Kimliklerden biri tehditle karşılaşırsa tüm kimlik onu korumak için serferber oluyor

Lübnan asıllı Amin Maalouf’u yıllar önce Semerkant kitabıyla tanıyorum. Kitap beni öyle sarıyor ki, o kitabı pek çok arkadaşıma öneriyorum ya da armağan ediyorum.

Daha sonra, dünya çapındaki bu yazarın tüm kitaplarını okuyorum. Son yazdığı Ölümcül Kimlikler beni yine çok etkileyen kitaplarından biri. Üstelik, tam da Türkiye’de kimlik sorununun yoğun biçimde yaşandığı bir dönemde.

Geride kalan hafta Türkiye bu konuyu alabildiğine tartışıyor. Kimlik sorununa dönük soruları yanıtlayacak en iyi kişilerden biri, hiç tartışmasız Amin Maalouf. Kendisine sorularım var. Şu sıralar yeni bir kitap yazmakta olsa da, hepsine cevap veriyor.

Bu kimlik tartışmaları içinde bana gelince, dünya vatandaşıyım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, gazeteciyim.

En iyisi, şimdi sizi Amin Maalouf’la baş başa bırakmak.


Bize ‘kimlik’ kavramını tanımlar mısınız?

- Kimlik kavramını tarif etmek kolay değil. Bu sorun için bir kitap yazmış olmama rağmen hálá konuyu tüketmiş değilim. Ama görüşümü birkaç cümleyle özetleyecek olursam, bence kimlik bazen birbiriyle çelişen birçok aidiyetten oluşuyor ve bir insanın kimliğini, dini, etnik, sosyoekonomik ya da başka tek bir aidiyetle açıklamaktan kaçınmak lazım. Kimlik konusunda dar, indirgeyici, ‘dışlayıcı’ bir anlayış, başkalarıyla beraber yaşamayı güçleştirir. Daha cömert, incelikli, ‘kapsayıcı’ bir görüş ise kolaylaştırır.

Ben sizin Ölümcül Kimlikler kitabınızı büyük bir merakla okudum. Kitapta siz de kendi kimliğinizi sorguluyorsunuz ve birçok farklı öğeden oluşan bir kimliğiniz olduğunu söylüyorsunuz: Lübnanlı, Fransız, Hıristiyan, aydın, göçmen, yazar, Akdenizli vb... Bunların arasında bir hiyerarşi var mı?

- Benim bu kitapta yapmaya çalıştığım şey, birey olarak bana ait kimliği oluşturan unsurları sıralamak için bir kimlik muhasebesi yapmaktı. Bazıları bana doğuştan verilmişti, diğerleri (özellikle göçmen olduğum için) sonradan kazanılmıştı. Hepsi aynı anda aynı öneme sahip değil. Bir hiyerarşiden bahsedemem ama bir ülkenin, bir grubun ya da bir bireyin geçmişindeki farklı dönemlerde, bazı aidiyetler önem kazanabiliyor ya da diğerlerine göre geri planda kalabiliyor. Örneğin bugün dünyanın birçok bölgesinde, din aidiyeti, 1930’larda ya da 1960’larda olmadığı kadar belirgin, bu çok açık. Ayrıca, bir kimlik unsuru tehditle karşılaşırsa, tüm kimlik onu korumak için çevresinde toplanıp serferber oluyor ve bu unsur, normalde belki de sakin sakin yaşayacakken, birden büyük bir önem kazanıyor.

DEDEMİN HAYALİ MODERN OSMANLI İMPARATORLUĞU

Kitabınızda, Türklerin, Rumların, Ermenilerin ve Yahudilerin Osmanlı şemsiyesi altında bereber yaşadığından söz ediyorsunuz. Kimlik açısından bir imparatorlukla, bir cumhuriyet rejimini karşılaştırabilir misiniz?

