Kısa yazılar

Romanlarda kahramanın ağzından sevgiliyi tanırız hani...

Mesela birinde erkek der ki kadın için, "Daima hafif bir portakal ve kakao yağı kokusu olurdu."

Yahut "Cildi ay ışığı gibi aydınlatıyordu evi."

Kendinizi duymak istemez misiniz böyle?

Nasıl koktuğunuzu...

Nasıl güldüğünüzü...

Öfkelenince neye benzediğinizi...

Birinin size edebi bir dille anlatmasını istemez misiniz?

Ben isterim.

Ama gerçek hayatta kimse kimseyi bu türlü tarif etmiyor.

*

Balkonların demir korkuluklarına oturtulmuş, dikdörtgen, plastik saksılar...

Çiçekten görünmez haldeyse iyi.

Aksi halde çok kötü duruyor.

Ve ne yazık ki hepsi yılın büyük bir bölümünde çiçeksiz, çıplak.

Çiçeğin ömrü kısa çünkü.

Ve çiçek açan bitkilerin yaprakları, açmayanlar kadar canlı, parlak, gür olmuyor pek.

Doğa adalet dağıtmış bir nevi!

Çiçek verdiğinden yaprağı esirgemiş!

Tıpkı insanlarda olduğu gibi. Her şey tam olmaz ya hani... Bazen bakarsınız dünyanın en yakışıklı erkeği fakat zekádan yoksun. Yahut şahane bir çift bacak ama derinliği yok kadının.

Fakat herkes "çiçek"i tercih ediyor. Solup gitti mi geriye bir şey kalmadığını bildiği halde. Kimse sade "yeşil"e razı değil, "pembe"ler, "mor"lar, "kırmızı"lar istiyor.

*

Köşe yazılarını çevreleyen çizgi...

Bazı yazarlarda o çizgi bağımsızlığı ifade ediyor.

Yok, gazetesinin savunduğu görüşlerden bağımsız olma hali değil dediğim. Yani illa ki o değil.

Anlatmak istediğim, gazeteden bağımsız "var olma" hali.

Bazı yazarlar gazeteleriyle özdeşleşmiştir, bazılarının adıysa sadece "kendi"ni çağrıştırır. Sözünü ettiklerim işte bu ikinci gruba girenler. Yazılarını çevreleyen o çizginin içinde başlı başına bir dünyadır onlar.

O çizgilerden kesin yazıyı, hangi gazeteye koyarsanız koyun, fark etmez.

Onları seviyorum.

*

Bu bir senaryo olsaydı hiç inandırıcı bulmazdık.

Önce anne, sonra baba ve üç kardeşin ölümü. Bu devir için kalabalık sayılabilecek bir aileden geriye bir çocuk kaldı.

Nasıl atlatır bu travmayı...

Atlatabilir mi...

"Zaman ilaçtır" desek... Bu kadar büyük acıya bir ömürlük zaman bile yetmeyebilir.

Ama kimbilir...

Belki de insanoğlu böylesini de göğüsleyebilecek biçimde programlanmıştır...

Hava yastığı gibi devreye giren bir "mekanizma" vardır belki...

Ufak tefek sarsıntılar daha etkilidir de büyüğü daha dayanılırdır, kimbilir...

Bir nokta vardır, o aşılınca başa dönülür...

Dilerim, böyle olur.

7, 10, 12 yaşındaki üç çocuğuyla çadır kurup kamp yapan bir "sosyetik", "zengin" işadamı.

O işadamı, giderayak çoğumuzun önyargılarını yerle bir etti.

Hep uçakta, bilmemkaç yıldızlı otellerde, hijyenik bir dünyada gezmezlermiş demek...

Toprağa da basarlarmış, kuş yuvası misali evlerde de yatarlarmış, çadır da kurarlarmış.

Yahut filmlerde sunulduğu gibi, babalarla çocukların ilişkisi "çok para, az ilgi" biçiminde değilmiş.

Sizin bizim gibi insanmış onlar da.

Boşuna söylemiyorum bunu. İlk tepki olarak "Yok canım bi yanlışlık vardır, onların ne işi var orada!" diyenleri kulağımla duydum.

MIŞ MUŞ

ÆKenya’da keçilere prezervatif takmışlar.Biz de bir ara eşeklere spiral taksaydık iyi olacaktı!

ÆDünyadaki memelilerin dörtte birinin sayısı tükenme aşamasındaymış.Erkek kısmı bunu yanlış anlayıp stok yapmaya kalkışabilir!

Æİzmir’de bir kadın, çapkın eşinin penisini kesmiş.Kesin ve kati çözüm!
Yazarın Tüm Yazıları