, yakınları kapıda karşılıyor, Asya’dan Avrupa yakasına geçmek üzere, bir arabaya biniyorlar.

İLK KEZ GÖRMEK

Boğaziçi Köprüsü
1973 sonbaharında trafiğe açılıyor. Bizim arkadaşlar açılıştan altı, yedi ay sonra cezaevinden çıkıyor. Selimiye’den yola çıkan araba Boğaziçi Köprüsü’ne geliyor.

Bizim solcu arkadaşlar Boğaziçi Köprüsü’nü ilk kez görüyor. Köprü trafiğe açıldığında, onlar hapiste.

Çevrelerine şaşkınlıkla bakıyorlar. Bir tarafta Adalar, Modalar, öte yanda Karadeniz’e uzanan kıyı şeridi. Asıl önemlisi, Asya-Avrupa arasında iki taraflı geçiş, bu geçişin kolaylığı.

Köprünün tam ortasına geldiklerinde, arabadaki solcu arkadaşlardan biri diğerlerine dönüyor, kafasını iki yana sallıyor, yumruğunu sıkıyor:

‘Yahu, biz mi karşı çıkmıştık bu köprüye?.. Biz mi istememiştik?.. Bu köprü yapılmasın diye, biz mi mitingler düzenlemiştik?.. Bu ne biçim hata böyle?..’

Sadece kişisel bir hesaplaşma değil. Sadece toplumsal bir yanılgı değil. Bunları aşan, sol hastalıklardan biri.

Köprüye geliyorsun. Tam ortasındasın. İki yolun var. Ya ileriye gideceksin, ya geriye. Oysa, köprüde geriye gitmek kolay değil. Hatta, trafik açısından mümkün değil. Önünde tek yol var:

Köprüyü geçmek, ileriye gitmek.

ÜNLÜ SENDİKACI

Boğaziçi Köprüsü’nü ilk kez gördüğünde, geçmişteki hatasına dövünen o solcuyu yakından tanıyorum.

Daha sonraki yılların ünlü sendikacılarından biri. Toplumun iyi bildiği bir isim.

Son elli yıldır, Türkiye’de solun insanı bıktıran ortak tavrı hep aynı. Batı’ya yaklaşan her değere, her uygulamaya karşı çıkmak. İstemezük avareleriyle ayaklanmak. Olmadı, Anayasa Mahkemesi kapısına dayanmak. Köprüden renkli TV’ye, duble yollardan serbest döviz kuruna kadar, halkın refahına katkıda bulunan ne varsa, hepsine karşı çıkmak.

Sol olarak, halka sürekli ters düşmek.

SIRADA AB VAR

Sırada şimdi AB var. Sol adına AB’ye küfür etmek, şimdi moda. Halkın yüzde 80’inin katıldığı bir konuda, halka yine ters düşmek.

Elbette AB’nin ortak çıkarları var. AB içinde 25 ülkenin elbette ayrı ayrı çıkarı ve hesabı var. Ama buna karşı, Türkiye’nin de kendi çıkarları ve hesapları var. Uygarlaşma yolunda, bu bir denge oyunu.

‘Bizi parçalayacaklar, bizi bölecekler’ paranoyasını geride bırakmak gerek. Sırf eleştirmek uğruna, ‘bu köleliktir, bu sonu belirsiz süreçtir’ diye bağırıp çağırmanın hiç bir anlam ifade etmediğini bilmek gerek.

Kürsülerde nutuk atmak, masa başlarında yazı yazmakla olmuyor. Anadolu’yu şöyle bir dolaşmak, oturduğunuz kentlerde gecekondulara uğramak gerek. Halkın AB hakkındaki düşüncesini öğrenmek gerek.

AB’ye karşı çıkmak?.. Doğru, kötü bir Ortadoğu ülkesi gibi, geri kalmışlık içinde kıvranan, dünyadan kopuk, kendi içinde yuvarlanan, uygarlıktan uzak bir ülke olarak kalmak!.. Bunu da, solculuk adına yapmak. Çağdaş sol açısından, utanç verici bir durum.

Sonra günün birinde Köprü’nün ortasına gelirsiniz, ‘yahu biz ne yaptık’ diye dövünürsünüz, ama sağ bir iktidar, sizin AB yolunuzu çoktan çizmiş olur!..
Yazarın Tüm Yazıları