- Hikayesini bir kitapta (Yolların Başlangıcı) anlattığım büyükbabam, 20. yüzyılın başında, demokratikleştirilmiş, tüm vatandaşların eşit olduğu ve Sultan’ın da, biraz bugünkü İspanya Kralı’nı andıracak şekilde, anayasanın hamisi konumunda bulunacağı, modernize edilmiş bir Osmanlı İmparatorluğu hayal ediyordu. Eğer o dönem yaşasaydım, büyük ihtimalle ben de aynı hayalleri taşırdım. Ama tarihi yeniden yazamayız. Buna karşın, büyük bir politik çeşitliliğin ve tarih boyunca yolları ayrışmış farklı insanların ortasında beraber yaşamayı deneyebiliriz. Avrupa Birliği hayali de böyle bir şey değil mi?

Kitabınızda; Yunanlıların, İranlıların, Türklerin ve Arapların, modernleşme sürecinde kimliklerinden bir parçayı terk etmek zorunda kaldıklarını anlatıyorsunuz. Nedir bunlar?

- Yaklaşık son beş yüzyıldır, dünyaya Batı medeniyeti hakim oldu. Bu yüzden, diğer tüm medeniyetler marjinalleşti ve Batılılaşma dışında bir modernleşme biçimi yaşayamadılar. Benim de dahil olduğum, bu ‘alt edilmiş’ medeniyetlerin çocukları, kendi kültürlerinin tanınmadığı (hor görüldüğü dememek için) bir dünyada yaşamayı öğrendiler. Bazıları kimliklerini büyük bir şiddetle öne çıkararak tepki gösteriyor, bazıları da sürekli büyüyen bir uçurumun üzerinde hálá köprü kurmaya çalışıyor.

KENDİ DİLİNDE ÖZGÜR OLMALI Kİ, AÇILABİLSİN

Bir toplumun diline yapılan saldırının, kimliğine yapılacak en büyük saldırı olduğunu söylüyorsunuz. Neden?

- Benim bakış açıma göre, herkesin kimliğine ait dilde, düşmanlık yaşamadan, baskı ve alay görmeden kendini ifade etme hakkı olmalıdır. İnsanlar, kültürleri ve kimlikleri konusunda kendilerini rahat hissettikleri, başları dik dolaşabildikleri sürece, ötekine doğru gidebilir, onun dilini öğrenebilir, elini sıkabilir. Kendilerini alay edilmiş, aşağılanmış hissettikleri müddetçe, tüm açılımlar bir kapitülasyon gibi görünür.

Sizce milliyetçilik, bir kimlik faktörü mü?

- Bir ulusa ait olma hissi, kesinlikle çok önemli bir kimlik unsurudur. Ancak elbette her insanda, toplumda ya da ülkede aynı anlamda değildir. Örneğin Lübnan’da, ulusal aidiyet sorunu hiçbir zaman kolay olmadı. Birçok insan, dini aidiyetleri daha belirleyici olduğu halde, ulusa bağlılığını ilan ediyor. Diğerleri, Arap ulusundan ayrı bir Lübnan ulusundan bahsedebileceğimiz halde bunu reddediyor. Bu örneği kendime yakın olduğu için verdim ama pekala, Balkanlar’dan, eski Sovyetler Birliği’nden ya da ulus düşüncesinin bir ülkeden diğerine çok farklılıklar gösterdiği Batı Avrupa’dan da verebilirdim.

KEMALİZM MODERNLEŞME VE MİLLİYETÇİLİĞİ BULUŞTURDU

Coğrafyalara göre değişen milliyetçilik anlayışını biraz açabilir miyiz. Örneğin Avrupa ve Ortadoğu’yu bu açıdan karşılaştırabilir misiniz?

- Bu konuyu zaman zaman Türk arkadaşlarımla da tartışırız. Kemalizm, Türkiye tarihinde, diğer ülkelerde kolaylıkla ayrı kalabilecek iki kavramı birleştirdi: Milliyetçilik ve modernleşme. Arap dünyasında örneğin, bu iki kavram beraber yürümez. Arap milliyetçiliği, öncelikle birlik hayallerini ve üçüncü dünya militanlığını akla getirir. Bugün Arap dünyasının geçtiği derin krizin kökenlerinden biri de, milliyetçi hareketin modernleşmede yeterince cesur davranmayı becerememiş olmasıdır belki. Batı Avrupa’da da, milliyetçilik modernleşme ile eş anlamlı sayılmaz. Genelde, savaşçı ya da aşırıya kaçan bir kimlik seferberliğinde rol oynamıştır.

Bir görüşe göre, milliyetçilik ulusları doğuruyor, uluslar milliyetçiliği değil. Siz ne düşünüyorsunuz? Örneğin Avrupa’da son on yılda ortaya çıkan mikro devletler bu tanımın ürünü mü?

- Kulağa hoş gelen bir düşünce, ayrıca bence gerçeği büyük oranda kapsıyor. Bir devletin hatta tek bir insanın politik iradesi, güçlü bir milli duygunun oluşmasında belirleyici olur. Uluslar, sadece objektif kültürel gerçeklerden oluşmaz. Eğer tarih bir anneyse, bazen bir doğum doktoruna ihtiyacı vardır. Ve kimi zaman sezaryen gerekir.

Türkiye’de çok sık kullanılan bir söz var: Bu konu konuşulmaz, çünkü milli çıkarlara aykırıdır. Kimlikle ilgili olarak bu mantaliteyi nasıl değerlendirirsiniz?

- Bu tavır sadece Türkiye’ye has değil. Birçok ülke; ırkçılık, ayrımcılık, sömürgecilik, din, geçmişindeki trajediler gibi konularla yüzleşmekte tereddüt eder. Ya da bu konuları, kafasında farklı şekillerde canlandırır. Bana öyle geliyor ki, demokratik kurumların bir görevi de, aşırı tepkileri provoke etmeden, zihinleri arındırmak için bu tartışmaların çerçevesini belirlemek. Tarihe geçmiş büyük devlet adamları, genelde, halklarına duymak istemeyecekleri şeyleri söylemeye cesaret etmiş ya da onların söylemeye cesaret edemediği şeyleri onlar adına söylemiş kişilerdir. Bunlar, yönetilmesi çok nazik sorunlardır ama ben sorumlu şeffaflığa inananlardanım.

TÜRBAN BİR KİMLİK İLANIDIR

Kitabınızda, başörtüşünü politik bir sembol olarak konumlandırıyorsunuz ve eskiye bağlılıkla modernite arasında yaşanan bir çatışma olduğunu söylüyorsunuz. Türkiye’de de türbanla ilgili büyük bir tartışma var!

- Türkiye’de yaşanan tartışmanın detaylarını bilmiyorum. Bu yüzden, farklı ülkelerde yaşananları temel alarak sorunuzu cevaplayacağım. Bugün türban tavrı, çoğu zaman bir kimlik ilanıdır, bir protesto şeklidir. Eğer kimlik sorunları iyi niyetle karşılanmış olsaydı ve eğer kimlik iklimi temizlenseydi, türban tavrı kişisel bir tercihe dönüşür ve aynı anlamlara sahip olmayacağı gibi politik ve sosyal uygulamaları da olmazdı.


KİMLİK ÜZERİNE DÜŞÜNMEK NEDEN ÖNEMLİ?

Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte, ayrımların ideolojik olduğu bir dünyadan kimliklere bağlı olduğu bir dünyaya geçtik. Ve bana öyle geliyor ki, o günden sonra yerküreyi sarsan trajik olayların çoğunun kökeninde, derin bir kimlik karmaşası yatıyor. Kimlik üzerine yeniden düşünmek bu nedenle çok önemli.


AİLE VE KİMLİK

Tarihte ilk defa, bilgi yaşlılardan gençlere değil, gençlerden yaşlılara aktarılıyor

ÇEÇENİSTAN OLAYI, KAFKASLAR’DAN ÇOK AFGANİSTAN VE ARABİSTAN’LA İLGİLİ

Kimlik ispatında terörün yerini nasıl görüyorsunuz? Bu yüzden teröre maruz kalan bir ülke, bu sorunu nasıl çözebilir?

- Bugün tüm dünyayı etkisi altına alan şiddet ve bunun artık sembol haline gelmiş örneği 11 Eylül Olayı, çok açık bir şekilde kimlik kaygılarıyla ilgili. Hiç şüphesiz, kimliğinin tehdit edildiği hissine sahip birçok kişinin bulunduğu bir dünyada yaşıyoruz, çünkü küreselleşme devam ediyor ve bu birçok kişiye Amerikanlaşma olarak görünüyor. Elbette yerel etkenler de, çoğu zaman global etkenlere ekleniyor. Bu anlamda, yerel çatışmaların da bir tür küreselleşmeye uğradığı söylenebilir. Örneğin, Çeçenistan’daki din dışı yerel gerilimler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Kafkaslar’daki gerçeklerden ziyade daha çok Afganistan’daki ya da Arap Yarımadası’ndaki olaylarla ilgisi olan, dini yönü güçlü bir şekle dönüştü. Çözümler de, tıpkı problemler gibi bence her toplumun kendi içindeki zıtlıkları yönetmesinde ve tüm dünyanın içinde bulunduğu karmaşayı aşmayı başarıp başaramayacağında yatıyor.

ETA, IRA ve PKK, kimlik ispatı için teröre başvurdular. Ama şimdi IRA, 30 yıl süren bir çatışma döneminden sonra silah bıraktı. Ne diyorsunuz?

- Kuzey İrlanda söz konusu olduğunda beni şaşırtan, IRA’nın bugün silahlarından vazgeçmesi değil, aksine barışçı bir çözüme ulaşmak için bu kadar zaman beklemek zorunda kalınmış oluşu. Demokratik geleneklerin iyice yerleştiği İngiltere gibi bir ülkenin, böylesi bir problemi halletmek için 21. yüzyılın başına kadar beklemek zorunda kalması, bu kimlik sorunlarının nazik, karmaşık ve evrensel olduğunu gösteriyor.

Uzlaşmanın altın kuralı, herkesin ayrımcılıkla karşılaşmadan bütünüyle vatandaş olma hissini taşıması ve bunun karşılığında devlete tam anlamıyla sadakat duymasıdır

Türkiye’de Türk ve Kürt kimlikleri üzerine bir tartışma yaşanıyor. Sizce farklı kimlikleri, tek bir ulus kimliği altında birleştirmek mümkün mü?

- Dışarıdan bir gözlemci olarak, oradaki tartışmayı her yönüyle takip edebilmem zor. Bu yüzden, kendi ülkeme de uygulanabilecek bir prensipten söz etmeyi tercih edeceğim: Ben, bir kişinin dilsel veya dini azınlık aidiyetlerini, bir devlet aidiyeti ile birarada taşıyabilmesinin mümkün olduğuna inanıyorum. Ama bunu, tüm aktörlerin, yani hem azınlık tarafının hem çoğunluk tarafının hem de devletin, kimlik konusunda ‘açık’ bir bakış açısını benimsediğini varsayarak söylüyorum. Böyle bir tarihi uzlaşma yaratmak hiçbir zaman kolay değildir ama mümkündür ve çoğu zaman da gereklidir. Bu uzlaşmanın altın kuralı, herkesin, rengine, dinine, diline bağlı bir ayrımcılıkla karşılaşmadan, bütünüyle vatandaş olma hissini taşıması ve bunun karşılığında vatandaşı olduğu devlete tam anlamıyla sadakat duyması, onun siyasi, ekonomik, kültürel hayatına ve gerektiğinde savunmasına tam olarak katılmasıdır.

Sizce farklı kimlikleri koruyarak, bir ülkenin üniter yapısını sürdürmek mümkün müdür?

- Bana mümkünmüş gibi geliyor. Ve bu, bugünkü sorumluların da öncelikli işidir. Eğer; bütün ülkeler, tek renkten insanlardan oluşmalıdır, farklı topluluklar arasında oluşmuş tüm birliktelikler başarısızlığa mahkumdur şeklinde bir varsayımdan hareket edersek o zaman dünya, sonu olmayan yırtılmalara sürüklenir. Zaten bugunkü durum da belki o. Ama ben kendi adıma, bu durumu kabullenmeyi reddediyorum. Daha büyük birliktelikleri hayal etmeliyiz, daha ufaklarını değil. Yeter ki bu topluluklar içinde yaşayan insanlar, kendilerini her tür ayrımcılıktan uzak hissetsinler.

Bölünmeyi seçen ülkeler bu kararlarından dolayı memnunlar mıdır? Örneğin Çekoslovakya?

- Bir arada yaşama konusunda, birbirinin aynı iki örnek bulamazsınız. Bu yüzden birinin reçetesi diğerine uymaz, her toplum kendi çözümlerini yaratmak zorundadır. Eski Çekoslovakya örneğinden bahsedecek olursak, bence orada Vaclav Havel’in engin bir bilgeliği vardı. Dik kafalılık edip, Çeklerle Slovakları, iyice tükenmelerine, fakirleşmelerine neden olacak acı bir cepheleşmeye sürüklemek yerine dostça bir boşanmayı kabul etme cesareti gösterdi. Ve bugün, iki ülke de Avrupa Birliği’nin parçası, sınırları açık, geçmişteki hınçlar hafifledi.

SİZ KİMSİNİZ ?/images/100/0x0/55ea8c3bf018fbb8f88725d4

ERTUĞRUL ÖZKÖK

(Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni)


Türk’üm. (Rahmetli babamın deyişiyle, son vatanımın en gururla taşıdığım aidiyeti.)

Bulgaristan göçmeniyim. (Bana Türk olmanın tarihi temelini ve geniş coğrafyasını anlatan aidiyetim.)

İzmirliyim. (Akdenizli, hayatın keyiflerini yaşamaya sevk eden aidiyetim.)

Saygılıyım, hoşgörülüyüm. (Kendi aidiyet ölçülerimden gurur duyarım, başkalarının aidiyet duygularına ve onların sembollerine saygılıyım.

Tavşan Kardeş’im. (Çizgi film kahramanı Bugs Bunny. Başkalarının çok ciddiye aldığı şeylerle ve kendimle dalga geçmeme izin veren karakter aidiyetim. Aynı zamanda neşeli olmamı, yanlışlarda ısrar etmememi, değişim gerektiği zaman değişmemi sağlayan, genetik kimlik kodum. Buna en önemli ‘alt kimliğim’ de diyebilirsiniz. İsteyen bu özelliğimi istediği şekilde yorumlayabilir, boşlukları doldurabilir.)

ELİF ŞAFAK

(Yazar)


Yazar ve kelime-perestim

Aktivist ve hürriyet-perestim

Akademisyen ve bilgi-perestim

Solcu ve Hak-perestim

Hak aşığı ve Tasavvuf-perestim

HALUK LEVENT

(Müzisyen)


Kimliksizim, hükümsüzdür.

ALİ BULAÇ

(Yazar)


Müslümanım.

Türkiyeliyim (TC vatandaşıyım).

Yazarım.

İstanbulluyum.

Babayım.

BASKIN ORAN

(Yazar)


Türkiyeli Türk’üm.

Bunun haricinde bir kimlik tanımına katılmıyorum.

REHA ÇAMUROĞLU

(Yazar)


Türk’üm.

Tarihçiyim.

Eşimin kocası, çocuklarımın babasıyım.

Alevi Müslümanım.

Orta yaşlıyım.

OKAN BAYÜLGEN

(Şovmen)


Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

İstanbulluyum.

Bu ikisi benim kimliğimi çok iyi tanımlıyor. Başka bir söze gerek yok.

PROF. DR. TÜRKAN SAYLAN

(Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı)


Kemalist feministim.

Türk kadınıyım.

Cumhuriyet bireyiyim.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım.

Dünya vatandaşıyım.

MEHMET ALTAN

(Akademisyen, yazar)


Dünya vatandaşıyım.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

Akdenizliyim.

İstanbulluyum.

İkinci cumhuriyetçiyim.

Akademisyen ve yazarım.

HAKKI KESKİN

(Almanya Federal Milletvekili)


Almanyalı Türk’üm.

Türk’üm, Almanya vatandaşıyım.

Bilim adamıyım.

Demokratik sosyalistim.

Eşitlikçiyim.

Dünya vatandaşıyım.

AYNUR DOĞAN

(Şarkıcı)


Kadınım.

Dersimliyim.

Müzisyenim.

Türkiye Kürt’üyüm.

Aleviyim.

Barışçıyım.

YILMAZ ODABAŞI

(Şair)


İnsanım.

Kürt’üm.

Bu ülke vatandaşıyım.

Türk kültürüne aitim. Çünkü Türkçe düşünüp Türkçe yazıyorum.

Şahan Yılmaz Odabaşı’nın babasıyım.

MUSTAFA AKSU

(Yazar)


İnsanım.

Çingeneyim.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğum için ülke menfaatleri açısından Türk’üm.

ZEKERİYA BEYAZ

(İlahiyatçı)


Türk’üm.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

Müslümanım.

Gaziantepliyim.

Beyaz Ailesi’ndenim.

İlahiyatçı ve sosyoloğum.

HIRANT DİNK

(Gazeteci)


Dünyalıyım.

Avrupalıyım.

Türkiyeliyim.

Malatyalıyım.

Ermeniyim.

Demokratım.

DOĞAN HIZLAN

(Eleştirmen, yazar)


İstanbulluyum.

Edebiyatsız, müziksiz, yemeksiz yapamam.

Sevdiklerimi çok severim.

Sıkıldığım yerde incelik yüzünden kalamam

Avare tatilden nefret ederim.

PROF. DR. BOZKURT GÜVENÇ (Sosyolog)

Ana-baba bir ve doğma büyüme Türk’üm.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşıyım.

Melda ile evliyim, dört çocuk ve dört torunumuz var.

Kültür varlığının ve değişim sürecinin öğrencisiyim.

Yurtta ve dünyada barıştan yanayım.

FERZAN ÖZPETEK

(Yönetmen)


Akdenizim, Akdenizliyim.

Sokak köpeğiyim (onların mahzunluklarını paylaştığıma inanıyorum).

Aşık’ım.

Sinemacıyım.

Kardelenim (kardelenin kendi başınalığını paylaşıyorum).

CEM BEHAR

(Akademisyen, müzisyen)


İnsanım (meraklıyım).

Akademisyenim.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

Yahudiyim.

Boğaziçi Üniversitesi mensubuyum.

İLBER ORTAYLI

(Tarihçi)


Ne demek kimlik! Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, Türk’üm. 1924 Anayasası, ki Türkiye’nin gerçek anayasasıdır, herkesten ‘Türkler’ diye bahseder.

AYŞE ARMAN

(Yazar)


Kadınım.

Sevgiliyim, anneyim.

Gazeteciyim.

Melezim.

Dünya vatandaşıyım.

ALEV ALATLI

(Yazar)


Türk’üm.

Cinsiyet itibarıyla da Türk kadınıyım.

TAHA AKYOL

(Gazeteci-yazar)


Türk’üm.

Müslümanım.

Eşimin kocası, çocuklarımın babasıyım.

Demokratım.

Gazeteciyim.

EMEL ABİDİN ALGAN

(Almanya’da türbanını çıkaran sivil toplum yöneticisi)


Kadınım.

Müslümanım.

Anneyim.

Dünyalıyım.

İnsanseverim.

METE TUNÇAY

(Tarihçi, akademisyen)


İstanbullu bir adamım.

Yeni şeyler öğrenmeye, eleştirel düşünmeye çalışırım.

Doğayı ve güzel şeyleri severim.

SÜLEYMAN DEMİREL

(9. Cumhurbaşkanı)


Tek kimliğim var: Türk’üm. Sonrakiler için, sıralamaya tabi tutulacak bir durum görmüyorum.
Yazarın Tüm Yazıları